KUR’AN’DA AŞK VE SEVGİYE
BAKIŞ (drmavi)
Kur’an açısından aşk flört cinsellik
ilişkiler
Diğer yazıların tamamı http://dinpsikoloji.wordpress.com/
Hayatın, hayat kadar vazgeçilemez iki ana dinamiği ve
sütunu: Erkek ve Kadın…
Aşk, ikisini el ele gönül gönüle hayat ve aşk verene
uçuracak, sonsuz hayata kavuşturacak saf billur kırılgan kanat…
güneş ışığı gibi orijinal ve asıl kaynağı Rahman’da saklı…
Cam ışığı gibi temelsiz, emelsiz ve ebede
yasaklı…
Boşa
tüketilen nice nefes, Aşk takma adlı onca heves
Ruha
üflenen Nefha-i kudsi, O'na diyedir esas
heves
“Hubb”</strong></em>(sevme)
kelimesi Kur’an’da 9 yerde geçmektedir. Bu ayetlerden yola çıkarak sevgi-aşk
konusunu şu şekilde tasnif edebi liriz:
<em><strong><span
style="color:#000000;">Allah
Sevgisi-Aşkı:</span></strong></em>
“İnsanlardan bazısı Allah’tan başka şeyleri O’na denk tutar
da onları Allah sever gibi sever!
İman edenlerin Allah’a olan sevgi-aşkları ise onlarınkinden çok
daha şiddetlidir-fazladır” (2/165).
<span
style="color:#ff0000;"><strong>Sevgi-aşk
çeşitleri:</strong></span>
<em><strong>Kadın sevgisi, evlat sevgisi,
mal-mülk-para sevgisi</strong></em>:
“İnsanlara şu şehevânî duygular tezyin edildi: kadın sevgisi,
evlat sevgisi, yığınla altın gümüş sevgisi, at sevgisi, hayvan sevgi si, ekin
sevgisi.
Aslında bunlar dünya hayatının geçici menfaatleridir. Güzel
sonuç ise Allah katında olandır!”
<em><strong>(3/14).</strong></em>
<em><strong>Beşerî sevgi-aşk:</strong></em>
“Şehirdeki bazı kadınlar dedi ki: Azizin karısı (Züleyha)
delikanlının nefsini arzulamış, onun sevgisi kalbini yakıp kavurmuş Görüyoruz
ki kadın sapıtmış-çıldırmış!” (12/30).
Hayır
sevgisi-aşkı:
“Düşküne, yetime ve esire sevgi dolu yürekleriyle, severek
(veya nefisleri adına malı sevdikleri halde) yedirirler” (76/8
“Gerçek iyilik, mala olan sevgisine rağmen, onu yakınlara,
yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilenenlere, kölelere vermek tir”
(2/177).
Mal
sevgisi-aşkı:
“Malı, yığmacasına aşırı seviyorsunuz!” (89/20) “Hayır
sevgisine (mala) aşırı derecede-şiddetle düşkündür! (100/8).
<em><strong>Dünyalık sevgisinin
hedefi:</strong></em>
“Ben hayır (mal-dünyalık) sevgisini Rabbimi anmak için
istiyorum!” (38/32).
“Ehabbe” (Sever) fiilinde ve türevlerinde de şu anlamları
buluyoruz
<em><strong>Allah’ın
sevdikleri:</strong></em>
Tövbe edenler, temizlenenler: (9/108; 2/222), Muhsinler:
(2/195; 3/134,148; 5/13), Muttakiler: (3/76; 9/4,7), Sabredenler: (3/146),
Tevekkül edenler:
(3/159), Adaletle hükmedenler: (5/42; 49/9; 60/8), Allah
yolunda savaşanlar: (61/4), İmanlı, salih amel yapan, muttaki, muhsin (61/4).
<em><strong>Allah’ın
sevmedikleri:</strong></em>
Kafirler: (3/32; 30/45), Küfürde ve günahta ısrar edenler:
(2/276), Zalimler: (3/57,140; 42/40), Fesat: (2/205), Fesatçı: (5/64; 28/77),
Kibirlenen
(16/23), Haddi aşanlar: (5/87; 7/55), Aşırı gidenler:
(2/190), Şımaranlar (28/76), Kendini beğenen, böbürlenen, övünen: (4/36; 28/76;
31/18; 57/23),
Hain ve nankör: (4/107; 8/58; 22/38), Çok günahkar: (4/107),
İsraf eden: (6/141, 7/31).
Allah’ın ve Rasulünün sevgisi ile onların yolunda mücadele
etmek, bütün aileden, mal ve ticaretten, evlerden daha üstün görülmeli ve önde
olmalı (9/24)
Allah’ı sevmenin ölçüsü, Peygamberimize uymak; Peygambere
uymanın sonucu Allah’ın sevmesi ve bağışlaması: (3/31).
Allah’ın affı sevilir, buna ulaşmanın yolu: cömertlikten
asla vazgeçmemek: (24/22).
Allah’ın imanı sevdirmesi ve yardımı: onunla kalbi
süslemesi, küfrü, fıskı ve isyanı çirkin göstermesi: (49/7), Allah’tan başka
gelip geçici olan hiç bir
şey sevilmez: (6/76), Hapis, günahtan daha sevgili: 12/33),
Allah, müminlerin sevdiği yardımı, zafer ve başarıyı gösterir (3/152, 61/13),
İmana erenler temizlenmeyi severler: (9/108).
Allah ile insanın birbirini sevmesi: (5/54).
İnsanın insanları sevmesi: Ensar muhacirini sever (59/9);
mümin, sevmeyenleri de sever: (3/119), Evlat sevgisi (12/8), insan,
sevdiklerinden infak ederek
insana olan sevgisini gösterir: (3/92), insanın insanı
kurtarmasında sevgi yetmez, Allah’ın hidayeti gerekir: (28/56).
İnsanın imana karşı küfrü (9/23), hidayete karşı körlüğü
sevmesi ve tercih etmesi: (41/17).
İnsanların dünyayı sevmesi, dünya hayatını ahiret hayatına tercih
etmeleri: (14/3,16/107,75/20,76/27).
İnsanların günah işleri sevmesi: Fuhşiyatın yayılmasını
sevenler: (24/19), Gıybet sevmek, ölü eti sevmek gibi: (49/12), yapmadıklarıyla
övül meyi sevmek:
(3/188).
İnsanların hayır işlerini sevmemesi: Nasihat verenlerin
sevilmemesi: (7/79).
Yahudi ve Hristiyanların: Biz Allah’ın oğullarıyız ve
sevgilileriyiz demesi: (5/18).
<em><strong>“Mahabbet”</strong></em>
kavramı, Hz.Musa ile ilgili olarak sadece bir ayette geçer: “Benim nezaretimde
yetiştirilmen için sana kendimden bir sevgi verdim” (20/39).
Ayetlerden anlaşılacağı gibi, insan sevgisini dört ana
konuya yoğunlaştırabilmektedir: Allah’a, kendine, insanlara ve dünyalık diğer
varlıklara.
Bu yönelişler, aynı zamanda hem olumlu hem de olumsuz olarak
gerçekleşebilmekte ve ifrat tefrit yönleri olabilmektedir Sözgelimi Allah sevgi
sinin, İsrail oğullarında görüldüğü gibi, sadece kendi milletlerine tahsis
edilmesi yanlış olduğu gibi, malın, kadının, dün yanın bir ilah gibi sevilmesi
de bir o derece yanlış olmaktadır. Mal sevgisinin yaratılışta bulunması kabul
edilebilir bir durumdur. Ne var ki bunun, cimrilik yapılarak insanların hayrına
kullanılmaması kadar, israf edilmesi de doğru görülmemektedir. Allah’ı
seviyorum diyen insanın, Peygamberini örnek alarak bir Müslümanlık yaşamaması
uygun düşmemektedir.
Burada dikkat çeken ön önemli husus: İnsanın, eş, evlat ve
mal sevgisi başta olmak üzere, bütün sevgilerinin çıkış noktası olarak Allah
sevgisini görmesi, sevdiklerini O’nun muhabbeti namına sevmesi konusudur. Bu temel
atıldıktan ve hedefe Allah rızası konulduktan sonra, bütün sevgiler ve aşklar
kötüye kullanılmaktan ve insana zarar verecek şekle dönüşmekten uzak kalmış
olacaktır.
Kur’an’da beşerî aşk konusu, sadece Züleyha’nın aşırı ilgisi
ve yönelişi şeklinde ele alındığı gözleniyor. Fakat bu konunun başlı başına,
kıssaların en güzeli diye tanımlanan (12/3) bir sûrede ele alınması ve uzunca
sayılabilecek bir bölümde, Züleyha’nın ve kadınların duygularının dile
getirilmesi, konunun insan hayatındaki yerine parmak basması açısından ilgi
çekicidir.
Kadının aşk duygusuna kapılması, sevgisini kontrol altına
alamaması onu başka duyguları yaşama arzusu içine atmış, ölçüsüzce davranışlar
sergilemesine sebep olmuştur. Bunun sonucu olarak hem kendi onuru kırılmış,
arzuladığı şeye ulaşamadığı gibi, in sanların gözündeki yüksek mertebe-den
düşmüş, hem de iftira atarak, insanlık dışı bir davranışla masum bir insanın
yıllarca hapiste kalmasına sebep olmuştur.
Adı konmamış aşkların, patlamaya hazır bir bomba olduğu
gerçeği dikkatimizi çekmektedir. Allah’a bağlantısı olmayan bu tür kalp
fırtınaları, insanı bir tarafa savurabilir, nefis arzularına kaynaklık
yapabilir ve insanı her türlü kötülüğün içine atabilir.
Masumiyet içindeki aşk ise, geçmişinde bir kökle Yaratıcıya
bağlanır, gelecekte kurulması düşünülen aile gövdesiyle irtibatlan dirilir ve
bu aşk, mutluluk meyvesi evlatlarla taçlandırılır.
<span
style="color:#ff0000;"><strong>CİNSELLİKTE DENGE
</strong></span>
<span
style="color:#0000ff;"><em><strong>Cinsel tatmin fıtrî
bir ihtiyaç mıdır hastalık mıdır?</strong></em></span>
Konuya başlamadan önce okuyucuya samimi bir uyarıda bulunmak
isteriz. Konuyla ilgili yorumlar ve değerlendirmeler kişilere göre farklı
algılanabilir, tenkit de edilebilir. Belli bir anlayışı ve kişileri hedef almış
değiliz. İnançlı-inançsız, ibadetli-ibadetsiz, erkek-kadın, genç-yaşlı,
evli-bekar herkes, kendi anlayışına uygun olanları alır, gerisini bırakır.
Bırakılanları bir başkası, kalanları da bir başkası alır.
Konuyu kişiselleştirmemek gerekir. Falan kişi böyle yapıyor
filan kişi böyle düşünüyor veya söylüyor demeden, Kur’an’dan aldığımız manalar
doğrultusunda meseleyi iyi niyetle beraberce irdelemeliyiz ve öncelikle
kendimizi muhatap alıp nefsimizi gözden geçirme liyiz.
Cinsel tatmin bir taraftan doğal bir gereksinim olarak
görülebilir, diğer taraftan da psikolojik bir hastalık haline dönüşebilir. Bu
nu işlemek istiyoruz.
Öncelikle bir ayette şehevat kavramının Kur’an’da,
cinsellikle beraber, mal ve evlat, altın para gibi değerler olarak geniş bir
yelpazede ele alındığını belirtmeliyiz (3/14). Cennetliklerin iştah duyacakları
et meyve gibi yiyecekler de aynı kök (şehvet) kelimeyle ifade edilir
(52/22,56/21,77/42).
Ayetler derinlemesine tetkik edilirse, insanın mala evlada
dünyalıklara olan aşırı düşkünlüğü konusunda ciddi uyarıldığı görülür. Ateş
gücüne sahip olmak bir avantaj gibi görülse de riski de o oranda fazladır.
Şeytan bu gücünü kötüye kullanmıştır. Firavun ve Karun de saltanat ve servet
güçlerini yanlış değerlendirdiler. Erkek evlada düşkünlük de müşrikleri bir
taraftan evlat katili yapmış diğer ta raftan zulme aracı kılmıştır.
Cinsellik konusunda insanoğlunun nasıl yoldan çıkabileceğine
en çarpıcı örnek de Lut Peygamberin kavmidir. Onlar cinselliği, bir Peygamberin
yüzüne çekinmeden söyleyebilecek ve niyetlerini ifade edebilecek kadar, aleni
bir hastalık haline getirmişlerdi. Onlara da sorulsaydı, “Bu, bizim için su ve
hava gibi hayatta asla vazgeçilmez bir ihtiyaçtır!” diyeceklerdi.
Cinsellik konusunun fıtrî bir hal olmaktan çıkarılıp bir
ihtiyaç elbisesi giydirilmiş zafiyet, hatta (Lut kavmindeki gibi) bir hastalık
haline getirilme sine en çarpıcı iki örnek de ikiz kız kardeşini isteyen Kabil
ve Yusuf Peygambere gözü kararmış gibi çılgınca yönelen Züleyha hikayeleridir.
Bilinçaltı, fıtrî biyolojik yapının hayat için doğal ve
yeterli gördüğünü, vazgeçilmez zaruri bir ihtiyaç haline getirmede mahir bir
usta gibidir. Bu konuda o programlama merkezi, bilgisayar programcısı, son
derece profesyonel bir mühendis gibi çalışır. Sıra dışı her talep, sıra dışı
bilinçaltı çalışmasının bir ürünü olarak görülebilir.
Çünkü bilinçaltı akıl ve bilinçten, kalp ve vicdandan
bağımsız olarak, hatta onların rağmına çalışır ve ruhu doğrudan etkiler. Akıl
bilgiyle kalp inançla güçlendirilmemişse, insan, ibadetlerle ve hayır
yollarında hizmetlerle salih eylemleri fıtrat alışkanlığı haline getirmemişse,
ruh en etkili çekim merkezi olan bilinçaltı kaynağından beslenmek zorunda
kalacak, onun yörüngesine girecektir.
Dışardan empoze edilen her program da bilinçaltının ana
malzemesini oluşturduğundan, iddia edildiğinin tersine cinsiyetten ve cinsel
arzulardan tamamen soyutlanmış yalın halde doğan çocuk ruhu, harici etkilerle
belki de normal dışı cinsiyet meyillerine yönelecek, erken uyanmalara ve
alış-kanlıklar kazanmaya başlayabilecektir.
Yaşayanlar, yaşayanları tanıyanlar, uzmanlara kulak verenler
bilecektir ki, temelde 12, hatta 6 yaşlarına kadar çocuklar, bilinç altı
programları çerçevesinde, kısıtlama olmadan her konuda yörüngeleşmekte,
edinilen alışkanlıkları bazen yaşlılık dönemlerine kadar taşıyabilmektedirler…
Sözgelimi Kabil, kalbiyle hareket etseydi Allah, Peygamber
ve baba emri ağırlığını vicdanında hisseder, kardeşini istemezdi. Aynı şekilde
akıl, mantık ve muhakeme gücünü ciddi çalıştırsaydı aynı sonuca ulaşabilirdi.
Fakat bilinçaltı bombardumanına açık nefis hesabına işletilmiş zayıf bir
muhakeme ve duygusallıkla konu, vazgeçilemez hatta ölümüne dönülmez hale
getirilmiş olmaktadır. Nite kim Kabil ilk nefis tetikçisi olarak katil
olmuştur.
Aynı değerlendirmeler Züleyha için de geçerlidir. Devlet
yönetiminde bir bürokrat eşi olmasına rağmen, eşine ihanetinin ve statüsünü
gözünü kırpmadan feda edebilecek hale gelmesinin sebebi, tutkusunun kalbini
kavuracak hale gelmesi, akıl ve muhakemesini tatil etmesi ve nefsinin
isteklerini vazgeçilemez bir ihtiyaç haline getirmesidir.
Ruh aslında eşten bağımsızdır. Eş, bizzat ruh varlığı ve
hayatı için zaruri bir varlık sayılmaz. Teorik olarak erkek olsun kadın olsun,
biri diğeri olmadan da var olabilir ve yaşayabilir. Hz.Adem kadınsız var olan,
Hz.Meryem erkeksiz yaşayan, Hz.İsa ise hem erkek siz var olan hem de kadınsız
yaşayan tek örnektir. Bir beşer olarak bunun zarurî olmadığı gösterilmiş
olmaktadır.
Cinsellik neslin çoğalması için ise bir ihtiyaç hatta zorunluluktur.
Allah’ın yaratılışa koyduğu bu ilahî kanunda değişme olmaz. Adem, Meryem ve İsa
örnekleri birer mucizedir. Aynen gerçekleştirme imkanı yoktur. Fakat Allah’ın
koyduğu fıtrat kanunlarından yararlanarak, olmaz görülebilen pek çok olay da
gerçekleştirilebilir.
Günümüzde, erkek olmadan kadının hamile kalmasından
bahsediliyor. Muhtemelen ileriki asırlarda cinsiyeti olmayan, yani erkeğe de,
kadına da ihtiyaç duymadan var olan ve yaşayan bir kısım gen ürünleri elde
edilebilecektir. Bebeğin gelişimi sadece anne rahminde olabilir, bebeğin erkek
ve kız olması tercihe bağlı olamaz gibi geçmiş yıllara ait düşünceler bugün
değişmekte, kopyalama konu su uygulanmaktadır. Allah’ın koyduğu gen
kanunlarından yararlanılarak da farklı ürünler elde edilebilecektir. Ne var ki,
üzümü yaratan Allah, üzümle şarap yapıp sarhoş olmayı yasaklamıştır. Genlerin
ve ilgili gen kanunlarının yaratılmış olması, aslında onlara dilediğince
müdahale etme hakkının verilmiş olduğunu göstermez.
Kur’an, insanların bir tek ana nefis varlığından geldiğini
ifade eder. Adem’in topraktan bir protein macunu olarak şekillenmesin den ve bu
ana yapının bölünmesiyle Havva’nın yaratılmasından sonra da erkek ve kadınların
bu ikisinden üretilip kabileler olarak çoğaltıldığından söz eder(4/1,7/189; 49/13).
Buradan anlaşılıyor ki tek insanın oluşumu aslî amaç,
insanların çoğalması için cinsiyetin oluşu mu talî amaçtır. Cinsel arzu ise
arızî, hatta tâlînin tâlîsi bir amaçtır.
Bir amaçtan söz edilecekse bu, beden ötesinde, ruh
dünyasının eşte ve eşle huzur bulmasıdır (30/21). Bedensel tatmin huzuru ile
ruh tatmini huzuru arasındaki farkı ise her vicdan sahibi ayırt
edebilir…Bilinçaltının bedensel zevkler deposu haline getirilmesine izin
verilmemelidir. Beden huzuru bedende kalıp güdükleştirilmemelidir, ruh huzuru
derecesine çıkarılmalıdır.
Ayette kadınların tarla olarak (2/223) tasvir edilmesi de
iyi anlaşılmalıdır. Ekim ürün içindir. Mecazi olarak tenasül vurgulanmış
olmaktadır. Yani neslin çoğalması bir esastır, bir hedeftir. Vesileler ise
daima hedefe göre bir değer ve anlam kazanırlar. Beden ve fonksiyonları Ruh
dünyasına yönelmede bir vesile olarak görülmelidir. Tıpkı dünyanın ahiret için
bir tarla olarak görülmesi gibi!.. Cinsiyetin oluşumuyla çoğalan nesillerin,
renk renk, kabile kabile, diller ve milletler olarak farklı hale getirilmesi
de, birbirleriyle tanışmaları ve sosyal bir yaşam kurmaları adına olmasının
vurgulanması ve değer kazanmanın cinsiyetle bir ilgisinin olduğunun belirtil
memesi de (48/13) bu durumu desteklemektedir.
Cinsel bir parmak bal tadı, soyun devamını sağlamaya teşvik
içindir. Bu duygu insana, nefsini bireysel keyfi hareketlerden uzaklaştırıp,
erkek ve kadının bu çekici gücü kullanarak birbirlerine yakınlaşmasını, hayvani
bağlılıkta kalmayıp insani bağlılığa dönüşmesini ve işbirliği içinde aile
kurarak sosyal kişilik aşamasına ulaşmasını hedefleyerek verilmiştir.
Buraya kadar yapılan açıklama bizi cinsel zevkin ihtiyaç
olmadığı, hakikatte arızî olan nesil üretme amacına yönelik, tabiri caizse,
arizînin arizîsi bir duygu olduğu sonucuna ulaştırmış olmaktadır. Bu tıpkı,
yaşamak için midenin arızî olması, midenin dolması için dilin dolaylı bir
vasıta olarak karşımıza çıkması ve dildeki lezzetin de aynı şekilde dil
duyusunun kullanılması için arızî bir duygu olması gibidir…
Şu ayet de, cinsel tatmin duygusunu ertelemenin mümkün
olduğu konusunda önemli ip ucu vermektedir: “Evlenme imkanı bulamayanlar,
Allah’ın fazlıyla varlık sahibi oluncaya kadar iffetlerini korusunlar!”
(24/33).
Dil nasıl lezzetlere düşkün hale getiriliyorsa, cinsellik
duygusu da ruh için vazgeçilemez bir duygu ve hastalık derecesinde bir ihtiyaç
haline getirilebilir.
<span
style="color:#0000ff;"><em><strong>Salt zevk bir
ihtiyaç mıdır?</strong></em></span>
“Cinsellik ihtiyaçtır” diyen kimse, “Cinsel tatmin bir
ihtiyaçtır”, yani “Cinsel zevk alma bir ihtiyaçtır” demiş olmaktadır.
Yemek bir hayat ihtiyacı sayılsa bile yeme zevki bir nefis
rüşvetidir.
Ballı börekler pişirilir, kaymaklı tatlılar yenir, kuzular
çevrilir
Dil kapıcısına bolca verilir.
Sonra hepsi gübreye çevrilir
Amaç yaşamayı ve vücud sağlığını sağlamaksa, iktisad
terazisi görmüş pek çok alternatif nimetle bu sağlanabilmektedir.
Cinsellik de yaşam için bir gereklilik olabilir, cinsel
lezzet de peşin verilmiş teşvik edici bir avans!..
Ancak bunun vazgeçilmez cinsel zevk haline getirilmesi ise
aslında bir nefis rüşvetinden başka bir şey değildir.
Zaman düzenleyicisi sadece namazdır. Kadın endeksli
proğramlar değil!..
Savaş gibi en yüksek hayat riski taşıyan ortamda bile
nöbetleşe birer rekat namaz kılınması, harp taktiklerinin adeta namaz
vakitleriyle belirlenmesi,
namaz endeksli yaşam konusunda yeterince ip ucu
sayılmalıdır.
Hatta kültürümüzde, zifaf gecesinin yatsı namazının
kılınması sonrasına planlanması da bir tesadüf değildir.
Namazı, 24 saatinin vazgeçilmezi, olmazsa olmazı haline
getiren insan, gününü programlamada önceliğini seçmiş demektir. Böyle yaşayan
bir insanın, cinsel hayatı otomatik programlamaya uymak zorunda kalacaktır.
O insanda cinsel istekler, bir nefis hastalığı ve zaafı
olarak kendini kabul ettiremeyecek, ibadetler arasındaki arızî ve sönük
durumuna rağmen, diğer ibadetler gibi ibadet olarak değerlendirilme hakkını da
kazanmış olacaktır.
Evli ya da bekar, bir sebeple cinsel duyguları tetikleyecek
bir görüntüyle karşılaşan bir insan; gözlerini kapayarak, bir kıvılcımın alev
almasını önlemekle görevlidir. Ve bu durumu ona bir vacip sevabı
kazandıracaktır. Bunu başaracak irade gücüne sahip olma yan, zaafı olan,
gözleri nefsine esir olan ve ona bakakalan ve bunun sonucunda nefsi uyanan bir
insan için cinsel arzu bir ihtiyaç mı ol maktadır?
İrade dışı göze çarpan ilk görüş için mazeret olabilir.
Kaçınmak mümkün olmayabilir. İkincisinde ve devamında ise irade devre de
olduğundan, ortaya çıkabilecek her cinsel tutum, kesinlikle bir ihtiyaç olarak
adlandırılamaz.
Bir ihtiyaçtan söz edilecekse, ehveni şer olarak o insanın
zaafına kurban gidip, günahın daha büyüğünde yanmaması için, çözüm üretmek,
alternatif sunmak olacaktır. O da “Kardeşim! evinde eşin var, onda olan eşinde
var, sen git eşine var, ihtiyacın buysa işte onda var!” demek olacaktır.
Ancak genç bir bekara bu tavsiyeyi yapma imkanı yoktur. Ona
geçici dört öneri sunulabilir. Sabır, oruç, koruyucu iffetli arkadaş ortamı ve
hayırlı hizmetlerde sürekli aksiyon halinde olma…Ayette belirtildiği gibi
evleninceye kadar iffetlerin korunması Allah’ı hoşnud edecektir.
Allah’ın hiç sevmediği, tıka basa dolu mideye sahip nefsin,
zevke yönelmesinden başka hiç bir şey beklenemez. Açlık ise tıpkı at dizgini
gibidir. Nefse binilir ve açlıkla yönlendirilir. Bu da ten zevkinden ruh
zevkine doğru koşu anlamına gelir.
Sabah öğlen akşam, mükellef sofralarda yemek yiyen, aralarda
da atıştırmayı ihmal etmeyenler ve böylece hormonlarını besle yenler; Ramazan
dışında oruçla tanışmayanlar, her gün enerjilerini atacak şekilde hizmet
koşuşturmaları içine giremeyen, beden dünyaları için zaman bulamayacak hale
gelemeyenler,
“Cinsel tatmin doğal bir ihtiyaçtır!” demesinler lütfen!..
Onlar cinselliği kendilerine ihtiyaç haline getirenler, bir
“Cinsellik zaafı” oluşturanlardır.
Nefis adına zaaf ise bir psikolojik rahatsızlıktır.
Çünkü nefis, bu alanda zevk alabilecek bir zaman boşluğu
bulabilmiş demektir.
Çünkü nefis, cinsel zevkleri bir ihtiyaç gibi görecek zaman
boşlukları bırakmış demektir.
Çünkü nefis, cinsel hazlar kadar lezzet alabileceği başka
ilgi alanları ortaya koyamamış demektir.
Şahsî füyûzat hislerinden bile fedakarlık yapmanın
işlendiği, vicdan ve kalp kültürümüzün arifi durumda olan ve bedensel
tadlarından vazgeçemeyen bir insana, izninizle psikolojik “Ten ve beden
hastası” deme durumundayız. Büyüklerimizin “Lezzetin kulu!” deyi mini de
hatırlatmalıyız.
Tek eşine bile ulaşmakta, ulaşma yolunda zamana bulmakta
zorlanan örnek insanlar vardı. Arkalarına kadınlarına ya da önleri ne başka
kadınlara bakıp sevda aramıyorlardı; ufuk mefkûreler, ufukta milletler onların
sevdalılarıydı…
Günümüzde de gördükleri millet hizmetlerinden dolayı
evlerine belli bir müddet gelemeyen, geldiklerinde evlerini yerinde bula mayan,
zaman kahramanı, saf,
Safvetli, nezih ve veli insanlar vardır. Evlerinde
yiyeceksiz kalan evladü ıyal baba evine göçmüş, gelen alnı valalı yiğit evini
taşınmış bulmuştu. Ama rüyalara giren Nebiler Nebisi de anında komşu olmuştu.
Uyarılmışlar, evler yine buluşmuş tu…
“Cinsel tatmin bir ihtiyaçtır!” diyen ve bunu cinsel zevksiz
olmaz duruşuyla savunan inanmış insan psikolojik hastadır.
Çünkü nefsi, helal dairesinde ama israfsız ve belli ulvî bir
amaç doğrultusunda zevklendirmek, bir psikolojik rahatsızlık değildir. Hatta
psikolojik tedavidir bile. Psikolojik rahatsızlık olarak nitelendirilen husus,
meşru görüntüde bile olsa, fani zevki vazgeçilmez hale getirmektir…
Zevki ihtiyaç olarak görmek, bilinçaltına ihtiyaçlar
listesinin başına yazmak, kendimizi buna proğramlamak demektir.
Beden lezzetini vazgeçilmez yapmak, akıl ve kalbi, yönelmesi
gereken ulvî duygu, düşünce ve eylemlerden koparmak demek tir.
Bir de buna dini literatürden bir sıfat ekleyerek masumiyet
kılıfı geçirilir: “Fıtrî bir ihtiyaçtır” denir. Dindarlık(!) damarı iyice kabar
mış kimileri de konuya kudsîlik kazandırırlar: “Efendim! İzdivaç, dinî bir
tavsiye hatta kimilerine vacip bir durumdur, evlilik ise cinsel tatminsiz
olmaz!”…
Bu tarz düşünenlere tereddütsüz sorulabilir: “İlk eşiniz bu
işe ne diyor?”
Peki erkek kendisi için düşündüğü ve sözüm ona “İhtiyaç!”
diye tanımladığı cinsel tatmin ve ikinci eş hakkını ilk eşine tanıya bilecek
midir?
Hayır!..Aklının ucundan bile geçirmeyecektir, “Sözü bile
edilmez!” diyecektir. Peki o insan değil midir? Erkek gibi onun da cin sel
duyguları yok mudur?
“İhtiyaç!” kavramını onun için kullanmamıza engel olan
nedir?..Erkek için ihtiyaç olan şey onun için neden ihtiyaç sayılmamaktadır?..
Üstelik kadının, adet günleri, hamilelik ve loğusalık
dönemi, emzirmesi, çocuğuna yoğunlaşması, menopoz dönemi gibi zaman
dilimleriyle hayatının önemli bir kısmı, erkeğe oranla cinsel aktivitelerden
yoksun geçmektedir. Bir ihtiyaçtan söz edilecekse belki de kadının, erkekten
daha çok bu ihtiyaç hakkına sahip olması gerekirdi.
“Çünkü!..” denecektir; “Kur’an kadına değil erkeğe ikinci eş
hakkını tanımaktadır. Hem erkek kadına oranla bu konularda da ha aktif ve
duyarlı bir yapıya sahiptir. Bu sebeple fazla eş hakkı kadına değil erkeğe
verilmiştir!”.
Bu durumda “Hak!” kavramı, nasıl oluyor da cinsel tatmin
yolunda bir ihtiyaç olarak yorumlanabiliyor?
Erkeğe yönelik bu avantajın, neslin korunması adına olduğu
söylenebilir. Erkeğin fizyolojik yapısı ve kudreti itibariyle “Hamîlik” misyonu
yüklendiği şeklinde açıklama yapılabilir. Kadının nahîf yapısıyla korunmaya
daha çok meyyal olduğu yorumu bile yapılabilir. Bir savaş sonrası az erkek
topluluğu karşısında çok kadının, farklı suiistimallere hedef olmaması için
geçici bir tedbir hikmeti taşıdığı ifa de edilebilir. Çocuğu olmuyor diye bir kadını
kapıya bırakmanın doğru olmadığı şeklinde ayrı bir izah tarzı da getirilebilir.
Bu durumda “Hak” kavramı gider “Vazife” ve “Mürüvvet”
kavramları gelir. Özellikle de “Adalet” mefhumu ısrarla “Ben buradayım!” der.
Fakat bunlar hiç bir şekilde, ikinci eşi (hatta tek eşi
bile) cinsel tatmin aracı bir ihtiyaç objesi olarak değerlendirme anlamına
gelmez.
“Öyle görmüyoruz ki!” diyenlere, “Cinsel birliktelikte
bulunmamak şartıyla ikinci evliliğe razı olur muydun?” sorusu sorulabilir.
Peygamberimizin, eşlerinden ayrı kalan bazı tabiattaki
kişilere, ruhsat olarak verdiği söylenen nikah akdi konusunu, hem bir
seferberlik ortamın da hem de, cariyelik müessesesinin işlerlik kazandığı kendi
tarihî şartları çerçevesinde değerlendirmek gerekir.
Diğer bir sunî savunma mekanizması şudur: Sokaklarda onla
bunla, üçüyle beşiyle birden kırıştıranları hiç görmüyorsunuz?
Aleyküm enfüseküm!..Önce merkezden, içten, kendimizden,
kendi insanımızdan, kendi evimizin önünden başlamalı değil miyiz?..
Ve bu tarz savunmaları nefsin mırıltıları olarak
değerlendirmek zorundayız. Kişiler kendi nefis dünyalarına tercüman olmakta,
kendileri için uygun olanı seslendirmektedirler. İnsanın fikri neyse zikri de
odur derler.
Çay kahve ve sigara içmenin ihtiyaç olup olmadığını
tartışmaya açsak, tiryakiler ne düşünür acaba!
Bu takdirde, lüks giyeceklere, pahalı kaliteli yiyeceklere
alışan bir insan için bu zevk ve lezzet türleri de birer ihtiyaç sayılmalı dır.
Yerken asıl ihtiyaç olan şey, bedenin, yaşamak için gıdasını almasıdır. Bu dile
lezzet veren baklava ile de olabilir, tarhana veya mercimek çorbasıyla da
olabilir.
Cinsel tatmin yolunda, fanteziler, fantezi denebilecek
masraflar yapmak, üretmek ihtiyaç mıdır, nefsin, zevklerin lüks ve israf
dalgalarının arasında boğulması mı?..
Bir de şu düşünülebilir. Yemek ihtiyaçtır. Yiyecek bir şey
bulunamadığında, açlıktan ölme tehlikesi baş gösterdiğinde, yani zaruretlerin
mahzurlu şeyleri zaruret miktarı mubah kılması hali ortaya çıktığında, insan
ölmeyecek kadar sözgelimi domuz eti yiyebilir.
Ömrünüzde, açlıktan susuzluktan ölen insan duymuşsunuzdur.
Peki cinsel tatminsizlikten öleni hiç duydunuz mu?..
Olsa olsa cinsel tatmin yolunda koşan insanlar içinde ölüme
mahkum olanları duymuşsunuzdur; AİDS gibi…Tabi kanla bebeklere bile bulaşması
söz konusu olabilmektedir.
Pekala, insanın eşi adet günlerindeyken kocasının, zaruret
doğdu deyip başka kadına gitmesi tecviz edilebilir mi?
Ya da cinsel ilişki yaşamadığı için biyolojik olarak bir
insanın hayatı tehlikeye girer mi?..Ölümle yüz yüze kalır mı? Yoksa psikolojik
bir ihtiyaçtan mı söz ediyoruz. Bu durumda hastalık kavramı yine gündeme
gelecektir…
Cinsel tatminin, yeme içme gibi bir ihtiyaç olmadığının,
cinsel tatmin olmadan da yaşanabileceğinin bir diğer göstergesi de, bu lûğ
çağına gelinceye kadar çocukların durumuyla, belli yaştan sonra bu
aktivitelerden uzak geçen yaşlılık dönemleridir. Bir de ekstrem bir örnek olsa
da hadımlar!..
Şayet cinselliği açlık gibi düşünen ve ölümle yüz yüze
kalacağını iddia eden insan varsa üç tavsiyemiz olabilir: Birincisi: “En ya kın
psikiyatriste müracaat ediniz!” İkincisi: “Rabbinizle aranızdaki münasebeti
ciddi olarak gözden geçiriniz”!.. Üçüncüsü: Diyecek sözümüz yoktur!”.
Cinsel tatmin zevki, iyi düşünülecek olursa bedensel
ağırlıklı bir olgudur. İnsan bedende yoğunlaştığı oranda bu duygu konu sunda
tutkusu ve ihtiyaç hatta hastalık derecesinde arzusu coşacaktır. Ruha yapılan
yolculuklarında yoğunlaştıkça, beden dünyasın dan uzaklaşan ve nurâniyet
kazanan insan, nurânî bir melek gibi cinsel duygulara uzak kalmış olacaktır.
Cinsel duygular, bedenselleşme ve nuranîleşme olaylarıyla orantılı olarak
güçlenir veya ihtiyaç olmaktan çıkabilir.
Dünya hizmet yeridir lezzet yeri değildir. Dünyasında
hizmete hiç yer vermeyen, lezzetlerle donatan insan aslında geleceğini riske
atmaktadır.
Cinsel lezzet başlı başına bir ürün değildir. Bu avans
lezzet, gerçek evlat lezzetine vesile olabildiği oranda gerçek işlevine uygun
anlam kazanır. Ne var ki evlat olmadan da evlilikle meşrû kılınan bu duygu, hiç
olmazsa insana iki şey kazandırmalıdır: Birisi, ha ramlara karşı eşlere
koruyucu kal-kan misyonu üstlenmesi, diğeri de nezahet çerçevesinde gerçekleşen
birleşmeyle eşler arası sevgi ve muhabbetin artmasına vesile olmasıdır.
Buraya kadar, inanan insanların bu konudaki durumlarını
irdelemeye çalıştığımız fark edilmiş olmalıdır. İnanç ve ibadetle hiç bir
ilişkisi olmayan insanlar için de bir şeyler ifade edebilir zannederiz.
Özellikle küçük yaşlarda ciddi travmalar yaşayan ve bir şekilde tacizlere maruz
kalan (ensest dahil) ve bazı cinsel alışkanlıklar edinip bundan vazgeçemeyen
insanlar, hem psikiyatrist yardımı almalılar hem de, ehil mürşitlerden ve
iffetli arkadaş çevresinden yardım almaya, ciddi bir kalp ve düşünce operasyonu
geçirerek, nefislerine ha kim olmaya çalışmalıdır. Allah’a ciddi yönelen insan,
ruhuna huzur, aklına güç, kalbine manevi heyecan geldiğini hisseder ve nefsine
hakim olmayı öğrenebilir.
Hangi günah ne kadar büyük ve çok olursa olsun, Allah’ın
Rahmet ve Mağfireti yanında denizde köpük gibidir, ümit kesmek as la doğru
değildir
(4/48,116;39/53). Bu konuda ısrarcılık da çok önemlidir.
Günahlarda ısrar etmeme affedilmelerini sağlar, af dilemede israr ise insanı
kolay temizler.
“Onlar, bollukta darlıkta Allah’a için harcarlar, öfkelerini
yutarlar ve insanları affederler…Kötülük (fuhşiyat) yaptıklarında nefislerine
zulmettiklerinde Allah’ı hatırlar günahlarına istiğfar ederler. Günahları
Allah’tan başka kim affedebilir. Ve onlar günahlarında bile bile ısrar
etmezler” (3/134-135).
<span style="color:#0000ff;"><em><strong>Cinsel
açlığa karşı açlık aşkı ve namaz aşkı!</strong></em></span>
Cinsel tatmin arzusunu kendisi için bir ihtiyaç ve hastalık
haline dönüştürmüş, özellikle bunu meşrû olmayan yollarla elde etme ye alışmış
insanlar kuşkusuz psikiyatrist tedavi alabilirler. Aslında işleyeceğimiz iki
konunun da, psikolojik etkilerinin olabileceğinden bahsedilebilir.
Genel anlamda her aşka ve özellikle cinsel konulardaki
tutkulara karşı önereceğimiz iki yöntemden birincisi açlıktır. Açlığa aşık
olmaktır İkincisi de namazdır. Namaza aşık olmaktır.
Açlık göreceli bir kavram!..Ruh açlığı, cinsel açlık, gözü
aç, yoksul ve aç insan gibi farklı bağlamlarda kullandığımız olur. Biz hind
fakirlerinde ya da ruhbanlıkta olduğu gibi veya ideolojik anlamda bir açlıktan,
yoksulluk edebiyatından söz edecek değiliz. Soyut olarak açlık kavramının ruhla
olan ilişkisinden ve özellikle de, nefisle olan göbek bağından bahsetmek
istiyoruz.
Nefsin cinsel arzularını dindirmede en etkili antibiyotik
gibi, çok kısa zamanda bütün bedensel duygularda etkisini ve zamanla
hakimiyetini gösterecek sırlı bir güce sahiptir açlık. Bir de bu, ibadet adına
oruç şeklinde icra edilirse, otomatik fren görevini yerine getirecektir. Açlık,
nefsin, ateş yerine açlıkla terbiye edilmesi sonucu, “Benim Rabbimsin!” diye
itiraf etme zorunda kalacağı güçlü bir pehlivan gibidir. Nefsi ancak açlık
ciddi olarak dize getirebilir. Çünkü insan, bir açlıkla bir de secde ile iki
büklüm hatta dört büklüm hale gele bilir!..
Mal ve evlat, yeme içme ve özellikle de cinsellik adına
ruhumuzu saran dünyalıklar ve gaflet karşısında, az nefsinden yanmış olanlar,
açlık olgusunu yabana atmamalıdır. Açlığın kendi dünyalarında ne gibi değişime
yol açabileceğini ciddi olarak irdelemelidirler.
Meditasyon eğitiminde ruhî ve zihnî güç, bedenden ve ilgili
olduğu zevklerden uzaklaştırılmaya çalışılır. Bizim tefekkür dünyamız hiç bir
düşünce disiplininde olmadığı kadar derin, etkili, renkli ve çok boyutludur.
Biz ibadet neşvesi içindeki “Açlık zevkini”, nefsi,
özellikle cinsel yöndeki zevklerin yerini alabilecek bir alternatif olarak
değerlen dirilmesini önerebiliriz.
<span
style="color:#0000ff;"><em><strong>Birinci
adım:</strong></em></span>
Bütün şehevât zevki yerine açlık zevki…(Ayette geçen şehevat
kavramı, nefsin arzuladığı her şeyi kapsamaktadır.3/14)
Cinsel zevkler yerine özellikle açlık zevki!..
<span
style="color:#0000ff;"><em><strong>İkinci
adım:</strong></em></span>
<em><strong>Bütün şehevat ve cinsel zevkler
yerine namaz zevki!..</strong></em>
Açlık ve namaz zevkleri, insan ruhunu sararsa diğer zevk
çeşitleri mekan bulma imkanı bulamayacaktır. Tersi de doğrudur: Şehevat
zevklerini alışkanlık haline getirmiş, zaafiyetlerini ihtiyaç olarak
kabullenmiş insanlar, açlığa da namaza da dayanamazlar!..
İnsan bir de ibadet niyetiyle aç dolaşıyorsa, iç dünyasında
farkında olmadan bir programın işlediğini, hissedişlerinde bir farklılaşmanın
başladığını hayretle fark edecektir. Aç mide boş görünse de ruh için açılan bir
manevra alanı gibidir. Ruhun derinlerden gelen sevinci, açlığa bir lezzet
kazandıracaktır, buna kesinlikle inanabilirsiniz. Bunu deneyebilir, bir gün
dolu mideyle bir gün de aç mideyle akşam ederek, iç dünyanızdaki ve çevrenizle
ilişkilerinizdeki farklılığı gözlemleyebilirsiniz.
Biyolojik olarak açlık, etkisini, ilk planda midede, diğer
deyişle; bel üstü ile bel altı arasında doğrudan hissettirir. İçimizin
kıyıldığını hissederiz.
Zihnimiz o bölgeye yoğunlaşır. Bu aynı zamanda, geçici
olarak şehvet ve maneviyatla ilgili duygularından soyutlanmış halimiz olarak
tezahür eder. Yani açlıktan midesi guruldayan, bedeni halsiz düşecek hale
gelmiş olan bir insana, zevk ve eğlence ya da ibadet ve manevi dersler adına
yapacağınız teklifler, bir tas çorba bir dilim ekmek kadar cazip gelmeyecek, en
azından öncelik hakkını elde edemeyecektir. Bu yüzden Peygamberimiz, iftar
vakti orucun hemen açılmasını istemiş ve sofranın hazır bulunduğu bir açlık
durumunda, vakit uygunsa, namazdan önce yemek yenmesini tavsiye etmiştir.
Bu durumu şu şekilde de ifade edebiliriz: İnsan ne kadar
zevk ve eğlenceye ya da manevi tecrübelere alışmış olursa olsun netice
itibariyle, an gelecek midesinin şiddetli ve hayatî açlık isteğine mağlup
düşecektir.
Gün boyu oruçla açlıklarına kıvam kazandıran insanların,
iftar öncesi koşuşturmaları ve bir mide seferberliğine girişmeleri nasıl izah
edilebilir?
Sınıflarda ders görenlerin, eğitimdeki askerlerin,
fabrikalarda dairelerde bürolarda çalışanların, mahkumların vb. durumda
olanların, akşam iftarı değil, öğlen paydosunda, savaş alarmıyla silah başı
yapan asker gibi tabak başı yapmaları, midemizin, ha yatımızın baş rol oyuncusu
olduğunu göstermiş olmuyor mu?
Açlığın, insanı böylesine cezbeden müthiş bir çekim ve etki
gücü bulunmaktadır. İşte bu açlık cazibesi, ön plana çıktığı ve bünyemizde
hakimiyet kurduğu her zaman diliminde, nefsimize cazib gelen pek çok zevk
türünün fonksiyonlarını da durdurmakta, yeme isteği bütün isteklerin önüne
geçip liste başı olmaktadır.
Başlığımıza ters düşecek bir tanımlama yapmak zorundayız:
Yeme aşkı bütün aşkları geride bırakmaktadır. Bu durumda Açlık değil tokluk,
aşka dönüşmüş oluyor. Oysa biz açlığı bir aşk olarak takdim etmeyi
düşünmekteydik!..Konuyu nasıl aydınlığa kavuşturabiliriz?
Beşerî aşkın güzel ve tatlı yanları olduğu gibi çirkin ve
bela yönleri de yok değildir. Bazen haz bazen azab verir. Kimine gülistan
kimine de hâristan gelir. Vuslatıyla da hasretiyle de ciğer dağlar; aşık her
halükarda ağlar!..
Midesi aç olan da, ruhu aç olan da aslında ağlar!..Mide
doyar insan zevklere dalarsa ruh aslında işte o zaman ağlar!..
Açlık aşkı da, ayrılık ve hasret acısı çektirir fakat günah
adına insanın ruhunu, hüsrana götürebilecek bütün aşklardan bir uzaklaşmadır
bu!..
İnsan açlıktan yanar sonra karnı doyar sonra da günah aşk
ballarına banarsa, beden vuslatla zevklenirken kalbin acılarla kıvranmasıdır
bu!
Açlık aşkı bir ışıkcıktır fakat insanı bir taraftan nefsin
bütün olumsuz arzularından soyutlar diğer taraftan da insan ruhunun nurlar
aleminde aydınlanmasına, Allah aşkıyla itminana ermesine sebep olur.
Açlık aşkı, fani cinsel açlıkları ve zâil aşkları bastırır.
Bakî aşklara ulaştırır…
Açlık aşkı, oburluğu durdurur, alışkanlıkları susturur.
Manevi duyguları coşturur, insanı meleklerle at başı koşturur.
Öyleyse açlık aşkının oluşmasında şu iki sebep ve amaç çok
önemlidir: Nefsi azdıracak bütün aşkları önlemek ve aşmak, Rahman’a ulaştıracak
bütün aşkların önünü açmak!..
Açlık insanı öfkeli yapar düşüncesi bu tezimiz açısından
yanlış olarak değerlendirilebilir. Açlık sonucu öfkelenenler, aslında açlığı
bir dost, bir lezzet olarak hiç düşünmemiş, genellikle açlık deneyiminden uzak
yaşamış olan insanlardır denebilir.
Hayatımızdaki başarısızlıkları, başarı yolunda bir deneyim,
ileri hamle için bir gerilim olarak görme konusu aklı başında her in san
tarafından savunulur.
Açlığa da bu bakış açısıyla bakmakta bir engel yoktur.
Açlık aşkı hem ok hem de yay gibi fonksiyon yapar. İnsan
açlık sayesinde nefsiyle yay gibi gerilir, fakat kalbiyle ok gibi hedefe
kitlenir!..
Açlık aslında acı verir. Fakat acı vermesi, nefse ağır
geldiği içinidir. Nefsin alışageldiği yeme içme, eğlenme ve cinsel haz hissetme
alışkanlıklarını önlediği ya da performansı düşürdüğü içindir. Her yeme içme
nefse enerji yükler ve onu hareket geçirerek o enerjiyi yakma, boşaltma ve
harcama isteğini vazgeçilmez bir ihtiyaç haline getirir. Nefsin ihtiyaç olarak
gördüğü şey ise, oburca yiyen ama farkında olmadan çatlayan balıklar gibi, haz
dalgaları arasında boğulmaktan, nefis hastalıkları içinde çırpınmaktan başka
bir şey değildir. Bu yönüyle açlık gerçek bir dalgakıran gibidir.
Açlığın, insanın, kötülüklere yatkın bütün beden
bölgelerindeki kaslarının işlemesini yavaşlatması, ten iştahını kesmesi yönüyle
bile başlı başına büyük bir kazanç ve avantaj sayılabilir. Bu kadarı bile
açlığa aşık olma adına yeterli bir gerekçe olarak görülebilir.
Açlık çok sadıktır, son derece vefalıdır ve samimidir
de!..Çünkü insana sadece kendisini düşündürür. Başkalarından uzaklaştırır.
İnsan doğrudan kendini obje yapar. Çok aç olduğumuz bir anda, spora, eğlenceye
veya herhangi bir uğraşa davet edildiğimizde, hemen açlığımızı öne süreriz.
Davet edildiğimiz şeyi erteler, kendimizi ön plana çıkarırız. Çağırana değil,
kendimize koşarız. Elimizde kaşık, tabak başında kendimizle baş başa kalırız.
Bu durumda açlık bizim sigortamız olarak görülebilir. Bizi
bizde tutuyor, başkalarının uygun olmayan davetlerine karşı isteksiz yapıyor,
koruyucu bir kalkan ve zırh oluşturuyor. Beden mukassî oluyor, iki dört büklüm
kapanıyor, manevî gardını alıyor. Dıştan soyutlanıp içe yolculuğa açılıyor. Aç
mide bedeni güçsüz gibi gösterse de tersine, manevi enerji yüklenmiş oluyor.
Zahirî ve geçici güçsüzlüğü olsa da, bu, günahlara karşı oluyor!..
Tok insan asıl, arzular girdabında av olmaya açık hale
gelebiliyor. “Oh!” dedirtiyor, “Şimdi keyif zamanı!” hevesiyle arayışlara
giriyor; açlıktan gelebilecek bir lezzet kapısını kapatıp pek çok lezzetlere
yelken açmaya hazırlanıyor!..Bir açlıktan zevk almıyor bin zehirli lezzetten
zevk almaya açık hale geliyor. Sahici gerçek has lezzete sırtını dönüp, yalancı
sanal sahte lezzetlere yüzünü çeviriyor.
Öncelikle açlığı sevmeye çalışmak, onunla çok yakın dost
olmak gerekir. Zihin derinliklerinde açlık zevkiyle buluşmak, zaman la da
açlıktan zevk alır hale gelmek, bu zevki başka zevklerin yerine ikame etmek
gerekir.
Motive edici kitaplar genellikle, içe dönük konuşmalarda,
stres meydana getiren, olumsuz düşünce ve mesajlardan uzak kalınması,
içtenlikle olumlu cümlelerle bilinçaltımıza mesaj gönderilmesi tavsiye edilir.
Uzmanlar yerinde bir tutumla, dengeli beslenme ve gerekli gıdanın alınması
tavsiyesin de bulunurlar. İnsana yararlı her güzel sözün arkasında durulmalı
kuşkusuz.
Ve nefsimizin de üzerimizde hakkı olduğunu, beden emanetine
gerekli ihtimamı göstermemiz gerektiğini de unutmamalıyız. Peygamberimiz, her
günü oruçla her geceyi sırf ibadetle geçirmek isteyen ve eşiyle de ilgilenmeyen
genç bir Sahabeyi, çağırarak konuşmuş, gecenin belli vaktinde ibadet, Davut
orucu ve eşinin ve nefsinin de hakkını vermesi konusunda onu ikna etmiştir.
Üstelik, dün ya çapında yapılacak çalımlı hayırlı hizmetlerin en çaplı şekilde
mükemmel yerine getirilmesi için, sağlıklı ve güçlü bir bedene, her in sandan
daha fazla ihtiyacımız olduğunu da göz ardı etmemeliyiz.
En azından şöyle düşünebilmeliyiz: “Ya Rabbi Süleyman
Peygamberin mal konusunda dediği gibi (38/32) bedenimi, yeterince yemeyi ve
eşimi seviyorum, ama bunu, senin için yapıyorum!”..
Biz konumuz itibariyle, zihninizde “Açlık diyalogları”
gerçekleştirmenizi, zihniniz kanalıyla midenizle söyleşmenizi önerebiliriz.
Onun tatlı gurultular halinde sunduğu melodi ziyafeti çağrısını, hemen iştah
kabartıcı yemelere bir davet olarak algılama yerine, bir an durup üzerinde
düşünmenizi ve bu hoş nağmeleri ruhunuza dinletmenizi salık veririz.
Mide çığlıkları bir açlık acısı şikayeti midir yoksa, rahat
bir nefes aldığı için mırıldandığı mutluluk besteleri mı? Şayet sadece nefis ve
nefis tentenesi ten adına insiyakî olarak yorum yapacaksanız, durmayınız çanak
çömlek başına!..Mide üstünde dil, lezzetleri almaya zaten müptela ve müheyyâ!
Mide altı da en pahalı ve lezzetli olanları bile o halde atmaya hazır!..Mekanik
bir sistem ve rutin işlemler!…Sıradanlaşmış eylemler ve fabrikasyon ürünler!..
Bu sebeple başkaları varsın “Açlıktan bayılıyorum, açlığa
dayanamıyorum!” diye söylensin dursun!..Siz ise “Ben gerçekten aç lığa
bayılıyorum! Onu çok seviyorum, ona aşığım!” deyin durun!..
Tokluk insana çok şey kaybettirebilir, ama kontrollü ve
amaçlı açlık çok şey kazandırabilir…Kaybettirdiği bir kaç kilo ise mevzu bahis
olan, insanlar, fizikî görünüm adına, günümüzde kilolar verebilmek için ne
fedakarlıklara katlanıyorlar, hayatî riskleri bile göze alıyorlar.
İnsanlar genellikle tokluğu sevdikleri için açlığı sevmeyi
düşünmezler, bunu denemezler de!..Çünkü çoğunlukla tok olmak için yeme içme
savaşı içinde hayat geçirilir. Açlığı sevme fırsatı bile bulamazlar. Ne var ki
Rahmetiyle Rabbimiz bu yolu Ramazan orucuyla bize açmış, Peygamberimiz, nafile
oruçlarla buna teşvikçi olmuştur. Oruç açlığı gerçekten, tokluk dönemlerimizde
yaşayamadığımız derûnî-içsel duyguları bize yaşatır. Açlık coşkusu hüzünlü
simalarda desen desen tüllenir. Ramazanlarda küçük büyük, genç yaşlı insanlarda
gözlenen tatlı telaş, açlığa olan sevginin, aşkın bir göstergesi sayılabilir.
Açlığı sevme Ruh ürünlerini sevme demektir!..Yer çekimi dolu
mide fasit dairesini kırma demektir. Dolu mide ağırlık yapar, sarkar, yer
çekimine yardım eder, yere yakın zevklere, dünyaya, beden hayatına bağlı ve
bağımlı kılar. Ruh fabrikasını âtıl bırakır, yükselmesine, yüksek ve yüce
ürünler vermesine mani olur.
Açlığı sevmede Meleği sevme, ona aşık olma vardır. Melek
sadece Rahmanı zikreder, onu bilir; çünkü O’na yükselmesine mani olacak
beden-sel ağırlıkları yoktur; yeme içmesi cinselliği yoktur. Ama açlıktan
lezzet alma duygusu da yoktur. Bir duygusu vardır açlık sevenlerin ağızlarında
oluşan açlık kokusuna aşıktırlar. Onlara gül kokusu gibi gelir, aç mide, gül
ağız arar dururlar.
Açlığın kokusu meleği kendine aşık ediyor ve koşturuyorsa,
insan açlığa neden aşık olmasın ve meleğe koşar gibi açlığa koşmasın!..
<span
style="color:#0000ff;"><em><strong>Namaz
aşkı:</strong></em></span>
Açlık sever gibi, güzel koku sever gibi, eş sever gibi
namazı sevmek ve namaza aşık olmak!..
Eş aşkı, gül kokulu hoş açlık aşkı ve secde aşkı!..
Meleğin çok sevdiği kokuyu Peygamberimiz de çok severdi.
Güzel koku aşkının, namaz aşkının ve eş aşkının beraber ele alındığı mübarek
sözünde bu inceliği fark etmek mümkündür.
Açlığın kendisini gerçek hüviyetiyle hissettirdiği ilk
ibadet şüphesiz oruç, sonra da namazdır. Namazla insan, bütün açlıklara karşı
bir perde çeker. İster biyolojik açlık olsun, isterse cinsel açlık, mal mülk
para, makam ve şöhret gibi nefsin hoşuna giden diğer açlıklar olsun, namazla
her gün beş kez bu açlıklar, manevi terapilerle tedavi edilmiş olurlar.
Namaz aşkın, muhabbetin ve arzuların yüzlerini, geçici ve
elemli dünyadan, ebedi ve gerçek lezzetlerin bulunduğu alemlere çevirir.
İnsan kendisini şöyle ölçebilir. Cinsel konular söz konusu
olunca içimde neler hissediyorum? Tavrım duruşum ne oluyor? Karnım aç olduğun
neler hissediyorum, yemekler önüme konunca davranışım ne oluyor. Bir de namaz
deyince ne hissediyorum, nasıl davranıyorum.
İnsanın cinselliğe ve yemeğe içmeye karşı hissettiği arzu,
yöneliş, dayanılmaza tutku, namaza karşı hissedilmeye başlanmışsa, insanın
aşamayacağı hiç bir olumsuz duygu, düşünce ve dünya adına engel yok demektir.
Çünkü her şeyden önce nefis engelini aş maya başlamıştır.
Açlık aşkı, başta cinsellik olmak üzere nefis açlıklarından
ve arzularından insanı soyutlarken, namaz aşkı da insanın bütünma nevi
açlıklarını doyurmakta, onu ruhu bütün, psikolojisi arızasız bir insan haline
getirmektedir.
<span
style="color:#ff0000;"><strong>KUR’AN’DA ERKEK-KADIN
ARASINDAKİ BAZI İLETİŞİM VE İLİŞKİ PRENSİPLERİ </strong></span>
<span style="color:#0000ff;"><em><strong>1-Erkek
ve kadında, birbirinde ruhî huzur bulma duygu ve düşüncesi, vazgeçilmez bir
amaç olmalıdır.</strong></em></span>
Ayet, eş varlığındaki ana gerekçenin huzur bulma olduğunu
vurgular(7/189).
Bu bedenî hiç bir tatmin vasıtasıyla elde edilemeyecek kadar
önemli ve değerli bir durumdur. Eşler kendilerini birer psikolog olarak
görmelidir.
Kur’an eşlere adeta bu misyonu tavsiye etmektedir. Evlenmede
denklik çok önemli bir konudur. Fakat bu genellikle servet, fiziki yapı, soy, kültür
gibi konular çerçevesinde değerlendirilmiştir. Kuşkusuz bu konular da
önemlidir. Ne var ki bu konularda denk görülen nice çiftler de evlilik
konusunda ciddi problemler yaşayabilmektedir.
Tarafların, birbirlerini kendilerinin vazgeçilmez huzur
kaynağı olarak görmeleri ve maddi zevklerin ihtiyaç haline getirilmesi yeri ne,
karşılıklı ruhsal ihtiyaçlarını giderdiklerini düşünmeleri konusunda denklik
sağlanması durumunda, söz konusu konulardaki uyumsuzlukların bile
giderilebileceği imkanı doğmuş olacaktır.
Bir ailedeki mutluluğun temel kriteri bu olabilir. Yani
Eşler veya çocuklar, işten veya okuldan evlerine gelmek için heyecan duyuyor,
içlerinde bir coşku hissediyorlarsa, evlerine mutluluklarına yürüyorlar
demektir. Birey, psikolojisi bozulduğu, huzuru kaçtığı için evinden başka
mekanlara kaçma-ya, uzaklaşmaya çalışılıyorsa, eşler birbirlerinin huzur
kaynağı olamamış, o evde mutluluk rüzgarları esmiyor demektir.
Hiç kimse, bir fabrika kurarken, zarar etsin de iflas edeyim
veya kötü ürün elde edeyim diye kurmaz. Aile bundan az önemli değildir. Aile
bireyleri, evlerini, huzur üreten bir mutluluk merkezi olarak düşünmeli, huzur
gönüllüsü gibi çalışmalı ve bu hedeften asla vaz geçmemelidir.
Eşler, iman ve nikah tazeleme yapar gibi, doğum ve evlilik
yıldönümü kutlar gibi, ama her gün en az bir kere mümkünse beş kere, bu ahdü
peymanlarını, manevi sözleşmelerini yenilemelidirler. Evlerinde namaza
kılanlar, bu konuda büyük avantaja sahiptirler. Çünkü bu dileklerini dua
ubudiyeti bereketi içinde, incelmiş duygularıyla ve topluca tekrarlayarak
yaparlar. Bu, grup terapisi yapar gibi bilinçaltlarını ve ruhlarını doğrudan
etkiler. Dil yoluyla dilden dökülen huzur dilekleri, bir şekilde o mekanı hatta
eşyaları bile etkiler ve insan üç beş ev eşyası içinde bile huzur alanı
oluşturmuş olur.
İnsanın mahiyetinde, başkasına huzur verme, huzur vererek
mutlu olma gibi fıtrî bir duygu vardır. Kur’an bunu “îsâr” olarak ad
landırır(59/9).
Bu duygu ego ile, cimrilikle, kin ve düşmanlıkla
köreltilmemişse; babalarda ailesine karşı, annelerde çocuklarına karşı, genel
de insanlara karşı somut biçimde gözlenir de…Esas îsâr kahramanları Mekke’den
hicret eden Muhacirlere kucak açan, sahip olduklarının yarısını paylaşma
teklifi yapan Ensar’dır.
Aile yuvasında bu duygunun alabildiğine yaşatılması, çok
güzel duyguların yerleşmesine ve olumsuz tutum ve davranışların azalmasına
kesin çözüm getirebilir. Aslında bu duygunun, sevgi ve saygının, huzur ve
mutluluğun oluşmasında en etkili birinci duygu olduğu bile söylenebilir.
Zira bu duygu güçlü çekimiyle, insanda fedakarlık yapana
karşı ciddi minnet duyma ve bağlanma gibi farklı güçlü bir duyguyu harekete
geçirir, aynı zamanda fedakarlıkla karşılık vermeyi netice verir. Bu duygu
annelerde daha yoğun görüldüğünden, aile huzurun da payları büyük olur.
Ruhlarda mehtap ve güneş doğduktan ömür boyu sürecek huzur
iklimi oluştuktan sonra, o hane cennetten bir köşe olur.
<span
style="color:#0000ff;"><em><strong>2-Kadın ve erkekte,
birbirine karşı sevgi ve merhamet duygu ve düşüncesi, vazgeçilmez birer araç
olmalıdır.</strong></em></span>
Ayet, eşler arasında ruh uyumunun, kaynaşma ve huzur
sağlamanın esas gerekçe olduğuna, sevgi ve şefkat duygusunun bu nu sağlamada,
korumada, arttırmada ve devam ettirmede güçlü birer tetikleyici duygu olduğuna
ya da ruhlara huzurun hakim olduğu yerde bu iki etkili duygunun kalıcı olarak
doğabileceğine işaret ediyor gibidir(30/21).
Sevgi ve merhamet duygusal bir tepki olarak kalabilir.
Bedensel yön de etkili olabilir. Sözgelimi, insan bir güzele ilk görüşte
gönlünün aktığını aşık olduğunu, zamanla da sevdiğini söyler. Bir özürlüyü ya
da fakiri gören insanın içi merhamet duygusuyla acıyabilir. Ve bu iki duygu
insanı bazı davranışlara yönlendirir. Fakat bu geçici bir duygu dalgalanması
med-cezir olayı gibi gelip geçici olabilir ya da zamanla ilk günkü etkisini
kaybedebilir.
Her iki ayette de geçen “Sükûn” kavramında ise ruha mal
olan, ruha işleyen, en zor şartlarda bile etkisini hissettiren, bütün benliği
saran ve kalıcı olan son derece güçlü bir duygu-huzur bulma söz konusudur ki
hem maddi hem de manevi ihtiyaçların sağlanmasındaki devamlılığı gösterir.
“Sekîne”, ruhun derinliklerine kadar işleyen bütün duyguları
etkisi altına alan, bütün korku ve endişeleri gideren iç huzuru demektir ki,
savaş gibi, insanı son derece tedirgin edici bir ortamda bu duygunun müminlerin
kalbine verildiğinden bahsedilir (9/26,48/4).
“Mesken” kavramı, Kur’an’da aynı zamanda erkek ve kadın
cennetliklerin temiz mekanları olarak zikredilir(9/72). Ve, evlerimiz huzur
bulup dinlendiğimiz gecelerin(10/67) en koruyucu mekanlarıdır.
Aile, aslında topyekün bir hayatla mücadele etmenin minyatür
plandaki organizasyonudur. Bunun büyük çapta olanı hükümet etmek, devleti idare
etmektir. Ve milletlerin en çok ihtiyaçları olan ve bekledikleri şey maddi manevi
huzur içinde yaşamaktır. Bu sebeple ayetlerde sıkça ele alınan; azgınlık,
zulüm, fitne, fesat ve bozgunculuk toplum huzurunu bozduğu için şiddetle
reddedilmiş ve cezalar biçilmiştir.
Aile ve devlet hayatında maddi manevi huzur ve düzen temel
amaç edinildiğinde, bu huzura ulaşmada iki besleyici ana duygu olan sevgi ve
merhamet duygularının da etkisiyle, insanların iç ve dış bütün ihtiyaçlarının
karşılanmış olacağı gibi, huzuru bozucu her davranış da barınamayacaktır.
Sevgi ve aşk kavramları insanların günlük hayatlarında,
özellikle şarkı sözlerinde ve şiirlerde en çok sözü edilen kavramların başında
gelir.
Çoğu tanımlamalar ve hissetmeler aslında, mecazî aşk ve
sevgi üzerine yapılmaktadır ve ışığın tanımlanması anlamına gelmektedir. Sevgi
ışık gibidir, insanın kalbini aydınlatır bir enerji oluşturur, fakat asıl olan
ışığın kaynağına ulaşmaktır ve o ışığı yararlı şekilde kullanması bilmektir.
Bilinçsizce yaklaşılan kimi ateşler ve ışıklar insana zarar da verebilir.
Beşerî her sevgi hakiki aşk ve sevgi olan Allah sevgisi
adına ve belli amaçlarla yaşanırsa, iki dünyada insana mutluluk sağlaya bilir.
Yoksa sevgi ışığının her an şeytanî ve nefsanî ateşe dönüşmesi ve insana zarar
vermesi muhtemeldir.
İki ayette bu inceliği yakalamak mümkündür. Kalpler Allah
ile tatmin olur, huzur bulur (13/28). Eşler birbiri için huzur kaynağına
dönüşmelidir. Sevgi merhamet gibi duygular bu huzuru paylaşma adına
işletilmelidir. Bu sebeple evlenmek üzere birbirlerine razı olan taraflar, yek
diğerine benim “Huzur arkadaşım!” nazarıyla bakmalı, kendini sevgisinin de
desteğiyle, eşiyle huzur bulacağı konusunda ikna etmelidir
Yukarda ele aldığımız cinsellik konusu da burada gerçek
yerini bulmuş olmaktadır. Huzur üreten bir nesil yetiştirme hedefine hizmet
etmesi açısından cinsellik, eşler arası sevgi ve merhametin, dolayısıyla
huzurun yerleşmesi ve beslenmesine hizmet eder durumda olmalıdır.
<span
style="color:#0000ff;"><em><strong>3-Cinsel arzu,
yüksek amaç için verilmiş peşin-avans ücret olarak görülmeli, tutkuya
dönüştürülmemelidir.</strong></em></span>
Kur’an, insanların bir tek ana nefis varlığından geldiğini
ifade eder. Adem’in topraktan bir protein macunu olarak şekillenmesin den ve bu
ana yapının bölünmesiyle Havva’nın yaratılmasından sonra da erkek ve kadınların
bu ikisinden üretilip kabileler olarak çoğaltıldığından söz eder
(4/1,7/189;16/72;49/13).
Ayet: “Size kendinizden eşler yaratmış böylece çoğalmanızı
sağlamıştır”(42/11).
Burdan anlaşılıyor ki model insanın oluşumu aslî amaç,
insanların çoğalması için cinsiyetin oluşumu ve cinsel arzu ise arizî amaçtır.
Fakat vekil de olsa bazen insan asil makamda iş görebilir. Ve elmas aslı olan
kömürü geride bırakabilir. Sadef atılır, oluşturdu ğu inci değerli kalır.
Aynı şekilde bu asla kadının anlamsız, değersiz ve yetersiz
olduğu anlamına gelmez. Hiç Allah’ın, kendi yarattığı erkek ve kadın arasında,
haksızlık ve zulüm yaptığından söz edilebilir mi?..Aksine Cenabı Hak erkek
olmadan da kadının, evren çapında değerli bir misyon sahibi olabileceğini
Meryem, Hacer ve
Asiye olaylarında göstermiştir. Kadın bir yönüyle erkekler
üstü bir varlıktır. Erkek olmadan erkek doğuran ve bütün kadınlardan üstün
tutulan (3/42) tek ana, Meryem Ana’dır…
<span
style="color:#008000;"><em><strong>Üç kadın üç dinin
kurucusu konumundadır.</strong></em></span>
Museviliğin oluşumunda Musa’yı yetiştiren Firavun’un karısı
Asiye baş kahraman durumundadır.
Kocası olmadan İsa’ya hamile kalan ve yeryüzünü etkileyecek
Hıristiyanlığın doğuşuna beşiklik yapan Hz.Meryem’dir.
Hz.İbrahim’in oğlu İsmail ile beraber getirip çöle bıraktığı
Hacer anamız, İslam’ın ve Hz.Muhammed’in (S.A.V.) doğuşuna Mek ke’yi hazırlayan
ve bir medeniyete öncülük eden tek kadın örnektir.
Kadını esas anlamsız ve değersiz kılan bilinçsiz erkek
olmuştur. Kabil bir tutku kurbanıdır. Bu tutkusuyla kadını, ruha huzur ve ren
ve sevgi üre ten konumundan indirmiş kendi bozuk ruh haline alet etmeye
çalışmış, sonucunda da kardeş katili olmuştur. Benzer tutum karşı cinsen de
gelmiştir. Züleyha
Yusuf’u benzer obje durumunda görmüş, ulaşamayınca da
zindanla cezalandırmıştır.
Anlaşılıyor ki cinsel arzu yüksek hedefler için bir vasıta
olmaktan çıkarılıp amaç durumuna getirilince, ruhsal yapıda olduğu kadar aile
ve toplum yapısında da dengesizlikler ve bozulmalar ortaya çıkmaktadır.
Eşler, nasıl helal yiyeceklerden lezzet alıyor; başta
besmele çekerek, sonda hamd ederek ve yerken tefekkürle nimetin anlam ve
değerini düşünüyorlarsa, cinsel konuya da benzer yaklaşım sergileyerek, bu
konuya anlam ve bereket kazandırabilir, niyetleriyle her lezzet halini ibadet
haline çevirebilirler.
Şehit olmak için çırpınan bir insan, şehit olamasa bile
niyetiyle elde edeceği sevaplar vardır. İyilik ve infak için niyetlenen insan
da niyetiyle sevaplar kazanabilir. Birlikteliği güzel nesil elde etme adına
gerçekleştirenler de niyetleriyle sürekli iyilik sevabı kazanabilir.
<span
style="color:#0000ff;"><em><strong>4-Erkek ve kadın
birbirlerini cinsel obje olarak görmemeli, ruh güzelliği ve nezahet ön planda
olmalıdır.</strong></em></span>
Sevgi aşk ve merhamet, evi huzur yuvasına dönüştürecek ve
cennet köşesi bu evde sevgi ve merhamet duygularıyla yoğrul muş evlatlar
yetiştirilecektir.
Kadın, Allah’ın “Rahîm” isminden özel bir tecelli olarak
isim almış, çocuk yetiştireceği o yuva, “Ana Rahmi” olarak vasıflandırılmıştır.
Allah’ın ismiyle mühürlenen bu bölge yasak bölgedir ve bu kapının, meşru
şekilde, kadının eşinden başka hiç bir şekilde açılma sına izin verilmemelidir.
Rahim’in emaneti olan rahim, vefa içinde iyi korunmalı, emanete ihanet
edilmemeli, ancak evlilikle huzur yuvasına dönüştürülmelidir.
Bu mührü kıran, erken ilişkiye izin veren batı kültürü
günümüzde bugün, sokakları dolduran anne babası belirsiz genç enerjik
yığınlarla uğraşmak zorunda kalmış adeta bireysel zevk özgürlüğü uğruna
başlarına bela sarmışlardır ve bu sadece bir başlangıç ol maktadır. Dini, malı,
canı, nefsi korumanın yanında nesli koruma Dinimizin temel beş ana
prensiplerinden biridir.
Ana rahmi Allah’ın -deyim yerindeyse- “Sanat Tuvali”
gibidir. Alak süresinde belirtildiği gibi, rahim duvarında bir hücre olarak
yapışan embriyo aylarca, aşama aşama gelişme gösterecek, bir ressamın usta
fırçasından çıkan resimlerden öte, canıyla kanıyla mükemmel bir varlık olan
insanın yaratılmasına sahne olacaktır. Allah güzel isimleriyle sadece annede
tecelli etmektedir. Bu yönüyle anne melekten üstündür. “Melek anneciğim!”
deyimi bu durumda yetersiz bir anlatım olmaktadır. Çünkü melekler, anne
olamazlar.
Eşinin ve çocuğunun yüzüne vuranlar, vurma riski taşıyanlar
şunu düşünmelidirler: İnsan Allah’ın sıfat ve isimlerini yansıtan aynadır. Yüz
aynası bunu yoğun şekilde yansıtır. Allah, Kudret sıfatının tezahürü olarak
erkeğin bileğine belli iyi amaçlar için güç vermiş tir. İnsanın yüzüne de Basar
isminin tecellisi olarak göz vermiştir. Elini yumruğunu kaldırıp eşinin veya
çocuğunun yüzüne vuran insan, Allah’a en büyük saygısızlığı yapmış, O’nu it-ham
etmiş olmaktadır. Allah’ın verdiği kudret özelliğini, yine onun verdiğin basar
özelliğini yok etmede kullanmaktadır.
Hanımların adet günleri dışındaki günlerinde, rahim
duvarında protein istiflenir depolanır, gelecek misafire hazırlık yapılır.
Şayet aşılanma olmazsa adet günlerinde bu hazırlıklar sökülüp atılır. Bu
rahatsızlık (2/222) günlerinde erkeğin eşine yaklaşmasına, diz kapağı göbek
arası ten temasına izin verilmemiştir. Bu aslında ciddi psikolojik bir konudur.
O haline rağmen eşini rahatsız eden insan şu mesajı vermiş olmaktadır: “Senin
rahatsızlık durumun beni ilgilendirmiyor, benim cinsel zaafım ve arzularım beni
ilgilendiriyor ve sen be nim için sadece bir cinsel objesin!”…
Öte yandan, ruh fıtrî olarak yüce duygulardan; asaletten,
zerafetten, nezahetten, nezaketten, estetikten hoşlanır. Çünkü Allah’ın insanda
tecellî eden bütün sıfat ve isimleri nezihtir, mukaddestir, latîftir…Bu, kadın
ruhunda, Rahim isminin ana rahminde tecelli etmesi gibi, daha bir başka
yoğunlaşmıştır.
Bu itibarla, erkek, kadınca davranışlar sergilemeden kadın
ruhuna uygun bir tavır göstermelidir. Yani cinsel davranışları ruhsal bütünlük
içinde uygulamalıdırlar. Bedensel eylemlere ruhanî boyutlar kazandırmalıdırlar.
Konuyu ten boyutlarından, ruhanî estetik nezih boyutlara taşımalıdırlar.
Kur’an ön hazırlıktan söz eder(2/223) Bunun ilk yolu
besmeledir, duadır, meşrû temas çeşitliliğidir.
Sonra avret yerlerinin göz temasından uzak tutulmasıdır.
Aynı zamanda mahremce fısıldanan özel kavramlar yüce
değerleri zedelememeli ve estetik güzellikten yoksun olmamalıdır.
Ayet, nefis arzusuna uyarak bir kısım çirkin sözlerin açıkça
söylenmesini Allah’ın sevmediğini belirtmektedir(4/148).
Eşler, kendilerine helal olan eşleriyle gerçekleştirdikleri
münezzeh birlikteliği, nezih kelimelerle süslemeli ve nezaheti bozucu davranış
ve sözlerin bilinçaltına yerleşeceğini unutmamalıdır. Ve bu olumsuz nefsanî
bilinçaltı mesajlarının, zamanla iki tarafın ruhunu da rahatsız edeceği ve
olumsuz başka pencerelerin oluşumuna hatta nezahetsiz taleplerin çimlenmesine
yol açabileceği ihtimalini göz önünde bulundurmalıdırlar.
Cennette kimse yoktu, Adem Havva yasağı delme girişimiyle
elbisesiz kaldıklarını fark edince hemen avret yerlerini örttüler. Eşler arası
bu gizemliliğin ruha kazandıracağı huzurlu mutluluğu fark edemeyen kimi
insanlar, hadislerin belirttiği gibi, açıkta ve pervazsızca uygulanan
münasebetleri tercih ederler. Ruh estetiğini de kaybederler. Bu tutumun
kazandıracağı psikolojik ruhanî hazları da! (Ayette erkeğin kadın için kadının
da erkek için bir elbise olarak nitelendirilmesi ilginçtir,2/187).
Rahîm ismiyle mühürlenen ve mahremlenen ana rahmi bölgesi,
saygı ve merhamete en layık en saygın bir bölgedir. Ve bu sadece kişiye özel
kalmalıdır. Sağlık ve doğum gibi sebepler zorunlu hayatî gerekçeler dışında, eş
tarafından bile ihlal edilmemelidir. Bu bölge sanki sahibine münhasır koruyucu
bir sınır bölgesi gibidir. Nefse ait pek çok olumsuz duygu ve düşünceleri zapt
etmektedir. İhlali durumunda, bunların hücumu söz konusu ola-bilir.
Kendi eşini cinsel obje olarak değil, estetik bir ruh güzeli
olarak gören ve avret yerine bakamayan insan, öncelikle kendi eşinin gözünde
büyüyecek, saygı ve sevgi kazanacaktır. Eş kendine, fizik ötesi ruh yapısına
değer verildiğinin, ruhen sevildiğinin bilincine varacaktır. Bu arada özel bir
güven de oluşacaktır.
Bu tutum aynı zamanda başkalarına yönelme isteğini de
ortadan kaldırmış olacaktır. Bu, oruca benzer. İnsan evindeki helal yemeğe ve
helal eşine bile elini uzatamamaktadır. Haram olan yiyeceğe haram olan ilişkiye
nasıl el uzatabilir!..Kendi eşine hoyratça bak mayan ve yaklaşmayan bir insan
başka bedenlere nasıl bakar, nasıl yaklaşır!..Bunun tersi sonuç da şudur: Başkalarının,
canlı can sız, mahrem bölgelerine bakan ruhlarda, eşlerine karşı ruhanî lezzet
azalması, hatta bedensel isteksizlik doğabilir…Bu da haram yollara kapı
aralayabilir.
Bu anlamda daha başlangıçta, eşe karşı gözlere este-tik oruç
tutturmak yararlı olur. (Araştırılırsa, insanın kendi avret yerlerine bile,
zorunlu olmadıkça, bakmasının bir kısım psikolojik yan etkilerinin olduğu
görülebilir; unutkanlık yapma, övünme, komplekse kapılma, bazı duyguları
tetikleme, vakarı ve ruhîestetiği kaybetme gibi…Psikoloji uzmanlarının
araştırması gereken bir konudur…). Bu tavsiye yadırganabilir. Ancak, uygulayan
yadırgamaz. Yadırgama ise uygulamadan olmaz!..
<span
style="color:#0000ff;"><em><strong>5-Kadın ve erkek,
güzel geçimi sağlamak için birbirlerinde hoşa giden davranışlara
yoğunlaşmalıdır.</strong></em></span>
Ayet: “Eşlerinizle iyi geçinin!..Hoşa gitmeyen bir durumları
varsa, onda bile Allah’ın bir kısım hayırlar lütfedebileceğini düşü
nün!”(4/19).
Bu ayet, ailede sevginin ve huzur ortamının oluşması adına,
eşler için son derece önemli bir bakış açısı kazandırmaktadır.
Kur’an çok ayette aslında daima güzel duygu, düşünce söz ve
davranış biçimlerinin benimsenmesi, kötü olanlarından uzak durulması konusunda
sürekli uyarı yapmaktadır. Bu ayet bu anlamda genel bir çerçeve çizmekte ve
ser-levha yapılması gereken bir ilke vermektedir.
Benzer konuya Peygamberimiz de işaret etmekte, “Eşlerinizde
hoşunuza gitmeyen haller varsa, hoşunuza gidecek halleri de vardır” demek
suretiyle bakışımıza yön vermektedir.
Psikolojik bur tutum şeklidir ki insan, kendi kusurunun
söylenmesi karşısında savunmaya geçer ve misliyle mukabele eder; yani o da
sizin bir kusurunuzu ifade eder. Böyle kusurlar çatışması içinde olumlu güzel
yönlerimiz de boğulur gider, görülmez olur. Bazen bir kusur pek çok güzel duygu
ve davranışın perdelenmesine sebebiyet verebilir.
Özellikle gözü kör ettiği söylenen aşk uğruna seven,
sevdiğinin bir gamzesi uğruna pek çok hatasını görmezden geliverir. Ele
aldığımız yönleri ile, ebedî hayata yönelik dünyadaki Huzur Arkadaşlığı
hatırına insan, eşinin pek çok kusurunu örtebilir…
Kur’an Nisa süresinin ilk sayfalarında aile ilişkilerine
oldukça geniş ve anlamlı yer vermiştir. Buna göre ahlaksızlık dışında, eşler
arasında örtülemeyecek hiç bir kusur yok gibidir.
Şu ayet umarız eşlere ve aile bireylerine geniş bir
perspektif kazandırır: “Ey iman edenler! Eşlerinizden ve çocuklarınızdan size
düşman olanlar da vardır. Onlara karşı tedbirli olun. Fakat eğer affeder,
bağışlayıp hoş davranır ve kusurlarını örterseniz bilin ki Allah çok bağışlayan
ve merhamet edendir” (64/14). Ayet iyi halleri olan aile fertlerinden
bahsetmiyor, düşmanca davranış sergileyenler den ve onlara karşı takınılması
gereken davranış biçiminden bahsediyor ve tavsiyesini üç ayrı olumlu davranış
ifade eden kelimeyle güçlendiriyor.
<span
style="color:#0000ff;"><em><strong>6-Erkek ve kadın
birbirlerinin farklı yönlerini olduğu gibi kabul etmeli ve ona uygun
davranmalıdır.</strong></em></span>
Ayet: “Allah’ın birinizi diğerinden üstün kıldığı yönlerini
(kıskançlık, hırs ve düşmanlıkla) isteyip durmayın. Erkeklerin kendileri ne
göre kazanıp sahip oldukları yönleri vardır kadınların da kendilerine göre
kazanıp sahip oldukları yönleri vardır. Allah’ın fazlından isteyin…”(4/32)
Bu ayet de eşler ve aile bireyleri arasında denge ve uyumun
sağlanması adına çok önemli bir prensibe işaret etmektedir.
Biyolojik farklılık tartışmasız kabul edilecek bir
farklılıktır. Önemli olan psikolojik farklılıkların iyi irdelenmesi, ruh
yapısının, kişilik ve karakterlerin iyi okunması ve bu yapıya uygun
davranılmasıdır. İçe dönük, dışa dönük, optimist, melankolik gibi kişilik
yapılarının fark edilmesi, bir kaç güzel söz veya dokunuş ya da bir ikram ve
hediye ile gönül alınmasının gerekliliği gibi konular vitrinleri dolduran pek
çok eserde işlenmektedir. Burada önemli olan eşlerin, ilk maddede işaret
ettiğimiz “Huzur arkadaşı” anlayışına kendini ikna etmesi, ruhuna kabul
ettirmesidir. Bu sevgi ve merhamet anlayışı ile hareket etmek isteyen insan,
zaten güzel davranış biçimlerini okuyarak, dinleyerek, görerek hatta düşünerek
belirleyebilecektir…
Eşlerin, duygusal yapıları, kültürleri, anlayışları, sosyal
statüleri farklı olabilir. Eşler birbirlerine karşı bir tutum ve davranış
sergilerken, sadece kendilerini değil, eşlerini de ölçüye koymaları, terazinin
birer kefesinde tarttıktan sonra hayata geçirmelidirler. Kur’an’dan verdiğimiz
örneklerde iki
Peygamberin de hanımlara karşı bu tarz yaklaşım
sergilediklerini görebiliriz.
Karşımızdaki insanın baskın yönlerine uygun olarak
sergilediğimiz her davranış aslında, onun da bize uyumlu olarak davranması için
bir yatırım sayılacak bize geri dönecektir. Bu duygusal planda bir empati
olarak tanımlanabilir. Hadiste belirtildiği gibi, insan kendisi için istediğini
başkası için de istemelidir. Başkası için bunu isteyebilmesi için kendisini
onun yerine koymalıdır. Dinimiz bunun pratiğini cemaatle saf bağlatarak
yanındakiyle omuz omuza getirerek yapmakta, oruçla aç bırakarak açın halini
anlamamızı sağlamaktadır. Savaş bittikten sonra, ölmek üzere olan üç-dört
insanın, kendilerini birbirlerinin yerine koyarak, suya o daha çok ihtiyaç
duymakta dır deyip, son yudumlarından feragat edip birbirlerine havale
ettikleri bilinen bir olaydır.
Özellikle erkek, eşine bakarken dördüncü maddede ele almaya
çalıştığımız yönleri göz önünde bulundurmalıdır. Eşini Allah’ın isimlerinin
farklı tecelli mekanı olarak değerlendiren ve onu bir Şefkat kahramanı olarak
değerlendirip, evlatlarını karnında taşıyıp bakması yönleriyle takdir eden
erkek eşini evinin huzur kaynağı olarak görüyor ve buna büyük katkı sağlıyor
demektir.
Özellikle erkek, eşine bakarken dördüncü maddede ele almaya
çalıştığımız yönleri göz önünde bulundurmalıdır. Eşini Allah’ın isimlerinin
farklı tecelli mekanı olarak değerlendiren ve onu bir Şefkat kahramanı olarak
değerlendirip, evlatlarını karnında taşıyıp bakması yönleriyle takdir eden
erkek eşini evinin huzur kaynağı olarak görüyor ve buna büyük katkı sağlıyor
demektir.
Kadın sadece bu Sanat Tuvali olması, evlat taşıyıp dünyaya
getiren ve yetiştiren bir Şefkat Kahramanı olarak görülmesi, eşiyle birlikte
hayatın her sıkıntısını paylaşması, evinini ve aile fertlerinin ar ve namusunu
korumadaki hassasiyeti ve toplum yapısını oluşturmadaki hatta medeniyetler
kurmadaki etkinliği yönleriyle ne kadar değer verilse azdır.
Bu ifadeler aynı zamanda erkeğin, eşini böyle görüp
değerlendirmesi adına bir tavsiye niteliğindedir.
Kur’an’ın yaklaşımına bakılırsa yukarda belirttiğimiz
yönleriyle eş bilincine sahip olan erkek, bu anlayışla hareket ederek, aile
sinde huzur ortamını sağlamada, yerleştirip korumada ve geliştirmede son derece
etkili bir sorumlulukla karşı karşıyadır..
Ciddi araştırılması gereken bir konu, aile içinde erkeğin mi
yoksa kadının mı, olumlu ya da olumsuz alışkanlıklar kazandırılmasında etkili
olduğudur.
Sevap ya da günah bir eyleme, eşler beraberce yönelecekse;
bunda erkeğin teklif ve ağırlığını koyması ve özendirmesi mi yoksa kadının
teklif ve ağırlığını koyması ve özendirmesi mi etkin olmaktadır. Cinsel
yaklaşımların hangi taraftan daha çok başlatıldığı da söz konusu edilebilir. Bu
husus psikolojik ve sosyolojik olarak, istatistikî verilerle somutlaştırılarak
ve güncelleştirilerek, akademik olarak ortaya konmalıdır. Öyle zannediyoruz ki
eşler bile bu konuyu kendi aralarında tartışıp belli sonuçlara ulaşabilirler…
Bir ayette Allah’ın, erkeği, evde huzuru ikame etme yolunda
eşiyle iletişim kurmada ve yönlendirmede baş sorumlu olarak gör düğü anlaşılmak
tadır (4/34).
Bu ayeti farklı yorumlayanlar, erkeğe, kadın üzerinde bir
ayrıcalık, üstünlük ve dilediği gibi terbiye etme adına müdahalede bulunma
selahiyetinin verildiği yolunda yorumlarda bulunabilirler.
Oysa şu husus gözden kaçmaktadır: Burada huzur sağlamada,
aktif misyon yükleme adına ilk muhatap olduğu için erkeğe bu yönde bir uyarı
yapılmaktadır.
Kadına böyle bir sorumluluk yükleme adına uyarı yapma
ihtiyacı prensip olarak olmayabilir. Çünkü kadın nahîf, duygusal, verici, sevgi
ve şefkat dolu kalbiyle, adeta bir hamur ve macun gibi, şekil almaya elverişli
, zaten huzurlu bir aile ortamı istemeye meyilli ve hazır durumdadır. Bir
kadına, “Evladını sev!” deme tavsiyesi ne kadar yersizdir!..”Sıcak ve güvenli
bir aile ortamında huzur içinde çocuklarını yetiştirmek ister misin? “sorusu ne
kadar abestir!
“Eşinle uyumlu ol, güç ve kuvvetiyle işlerde çalışmasına,
iyi yolda harcamasına saygı duy, namusunu ve malını koru!” şeklindeki telkinler
de bir o kadar yersiz olacaktır!…Bu, yine aynı ayetin ifadesiyle , kadın için
zaten bir “Saliha” lık ve uyumluluk anlamına gelmektedir ki bu, Saliha kadının,
eşinin kurmaya çalıştığı aile huzurunu bozucu bir başkaldırıdan uzak olduğu
anlamına gelmektedir.
Fakat bir erkeğe aynı soruların sorulması ve tavsiyelerin
yapılmasının gerekli olup olmadığı konusunda en azından düşünmemiz
gerekecektir. Günümüz ailelerinin, erkek evlada bakışı, ya da erkeğin kendine
ve kadına bakışı, farklı kültürel bölgeler ve anlayışlar da hesaba katılarak
irdelenirse, diyebiliriz ki bu gibi uyarıların erkeğe yapılması şart
olmaktadır. Kocalık ve babalık görevlerini yapma yan, başka ilişkiler peşinde
koşan erkekler için maalesef bu gibi soruları yöneltmek istemiyoruz!…
Erkek çocuklarımızı yetiştirirken, delikanlılık çağlarında,
evlenme yaşına geldiklerinde hatta yuva kurduklarında yeterli evlilik bilinci
verildiği ve eşler arası iletişim becerisi kazandırıldığı pek söylenemez.
Sözgelimi burada sıralamaya çalıştığımız maddelerin, Kur’an ve Sünnet bütünlüğü
içinde bir felsefesi yapılarak, özlü fikirler olarak kaç evli gencimize
kazandırmışız; bir evlilik bakış açısı oluş turmuşuz, zihnî rüşt yapısı
sağlamışızdır.
Öncelikle kendimiz bu konuda yeterince donanıma sahip
miyiz?..
Ekonomik şartların ön planda tutulduğu ya da fiziksel ve
beşerî duyguların yoğun baskısıyla yapılan evlilikler, zamanın acıma sız
paletleri altında maalesef ezilme, ilk günlerdeki orijinalliğini ve gücünü
kaybetme riski taşımaktadır.
Evlilik müessesesi bir hükümet kurmaktan, toplum
oluşturmaktan ve devlet yönetmekten az önemli olmasa gerektir. Yönetim hangi
çapta olursa olsun bir beyin, beceri ve bilgi meselesidir. Kalp aydınlığı da
buna ışık tutup yön göstermek için gereklidir.
<span
style="color:#0000ff;"><em><strong>7-Kadın ve erkek
birbirlerini örten bir elbise-örtü gibi olduklarını düşünmeli ve daima sulh
yolunu seçmelidir.</strong></em></span>
Ayet: “Oruç gecesi eşlerinize yaklaşmanız size helal
kılındı. Kadınlar sizin için bir elbise siz de onlar için bir elbisesiniz.
Allah nefsinize güvenemeyeceğinizi bildiği için, sizi affetti, yaklaşmaya izin
verdi. Eşlerinize (mübaşeretle) yaklaşın ve Allah’ın sizin için yazdığı şeyi
isteyin!”
(2/187).
Ayet: “Geçimsizlik halinde eşler arasında sulh daha
hayırlıdır. Nefislerde kıskançlık hazır durumdadır. İyi davranır Allah’dan
korkarsanız, Allah yaptıklarınızdan haberdardır” (4/128)
Yazır’a göre ilk ayette bir açık istiare vardır ve eşlerin
elbise gibi birbirlerine yakın olmalarını, sarılmalarını ifade eder. İkinci
olarak da, birbirlerinin ayıplarını örtmelerini, namuslarını muhafaza
etmelerini ve günahlardan korunmalarını anlatır (age.,2/14).
Bu ayet, yaratılışta bulunan cinsellik duygusunun, insanı
zorlamasını anlatması açısından çarpıcı bir anlatım göstermektedir.
Konunun normal seyri şöyle olmalıydı: Oruç tutan bir insan,
gün boyu helal yiyeceklerden olduğu gibi helali olan eşinden de uzak kalmıştır.
Ruh açlık çektiğinden, bedenî duygularda bir uzaklaşma, arınma, durulma hatta
iştahsızlık hasıl olmalıdır. Buna karşı ruhta derinleşme, kalpte incelik
kazanma, yüce duygularla meşbu olma görülmelidir. Beden dairesinden çıkıp ruh
ve kalbin hayat derecelerine tırmanan bir insanın, böyle gün boyu yaşadığı bir
tecrübeden sonra, beden zevkini düşünmemesi gerekirdi. Böyle bir duygu dönüşümü
hayıfla karşılanmalı, ayıplanmalı hatta azarlanmalıydı..Mukarrabinden sayılan
yüce insanların akıllarından geçen dünyalık karşısında şefkat tokatlarından
bahsedildiği yerde, oruç sonrası cinselliğin düşünülmesi cezalandırılmalıydı
belki de…
Fakat ayet öncelikle bütün müminleri kapsayan objektif bir
yaklaşım gösteriyor. Her insanın durumuna tercüman oluyor.
Öte yandan, insanın yapısındaki nefis isteklerinin
doğallığına, kaçınılmazlığına dikkat çekiyor. Hatta nefsin bu yöndeki baskısına
karşı güven olmadığına, insanın ciddi zorlanabileceğine parmak basıyor. Bu,
insan nefsini okuma ve bir duygu durum raporu verme olarak değerlendirilebilir.
Ardından da ayet, bu yaklaşma izninin, bir gerekçe bir de
amaç doğrultusunda verilmiş olduğu mesajını iletiyor.
Gerekçe, ilk maddelerde işaret ettiğimiz gibi, eşlerin
birbirinde sükûna ermeleri, huzur bulmaları, aralarında sevgi ve merhametin ve
güzel bir iletişimin oluşması ve de günah, kusur ve olumsuz davranışlara karşı
kalkan olmaları şeklinde yorumlayabileceğimiz, birbirine örtü olma
benzetmesiyle belirtilmiş oluyor. Genel, doğrudan ve en basit ifade şekliyle
eşler, günah sayılan her türlü cinsel davranışlara karşı, kendilerini
birbirleriyle “Cinsel Sigorta” ve teminat altına almış olmaktadır.
Soyut lezzet için eşlerin bir araya gelmesini Kur’an ve
Sünnet ayıplamaz, teşvik de hissedilebilir. Ne var ki yukarda temas ettiğimiz
gibi Kur’anî incelik içinde, ön hazırlıklara dikkat çeker ve nezahetli
davranışlar sergilenmesi gereğini hissettirir. Ayrıca, adetlerin ibadet olması
ve niyetin amele an lam kazandırması gerçeğinden hareketle, bu beşerî eyleme
de, bir gerekçe bir de amaç yükleme mantığını ruhlarımıza hissettirmektedir.
Amaç olarak da ayetin devamında, bu yaklaşma sonucu Allah’ın
yazdığı şeyin istenmesi tavsiye edilmektedir.
Allah’ın, istememizi istediği yazdığı şey ne olabilir?
Yazır’ın dediği gibi bu, nesil isteme midir? Kaderin bizim ve neslimiz hakkın
da yazdıkların da hayır istemek midir? Yoksa nefsin hissesini istemesi midir?
Nefsin, hakkı ve payı gibi görülen ve avans olarak verilen takdir edilmiş peşin
lezzet ücreti midir? Ya da Allah’tan, kendisi için yazdığını belirttiği
“Rahmet!”i istemek midir?(6/12,54), Kalplerimize iman yazmasını istemek midir?
(58/22).
Bu isteme, eşlerin birbirlerine karşı duydukları sevgi ve
rahmetle oluşan huzur arkadaşlıklarının bozulmaması, aynı örtü altın da
mutluluk içinde ki durumlarının, dünya hayatında hep devam etmesinin; aynı
zamanda, ebedî huzur evleri olacak cennette de devam etmesinin yazılmasını
istemeleri şeklinde de anlaşılabilir.
Hangi yazma ve isteme olursa olsun sonuçta, duygu yoğunluğu
içindeki insan psikolojisinin, bu tarz iç niyet gerekçe ve amaç belirlemesinin
zor olduğu ilişki durumlarında bile, eşlerin Allah ile bağlantılarının
koparılmaması yolunda vazgeçilmez bir tavsiye ile karşı karşıya bulunmaktayız.
Peygamber Efendimizin, ilk vahyi alıp heyecan içinde
gelerek, sevgili eşleri Hatice Annemize sokulması “Beni örtün!” demesi konumuza
ayrı bir güzellik ve anlam katmaktadır.
Ayet, aynı elbise ve örtüyü paylaşma adına eşlere, hayatın
her zorluğuna el birliği yaparak karşı koyma, mücadele etme, birbirine destek
olma ve aralarında çıkabilecek problemleri çözümlemede ortak noktada buluşma
dersini de veriyor gibidir.
Sulh, iki tarafın mağlubiyet ve mahkumiyet hissi yaşamadan,
memnun kalacakları ortak bir çizgide buluşmasının adıdır. Ayet özellikle
kıskançlık gibi -ki kin ve düşmanlığın ana kaynağıdır- duygularla bu dengenin
bozulmaması gerektiğine dikkat çekiliyor. Aksi takdirde bu sulh değil, kazanan
kaybeden, galip- mağlup savaşına dönüşecek, bunun sonucu da, huzurun sevgi ve
merhametin kaybolması anlamına gelen geçimsizlik baş gösterecektir. Kur’an,
geçimsizlik durumunda, taraflara hakem tayin etmelerini önermekte, çö züm
arayışına teşvik etmektedir (4/35).
<span
style="color:#ff0000;"><strong>KUR'AN'DA AŞK - KADIN
ERKEK-İLİŞKİSİ</strong></span>
<strong><span
style="color:#0000ff;">Hz.MUSA VE Hz.ŞUAYB’IN
KIZLARI</span></strong>
Kur’an’da farklı dersler verecek şekilde ele alınan bu iki
kıssayı, mümkünse önce bir tefsirden, olmazsa mealden okunmasını tavsiye
ederiz.
Hz.Musa, gençlik çağına geldiğinde saraydan çıkmıştı. İsrail
oğullarından birisiyle Firavunun askerinin kavga ettiğini görmüş ve yardıma
koşmuştu.
Maksadını aşan bir yumrukla o kişiyi öldürünce, Firavunun
askerlerinden kaçmak zorunda kalmış, Mısır’dançı kıp Medyen’e Hz.Şuayb’ın
yanına gelmişti (28/14
-22).
Medyen’e gelen Hz.Musa suyun başına gitti. İnsanlar
hayvanlarını suluyorlardı. Bu arada gözü arka planda iki kadına takıldı.
Bunlar, suyun başı erkeklerle dolu ve kalabalık olduğu için yaklaşamıyorlar,
hayvanlarını zapt etmeye çalışıyorlardı. Hz.Musa, dertlerinin ne olduğunu
sordu. Kadınlar hayvanlarını sulayabilmek için, çobanların çekilmesini
beklediklerini, bu iş için babalarının da yaşlı olduğunu söylediler (28/23).
Hz.Musa, Firavunun sarayında eşi Asiye tarafından
büyütülmüş, onun elinden saray terbiyesi almıştı. Bu doğal olarak insanlar la,
bu arada saraydaki bayanlarla iletişim kurmayı öğrenmiş olduğunu gösterir.
Tedirgin ve çekingen tavırlarıyla fark ettiği iki kadına ilk tepkisi,
sorunlarını öğrenme isteği şeklinde olmuştu. Güven veren bir ses tonu ve beden
dili kullanmış olacak ki, kızlar, daha önceden tanıdıkları anlaşılan çobanların
yanına gitmedikleri halde, ilk kez gördükleri, yabancı bir erkekle konuşmuşlar,
problemlerinin ne olduğu nu söylemişlerdir.
İki kadın öncelikle, Peygamber terbiyesi almış, hayatın meşakkatini
üstlenmiş, geçimleri için koyunlarla ilgilenen fakat hayalı iki genç kızdır.
Erkeklerin bulunduğu suyun başına sokulmamakta, sanki fitne unsuru olmak
istememektedirler. Hz.Musa da Mısır’da muhtemelen böyle çekingen davranan kadın
görmemiş olacak ki, dikkatini çekmiş dertlerini sormuştu. Kadınlar ilk görüşte
Peygamber kızı olmanın verdiği ferasetle, Hz.Musa’nın görünüşünden güven
okumuş, iyi bir izlenim edinmiş olacaklar ki, çobanlar sebebiyle suya
gidemediklerini söylemişler, babalarının yaşlı olduğunu belirtmekle de adeta,
bizim bir yardımcıya ihtiyacımız var imasında bulunmuşlardı.
Musa bunun üzerine onların hayvanlarını suladı, sonra da bir
gölgeye çekilerek, “Rabbim göndereceğin hayırlı bir yardıma muhtacım” diye dua
etti. O sırada da yardım ettiği iki kadından birisi utana utana yürüyerek
yanına geldi ve “Babam, hayvanlarımızı su lamanın ücretini ödemek için seni
çağırıyor” dedi.
Musa başından geçeni Şuayb’a anlatınca, “Korkma, o zalim
kavimden kurtuldun” de di (28/24-25).
Burda Hz.Musa’nın insaniyet namına iyi niyetle yardım ettiği
kadınlardan hemen uzaklaşıp oturduğu anlaşılıyor. Aynı zamanda kadınların da
babalarına gidip, hem ahlaki yönüyle hem nezaketiyle hem de işbilirliğiyle
dikkatlerini çeken Musa’yı babalarına anlatıp onun dikkatini çektikleri
anlaşılıyor. Ayette kadının haya ile utanarak geldiğine dikkat çekilmektedir.
Aynı zamanda o ailenin hak bilir, kadirşinas, emeğe saygılı, iyilik sever bir
aile olduğu,
Musa’nın da derdini paylaştıkları göze çarpıyor.
Kadınlardan biri, “Babacığım, onu ücretle tut. Çünkü o
ücretle istihdam edilebilecek en hayırlı kişi, güçlü ve güvenilir olan
kişidir”. Sonra Şuayb da 8 veya 10 yıl çalışmasını istemiş, kızlarından birini
vermek isteğini dile getirerek, kendisinin de iyi insan olduğunu belirtmiştir
(28/26-27)
Dikkat edilirse iletişim baştan beri tamamen güven,
dürüstlük ve iyilik üzerinde yoğunlaşmaktadır. Özellikle kadının Hz.Musa
hakkındaki, güvenilir ve güçlü olanların en hayırlısı şeklindeki tanımlaması
konumuzun nirengi noktasını oluşturmaktadır. Bu iki özellik kalp-kafa
dengesini, ruh-beden birlikteliğini ve iç- dış bütünlüğünü hatırlatmaktadır
Ardından da Hz.Şuayb’ın onu damat olarak görmek istemesi oluşan bu güvenin
onaylanması demektir. Aile, güven ve iyilik üzerine kurulmuş bir ailedir ve
böyle yeni ve güçlü bir çınar ailenin çekirdeği atılmış olmaktadır.
Bu kıssadan yola çıkarak, erkek kadın iletişiminde şu temel
özelliklerin bulunması gerektiği fikrine ulaşabiliriz:
1-Güven, samimiyet ve iyi niyet
2-Nezaket, centilmenlik, uygun davranışlar sergilemek
2-Yardım etmek, iyilik yapmayı planlamak
3-Güçlü ve becerikli olmaktır ki günümüzde bu, bilgi,
beceri, meslek, kariyer ve ekonomik güç olarak yorumlanabilir.
4-Güven duygusunu, yardım etme niyetini ve sahip olduğu
bilgi ve becerisini mutlaka göstermek ve kanıtlamak
5-Fedakarlık yapmak. Hz.Musa, her insanın kolay kolay
kabullenemeyeceği 8-10 yıllık bir hizmet süresini gönülden kabullenmiştir. Hiç
bir damat adayı, herhalde kız istemeye gidince, “10 yıl işlerimde bana hizmet
et kızımı vereyim” teklifini kabul etmez…
6-Konunun aileyle paylaşılması. Hz.Şuayb’ın kızları gelip
Musa hakkında babalarına bilgi vermiş, fikirlerini söyleyip çalışmasını teklif
etmesini istemişlerdir.
Bu özellikler, iletişimlerde ve evlilik hayatında denge,
ölçü ve sonucunda mutluluk için, uygulanması yararlı olacak prensipler dendir.
Bu olayda, saraydan çıkmış eğitimli bir gencin, istemeden
bir ölüm olayına karışmasından ve zalim Firavun askerlerinden kaçarak yabancı
bir ortama gelmesinden sonra, genç iki kızla (ki Kur’an kadın demekle,
Peygamber terbiyesiyle kazandıkları olgun hanımlık tavırlarını vurgulamaktadır)
ger- çekleşen seviyeli, güzel amaçlı iletişiminden ve örnek davranışlardan söz
edilmektedir. Hz.Musa Şuayb Peygamberin kızlarından biriyle evlenmiştir.
Birbiriyle tanışma, çıkma ve flört denilen ilişki biçiminde
şayet taraflar arasında bu temel insanî, zarurî ve ahlakî iletişim nitelikleri
sağlanamamışsa, hissedilmiyorsa ve somut olarak gözlemlenemiyorsa, bu tür
ilişkiler ciddi anlamda gözden geçirilmeli, duygu seli ne kapılıp bilinçsizce
hareket edil memeli, doğacak olumsuzluklar göz önünde bulundurulmalıdır.
<span
style="color:#0000ff;"><strong>Hz.YUSUF ve
ZÜLEYHA</strong></span>
Yusuf Peygamberin kıssası, bir tefsirden, hiç olmazsa
mealden okunursa daha yararlı olur (Yusuf süresi).
23.ayette, özlü olarak olay ele alınıyor
Kadının hissettikleri muhtemelen tamamen cinsellik ürünü
değildi, Mısır kadınlarının ifadesiyle (12/30) aşk ateşiyle yanıp tutuşmuştu.
Arzusu kalbine kadar işlemiş, vazgeçilmez bir tutkuya dönüşmüştü.
Kadın aynı zamanda son derece zeki ve bir devlet adamı gibi
anında tedbirler üreten bir yeteneğe sahiptir. Yusuf’a hamle yaparak gömleğini
arkadan yırttığında karşısına çıkanları etkilemek istemesi ve Yusuf’a ceza
olarak hapsi önermesi, kadınların ellerine bıçak tutuşturması gibi olaylar bunu
gösterir.
Kadının şiddetli duygu patlamaları yaşadığını ve gönül
yangınının artık önlenemez hale geldiğini, her şeyi göze alarak Yusuf”u odasına
kapatmaya karar vermesinden kolaylıkla anlayabiliriz.
Kadının Yusuf”un nefsinden ciddi talebi vardır, ondan da
kendinde bulunan arzunun uyanmasını istemektedir.
Olay kadının evinde, hatta odasında gerçekleşmektedir,Yusuf
o evin kölesi durumundadır. Köleler istenilen her yer ve zaman da bulunmak ve
her isteneni harfiyyen yapmak zorundadırlar.
Kadının kocası da iktidarsız olabilir veya çocukları yoktu.
Çünkü Yusuf’u ilk getirdiğinde evlat ediniriz demişti(12/21).
Kadının böyle bir talepte bulunmasının temel sebeplerinden
birisi kuşkusuz Yusuf’un cazibesidir. Kadın kendi elinde büyüttüğü
delikanlıdaki fiziksel gelişmenin ve güzelleşmenin farkındadır. Bu
yeterliliğin, kadının arzusunu gerçekleştirmeye yetecek durumda olduğu inancına
varmış olacak ki, belki de ilk kez böyle bir hamle yapmaya karar vermiştir. Yusuf’un
davet karşısındaki ciddi tepkisi, neyin ne olduğunu bilecek yaşta ve fiziki
anlayış durumunda olduğunu gösterir.
Zeki bir kadın olan Züleyha, olgunlaşmamış bir nefisten
nefsani talepte bulunması uygun düşmez. Nefsi uyanmamış bir çocuk karşısında bunca
zahmetlere girmesi, saldırması ardından da suçluluk duygusuyla kendini
savunması ve suçu ona atmaya çalışması da olaya el koyan kapıdaki iki kişinin
gömlek olayına girmeleri de anlaşılır olmaz.
Mısırlı kadınlar da aynı cazibeye kapılmış ve onu birden
görünce akılları başlarından gitmiş ve yaşadıkları şok şaşkınlık içine,
ellerindeki bıçaklarla meyve yerine ellerini kesmişler ve “Bu insan olamaz
ancak kerim bir melektir!” demişlerdi. Burada da cinsel bir duygudan ziyade,
kalbin akması ve meyletmesi konusu işlenmektedir.
Kadınlar Yusuf’u ilk kez gördüklerine göre, Zeliha Yusuf’u
ciddi bir şekilde kıskanıyor, sahipleniyor, sadece kendine özgü kalmasını
istiyor ve kimseye göstermiyordu.
Yusuf’un, kadının zaman içinde kendisine gösterdiği ilginin
ve yakınlığın farkına varmaması da düşünülemez. Yusuf’un, neler hissettiğini
bilmemiz mümkün görülmese de, kadının belki de tek taraflı olduğu
söylenebilecek duygularına karşılık vermediğini ve ver meyi de düşünmediğini,
Züleyha odasında yapılan teklif ve sonrasında hasımca tavır sergilenmesi ve
Kur’an’da görüldüğü kadarıyla Yusuf’un uzun yıllar zindanda kaderiyle baş başa
bırakılması gibi ipuçlarından anlamak olasıdır.
Bunlardan öyle anlaşılıyor ki, Yusuf’a karşı duyulan
duygular, kalbî sevgi duygularından tamamen soyutlanmış, sadece cinsel
arzulardan oluşan duygular değildi. Kadınların, Yusuf’un sadece yüzünü görmekle
kendilerinden geçmesi, Yusuf’u sürekli gören Züleyha’nın duygularını anlamada bir
ölçü olabilir.
Yusuf’un simasında yansıyan cemalî vasıf, Züleyha’nın adeta
aklını başından almış, kalbine işlemiş, varlığının vazgeçilmez bir parçası
hali- ne gelmişti ki, onsuz olamayacağı noktasına ulaşmış ve onu elde etmenin
baş ka bir yolu olmadığından, olayı odasına taşımıştı…
Züleyha odasında olay şöyle gerçekleşiyor:
Kapılar kitleniyor. “Kapıların kitlenmesi” kadındaki azim ve
kararlılığı, tutkusunu gerçekleştirmedeki gözü dönmüşlüğü anlattığı gibi,
tedbir adına da planlamadaki hassasiyetini göstermektedir. Bu, kadının, statüsü
adına ve evli bir kadın olması durumuyla yaptığı işin, hiç de olumlu bir
davranış olmadığının farkında olduğunun, bunca riske rağmen yine de nefsinin
arzusunu frenleyemediğinin bir göstergesidir.
Kapıların kitlenmesi aynı zamanda Yusuf’un o güne kadar,
duygusal ve davranış olarak Züleyha’ya hiç bir şekilde karşılık vermediğinin,
kadının arzularına ortak olmadığının açık bir kanıtı sayılmalıdır. Muhtemelen
kadın, o güne kadar duygularını değişik davranışlarla belli etmişti; etmişti ki
sonunda son hamlesini, her şeyi göze alarak yapma sınırına gelmiş, kölesini
duygu ve arzularının kölesi olarak kullanmaya karar vermişti…
Kadınlık avantajları kullanılıyor. Ayetin ifadesinde şuh bir
davet edası da ciddi bir ültimatom da sezilmektedir: “Hey! Hadi gelse ne!..”
gibi bir şey!..Batılı tasvir adına olmadan, hayalî olarak bu sözde gittikçe
hırçınlaşan farklı tonlar da sezilebilmektedir. “Ne olur gel artık!” yakarışı
tırmanışı sonucu “Gel diyorum sana!” emir ve tehdidi kendini göstermektedir.
Bir ayet, hassas ve son derece dikkat çekici bir anlatımla,
kalbin ve nefsin etkilenmesi konusunda gözün etki gücüne dikkat
çekerken(33/53), bir başka ayet de, kadın sesinin insanın kalbini alt üst
edebileceğine işaret etmektedir(332/32).
Ayette odanın dekorasyonu ve kadının kıyafeti konusunda bir
ip ucu görülmüyor. Fakat, ses konusundaki ipucu bu konuda düşünmeye gerek
bırakmayacak kadar konuyu örtülü şekilde nazara vermiş olmaktadır. Bu konuda da
kadının hazırlıklı olduğu söylenebilir…
Kur’an, yukarda bir nebze temas ettiğimiz gibi, cinsellik
konularında nezih, kısa, örtülü ve dolaylı bir dil kullanır. Sadece bir ayette
Adem ile Havva’nın yasak meyveden yedikten sonra avret yerlerinin göründüğünden
ve cennet yaprağıyla örtmeye çalıştıkların dan söz eder(20/121).
Kurgulanan senaryonun gerçek olmaması için hiç bir engel
görünmemektedir, doğal şartlar tamamıyla Züleyha’nın lehinedir…
Bu, Züleyha’nın son ama en kapsamlı ve etkili manevrası ve
silahıdır. Hiç denemediği şeyi ilk kez deneyecek, duygu ve arzularını açıkça
belli ederek nihaî teklifini yapacaktır.
Züleyha’nın belli bir şekilde, kendine güvendiği ve amacına
ulaşacağından büyük çapta emin olduğu izlenimini ediniyoruz. Bu, Yusuf’un
kölelik bilinciyle hareket edip arzusunu yerine getireceği konusundaki
anlayışından kaynaklanmış olabilir. Ciddi anlamda yaptı ğı onca hazırlık da bu
konuda kadına güven vermiş olabilir. Öte yandan her şeyi göze alarak, yaptığı
teklifin reddedilmesi karşısında duyduğu büyük hayal kırıklığı ve duygularının
karşılık bulamamasının verdiği psikolojik baskının etkisiyle, hırs ve öfkeyle
hareket edip, ne pahasına olursa olsun elde etme amacıyla gömleğini çekip
yırtma sı, sonrasında da hapse yollama adına Yusuf’a karşı takındığı acı masız
tavır da bu konuda bir belirti sayılabilir.
Kadın önce kadınlığını kullanmış, amacına ulaşamayınca da
statüsünü kullanarak cezalandırma ve onurunu kurtarma yoluna gitmiştir.
Burda Hz.Yusuf’un bir insan olarak değerlendirilmesi de çok
önemlidir.
22.ayette Yusufun ergenlik çağına girince ilim ve hikmet
verildiği belirtiliyor. Bu, Henüz Peygamber olmadığı anlamına da gelir.
Züleyha’nın Yusuf”u sıkıştırması olayı, bundan sonra meydana gelmiştir.
“Bürhan” Yusuf’a verilen bu ilim ve hikmete işaret olabilir.
Ya da vicdan eğitimli zeka gücü ve sorumluluk şuuru diye de tanımlanabilir.
Burhan kavramı bu hikayedeki can alıcı anahtar kavramdır. Çünkü Yusuf’un
davranış biçimine yüklenecek anlama ve yoruma kaynaklık etmektedir.
Kur’an’ın, seçilen bir Peygamberin, delikanlılık çağında
başından geçen hassas bir deneyimini dile getirmekte, fakat iki-üç keli meyle
adeta bütün hayatına denk hatta üstün sayılabilecek son derece önemli bir
durumunu dillendirmektedir. Yusuf’un bütün hayatı içinden bir sahne, “O da
meylet-ti” şeklinde nazara verilmektedir. Bu olay ve bu olayda bu anlık tutumu,
geçmişinde onca ibretli olaylar yaşayan, gelecekte de aynı şekilde uzun süre ha
pis kalacak, ama aklanacak ve Peygamberlik ve hükümdarlık yapacak olan
Hz.Yusuf’un hayatının, mihenk ve dönüm noktası gibidir.
Bir insanın, özellikle toplumun önünde misyon sahibi
tanınmış birinin, geçmiş ve gelecek hayatındaki bütün başarılara ve er demli
davranışlara gölge düşürebilecek bir iki kelimeyle ifade edilebilecek küçük bir
davranışı, psikolojik bir bakışla o insana o gözle bakmayı sağlayabilir.
Cinselliğe ya da paraya zaaflarını önleyemeyen kimi toplum ileri gelenlerinin
başarıları ve kariyerleri, basit bir söz veya davranışlarıyla bir anda
sönüverir. Aklanmış olsalar da bu tür insanların isimleri her anıldığında,
hayatlarının dönüm noktası durumunda olan o kelimeleri ve olayları da
beraberinde hatırlanmaktan kurtulamazlar.
Ancak bir iftira söz konusu olursa, bu konu kamu vicdanını
ikna edecek tarzda, sözgelimi gizli çekim görüntüleriyle ve iftiracıla rın
itiraflarıyla tescillenirse, itimat edilen ve sevilen seçkin kimseler
tarafından o kişi sahiplenilirse, mazlum durumda olanın yıldızı daha da
parlayabilir.
Hz.Yusuf, “Maâzallah!” reaksiyonuyla hatırlanmaktadır. O’nun
durumu en mutemed kaynak olan Kur’an’la açıklanmakta, tebrie edilmektedir.
Benzer olaylara Kur’an’da rastlanır. Hz.İsa’nın, “Beni ve
annemi tanrı edinin demedim!” demesi gibi (5/116). İfk olayında Hz. Aişe’nin
temiz olduğunun ayetle ilan edilmesi gibi (24/11-16).
Züleyha, davetini hem çekici görüntüsüyle hem cezibeli
sesiyle hem de beden diliyle göstermiş olmakta ve Yusuf’a doğru hare kete
geçmiş bulunmaktadır.
Buraya kadar kadın her konuda aktif olarak görünmektedir.
Deyim yerindeyse Yusuf, beden diliyle köle duruşunda gelişmeleri takip
etmektedir. Fakat bu safça, ne olduğunun farkında olmadan, düşünce köleliği
duruşu içinde izleniyor değildir. Çünkü Yusuf kendi sinden nefis hamlesi
beklenecek rüşt çağına geldiğinde, ilim ve hikmet sahibi bir insan haline de
gelmiştir.
Nefis arzularının ve hastalıklarının üstesinden gelebilecek
en güçlü iki silah; kalpteki Allah saygısı, zihindeki bilgi ve düşünce gücü
olmaktadır.
Yusuf muhtemelen, ateşin kendisini yakacağını hissettiği
anda bu köle duruşunu bozmuş, kendine meyleden Züleyha’ya meyletmişti.
Fakat iki meylin hem başlangıcı hem cereyan şekli hem de
sonucu birbirinden farklı gerçekleşmiştir.
Kadın, nefis arzularının etkisiyle, ruh ve bedenini günah
ilişki ile doyurma amacıyla hamlesini yaparken, Yusuf Ruhundaki inancın,
beynindeki ilmin etkisiyle, kadına karşı kendini korumak, hücumunu geri
çevirmek için ona meyletmiş olmaktadır.
Kadının meyletme niyetinin nefis arzuları olduğu konusunda,
hazırlık aşamasından ve sonrasındaki sert tavırlarından rahatlık la
okunmaktadır.
Yusuf’un meyletme niyetinin nefis arzusu olduğuna dair hiç
bir emare görünmemektedir.
Bu meyil pekala bir savunma eylemi de olabilir.
Hatta kadına, kadının meylini kırma ve farklı bir meyil
kazandırma adına bir meyil girişiminde bulunmasından da söz edilebilir. Çünkü
bir taraf tan
“Allah’a sığınırım” diyerek kalbini konuşturmuş, vicdan
muhasebesi uyarısı yapmış, diğer taraftan da, kadının kocası nı, evli bir kadın
olduğunu ve kendi minnet duygularını hatırlatarak, bu kötü eylem sonucu
oluşacak vefasızlık, ihanet ve cezalandırılma gibi kötü akıbeti nazara vererek,
maddi manevi gerçeklere dikkat çekmiştir. Böylece kadının içinde bulunduğu
duygusal ve psikolojik sarhoşluktan uyanması için, belki de tutup ırgalama ve
“Kendine gel!” deme adına kadına yönelmiş, hamle yapmış olmaktadır.
Kısacası söz konusu iki meyli anlam ve amaç yönleriyle
birbirinden ayırmalıyız: Züleyha, nefis arzularının yönlendirdiği kalbi ve
aklıyla Yusuf’a aksiyoner bir durumda meyletmişken, Yusuf İnançlı kalbinin ve
ilim ve hikmet boyutlu aklının, nefsini yönlendirmesi sonucu reaksiyoner bir
durumda züleyhaya doğru yönelmiştir diye düşünebiliriz.
Şayet Hz.Yusuf”u bir beşer olması sebebiyle, diğer
Peygamberlerde de örnekleri görülen ve adına “Zelle-sürçme” adı verilen bir
durum açısın bakılacak ve değerlendirilmesi yapılacaksa, konuya şöyle yaklaşmak
isteriz.
Allah’ın külli iradesi karşısında insanın cüzi iradesine bir
tercih payı ayrılması gibi, beşeriyetin muktezası bir nötr duruş, bulunuş ve
duraklamadan söz edilse bile, “Bürhan” ve “İhlas” kavramlarıyla, bu anlık
beşeri boşluğun anında doldurulduğunu okuyabilir ve söyleyebiliriz.Yusuf da bir
beşerdir, diğer insanlar gibi cinsel gücü vardır ve bizzat kendisi nefsin
kötülük emreden yönüne dikkat çekmektedir.(12/53).
Muhtemelen Yusuf, böyle bir teklifle ilk kez karşılaşmış bir
şaşkınlık geçirmişti.
Müfessirlerin bir kısmı, Yusuf’un nefsani bir meyil
göstermiş olabileceğini vurgularken, bir kısmı sadece aklından geçirmiş
olabileceği üzerinde dururlar bazı müfessirler de bir Peygamberin böyle bir
meyil göstermekten de masum olduklarını savunmuşlardır.
Bu meyli, akıl ve vicdandan bağımsız bir nefsin,
fıtrî-yapısal bir yönelişi olarak yorumlayabiliriz. Bu “Ateş yakar”, gerçeği
gibi bir oluşumdur. Aç olan bir insanın yiyeceklere, çölde kalmış olanın suya
doğru doğal yönelişi gibi…
Bu meyli, son derece profesyonelce hazırlanmış bir nefsani
tuzak karşısında, Züleyha’nın hem görüntü olarak hem de sesle sağladığı
etkileyici bir durumda ve teklif karşısında; Yusuf’un hayat deneyimi olarak
yaşanmış ve bilinçaltında depolanmış benzeri görüntü ve bilgiler
bulunmadığından, hayal aynasında görüntülenen ve tasavvurda oluşan
sembolik-timsalî cinsel bir imajdan ibaret olarak da yorumlayabiliriz. Bu
durumda bilinçaltı, bağım-sız ve bağlantısız, hatta sınır çizilmemiş nefis
hesabına, teklif karşısında oluşan bu belli belirsiz imaja, “Bu da nedir?”
diyerek yöneldi.
Durum anlaşılınca da, anında durdu ve öteye geçmedi. Yalın
nefisten doğal bir tepki ile gelen bu meyil hissi, bloke edildi, bilinci
aşamadı, bir çeşit bastırıldı.
Bu imajı yorumlamak ve vicdan yelpazesinde nereye
koyabileceğini belirlemek için, görünüşte kadına doğru denebilecek bir
yönelmeyle; aslın da zihne yansıyan imaja yöneldi, kavradı, geri çevirdi ve
tepkisini koyarak, karşı taraftın irade dışı tetiklediği meyil his sine
meylederek onu yok etti!..
Bu, güçlü bir patlama duyduğumuzda, gökyüzünde ciddi bir
parlama gördüğümüzde refleks olarak başımızı sesin geldiği tara fa çevirmek
gibi bir şeydir.
Deprem şokunda da insan bilinçsizce ne tarafa yöneleceği ve
ne yapacağı konusunda kısa bir şok yaşar, sonra bilinçli davranırız.
Peygamberimiz, ilk vahiy ile karşılaştığında yaşamıştı.
Ayetlerde bunun ipuçlarını görüyoruz. Unutmama heyecanıyla ayetleri
tekrarlamaya çalışmış, dilini oynatmış, ayet de unutmayacaksın acele etme!
anlamında uyarmıştı (75/16-17).
Nuh Peygamber de inanıp kendine katılmamış olan oğlunun
dalgalar arasındaki halini görünce anlık bir meyil ve tepkiyle, Allah’tan
bağışlanmasını istemiş, uyarılınca da istiğfarda bulunmuştu.
Olay zihinde çözümlendikten vicdanda belirlendikten sonra
Yusuf, kararlı ve vicdan destekli bilinçli sorumluluk içindeki “Bur hanî”
tepkisini hem duygusal olarak hem da zihinsel olarak orta ya koymuş olmaktadır.
Yani kadının güçlü meyil çekim gücünü alt edebilecek, alternatif olarak güçlü
bir meyil ve itme gücü oluşturmuştur.
İnsan psikolojik olarak, kendisine bir şey soran bir
erkekle, bir kadına karşı farklı tepkiler verir, yaklaşım gösterir. Bu, elde
olma dan yapılan bir refleks gibidir. Erkeğin mimikleri yönlendiren yüz
kasları, kadın sesi, yüzü ve genel görüntüsü karşısında bir farklı çalışır. Bir
erkekle konuşan erkekler ile bir kadınla konuşan erkekler iyi gözlemlenirse,
jest ve mimiklerdeki farklılık beden dili olarak kolayca okunabilir.
Kadına yönelen insanların meyil güçleri daima güçlü refleks
gösterir. Bu, karşı cinsteki meyil gücünün yoğunluğuna göre değişkenlik
gösterebilir. Erkeklerin bu meyilleri ve beden dilleri doğal olarak, kadının
kimliğine ve tavırlarına bağlı olarak da farklılık lar gösterir ve farklı
anlamlar ifade eder.
Konuyu şeytanla irtibatlandırmak da mümkündür. Ayette
şeytanın peygamberlere bile yaklaşmak istediği belirtilir(6/112). Hz. Ademe ve
Havva ya yaklaşması konusu üzerinde genişçe durmuştuk. Ayrıca Yusuf olayıyla
ilgili olarak şeytan iki ayette geçer, birinde, hapisten çıkma isteğini iki
arkadaşına bildirmiş fakat şeytan onlara unutturmuştu (12/42), diğerinde ise
Hz.Yusuf, “Şeytan benimle kardeşlerimin arasını bozdu” der (12/100). Böyle
hassas bir konumda şeytanın müdahale etmek istememesi herhalde düşünülemez.
Bürhan, kesin delil, hüccet, işaret demektir ki afaki olduğu
kadar enfüsi yöne de olur. Yani Yusuf’u gördüğü bürhan içte ve dış ta
gerçekleşen etkili bir delil olmuştur. Hz.Yusuf, Züleyhanın bütün etki gücüne
karşı, vicdanında ve aklında bu fiilin çirkinliğini hem sebep hem de sonuç
itibariyle görmüş değerlendirmiştir. “Rabbim” kelimesinde hem Rabbimden
korkarım hem de efendime ihanet edemem diyerek iki ucu birleştirerek tepkisini
dile getirmiştir.
Bu olayda son derece önemli mesajlar saklıdır. İlim, hikmet
ve Peygamberlik verilen bir insanın bile zorlanabileceği, erkek-kadın
ilişkilerinde, zorlanmayacak insan yok demektir. Diğer taraftan da, şartlar bir
cinsin ne kadar aleyhine olursa olsun, nefis meyillerinin önüne geçmek her
zaman için mümkün olabilmektedir.
Bu ayetlerde öyle anlaşılıyor ki, Yusuf ve Züleyha’nın
şahsında, erkek ve kadının birbirlerine, karşılıklı meyletme duygusuna sahip
oldukları konusunda vurgu yapılmakta, inanç ve zihin gücü yani bürhanla ve buna
güç katan ihlasla bu meyil gücünün denetim altına alınabileceği dersi
verilmektedir.
Buna göre ayetten şu da anlaşılabilir: Kadın meylettiği
zaman, erkeğin meyletmeme şansı az olur, bu ihtimal kiminde minimuma iner,
kimisinde sıfırlanır. kimisi de bir çekim gücüne kapılır ve bilincini yitirmiş
ve hipnoz olmuş gibi, mehlikâların ardından aşıklar gibi sürüklenir gider…
Ayetler Hz.Eyyüb’ün Sabır kahramanı olarak ilan edilmesi
gibi, Hz.Yusuf’un İffet kahramanı olarak tanımamıza vesile olurken aynı
zamanda, Kadın ve erkeğin birbirine meyledebilecek hassas yapıda olduklarına,
nefislerdeki çekim gücünün etkisine dikkat çekmektedir. Buna karşı Bürhan
gücünü kullanmanın bu tür kötülüklere, nefis-ruh hastalıklarına karşı koruyucu
olduğuna işaret etmektedir.
Burhan gücü ise iç ve dış donanımıdır ki hem aklı hem de
kalbi kapsar. Bürhan gücü, Vehbî olarak bir Peygambere verildiği gibi, Kalbin
Allah saygısı ve ihlasla nurlanmasıyla, aklın da ilim ve hikmetle
aydınlanmasıyla elde edilebilir.
Hz.Musa olayında, tanışma, çıkma, flört gibi olgulardan söz
etmiştik.
Hz.Yusuf olayında, duygu seline kapılma durumunda bir
kadının (Bu erkek de olabilir) nefsi hesabına düştüğü durumlar gözler önüne
serilmektedir. Burada erkek, kadının üstün konumu kendisinin de köle olması
nedeniyle madur ve mazlum durumdadır. Fakat kadın evli olması sebebiyle
kınanmış ve çevresinde küçük düşmüştür. Ayrıca Yusuf hapisten çıkarken, suçlu
olanın kendisi olduğunu itiraf ederek ikinci kez ezilmiştir. Ayet, deyim
yerin-deyse, elle yapılan bir taciz hareketi gibi küçük sayılabilecek bir davranış
biçiminin olumsuz sonuçlarını göz önüne getirerek, daha ileri aşamadaki
eylemlerin, insanın hayatında ne gibi olumsuz ve yıpratıcı izler bırakacağı
konusundaki düşünmeyi ve öngörüyü okuyucuya bırakmıştır. Flörtlerin bir kısım
riskler taşıdığı çıkarımını da rahatlıkla yapabiliriz.
Flörtlerin masum yüzlerinin olduğu savunulur. Birbirlerini
çok iyi tanıma ve evliliği sağlam temeller üzerine atma niyeti gibi.. Öncelikle
bir araya elen karşı cinslerin yalnız kaldıklarında, içlerinden ne gibi duygu
ve düşünceler geçtiğini tespit etmeleri gerekir.
İki insan bir araya geldiğinde yaşadıkları heyecan ve yoğun
duygular içindeyken, birbirlerini ne kadar mantık ve ileri görüşlü lük
penceresinden ölçüp tartabilirler; düşünülmesi gerekir. Çünkü erkek olsun kadın
olsun çoğu insan Züleyha gibi nefis, aşk ve arzu baskısıyla hareket edip, bazı
talepleri kolaylıkla gündeme getirebilir Fakat çok az insan, erkek olsun kadın
olsun, Yusuf gibi davranıp zevke çağıran istekleri ve davranışları elinin
tersiyle itebilir!..
Ne Yusuf gibi davranabileceğimizin bir garantisi vardır ne
de Züleyha’nın durumuna düşmeyeceğimizin teminatı vardır!..
Birbirlerini anlamak ve tanımak isteyen ve niyetleri ciddi
olan tarafların, duygu-mantık dengesini sağlamada katalizör görevi görecek erdemli
ve bilgili, deneyimli ve evli, üçüncü bir şahsın beraberliğinde görüşmeler
yapmaları daha sağlıklı sonuçlar verebilir.
Her bir günah Züleyha teklifi gibi algılanabilir. Ve bunlara
karşı bürhanla Yusuflaşarak, kalp ve aklımızla “Maâzalâh!” tepkisini gösterebiliriz…
Hz.Yusuf, iffeti, en zor hatta imkansız şartlar altında
Rabbisinin yardımıyla elde etmişti. Günümüzün insanı iffeti, Rabbisinin
zimmeti, kendisinin himmeti, Yusuf yüzlü ve Yusuf iffetli dost ve
arkadaşlarının hizmetiyle elde edebilir.
<span
style="color:#0000ff;"><strong>Hz.SÜLEYMAN VE MELİKE
BELKIS</strong></span>
Gelen olayda ise, en üst düzey yönetici konumunda olan iki
hükümdarın yine güzel amaçlı iletişiminden ve muhatabın durumunu, psikolojisini
hesaba katarak etkileyici davranışların sergilenmesinden bahsedilmektedir.
Farklı inançta olan bir kadına ve çevresine tevhid inancının kazandırılmasının
çarpıcı, sıra dışı bir hikayesi sunulmaktadır.
Süleyman Peygambere, babası gibi yeryüzü hükümranlığı,
farklı ilim ve mucizeler verilmişti. Neml ve Sebe sürelerinde, kuş ve karınca
ile konuşmasından, rüzgarla uçmasından, cinleri çalıştırmasından bahsedilir.
Ele alacağımız konuda da istihbarat adına kuşla konuşmasından, eşyayı anında
aynen nakletmesinden ve eşsiz mühendislik gerektiren yapılardan söz
edilmektedir.
Belkıs , çevresi cennete benzetilen Sebe (Yemen) halkını
yöneten, son derece zeki, dirayetli, feraset sahibi, otoriter ama meclisine
danışan, değer veren, sevilen ve her şeyi, özellikle büyükçe değerli tahtı olan
bir melikedir. Ne var ki o ve toplumu güneşe secde etmektedir. Ve Peygamber,
misyonu gereği, insanlığın aleyhine işleyen bu zulüm durumuna son vermek
istemektedir. Satır aralarında iki tarafın da, son derece zekice, seviyeli,
saygılı, anlayışlı, samimi, lutufkar, ama bir o kadar da diplomatça ve mesafeli
tutum ve davranışlar sergilediklerini, birbirlerine değer verdiklerini ve
olumlu psikolojik bir hava oluşturmak için gayret gösterdiklerini
okuyabiliyoruz. Özellikle olayların akışı Hz.Süleyman’ın kontrolünde
gerçekleşmektedir.
Belkıs’ın durumunu, Hüdhüd isimli kuştan öğrenen
Hz.Süleyman, yine de durumu teyid ettirmek için, kuştan, yazdığı mektubu
Belkıs’a götürmesini ve çekilip olacakları izlemesini ister. Hz.Süleyman,
Belkıs’la ilk iletişimini mektupla kurar ve çok özlü iki cümleyle amacını
belirtir. Mektubu eline alan Belkıs, bunu çevresine duyurur:
“Bana bir kerîm-değerli bir mektup bırakıldı; Süleymandan…
Bismillâhirrahmânirrahîm diye başlıyor ve baş kaldırmayın, Müslüman olarak bana
gelin diye yazıyor!”. Belkıs’ın, mektubu okuyunca önyargılı davranmaması,
olumsuz bir tepki göstermemesi, yorum yapmadan göndereni hemen belirleyip,
besmeleyi vurgulaması, belki de biraz heyecanlanarak, mektuba “kerim”
ifadesiyle bir değer yüklemesi, mektubu gönderen kişinin ismini söylemesi dikkat
çekicidir.
Öncelikle Hz.Süleyman Allah ismiyle çok hayırlı ve etkili
bir başlangıç yapmış, imana davetle gerçek amacını ortaya koymuş, kendisine
uymalarını en son cümle olarak zikretmiştir ki bu muhatabın psikolojisini
olumlu etkilemiştir denebilir. Nitekim Melikede bir hiddet belirtisi
görülmemektedir.
Aksine Belkıs’ın çevresine soğukkanlı, dirayetli ve zekice
yaklaşımları görülür.Çevresindeki ileri gelenleri onore eder; “Size danışmadan
hiç iş yapmadım, bana fikir verin!” der.O da psikolojik olarak çevresiyle
etkili bir iletişim kurmaktadır. Ancak ileri gelenler, “Biz güçlü savaşçı
kimseleriz son söz senin deyince, Belkıs’dan, harareti düşürücü, ikinci etkili
psikolojik yaklaşım örneği gelir: “Hükümdarlar bir ülkeyi ele geçirince perişan
ederler, ileri gelenleri de alçaltırlar, bunlar galiba böyle yapacaklar”.
Burada savaş yanlılarını yatıştır ma amacı hissedilmekte, savaşın olumsuz
sonuçlarına dikkat çekilmektedir.
Ayrıca “Süleyman böyle yapar!” demiyor, genel konuşuyor,
adeta onu hedef göstermekten çekiniyor. Ya onun gücünden korku yor, ya zalim
olmayan bir yapıya sahip bulunuyor, ya da ilişkilerine daima iletişim kurarak
geliştirmeyi istiyor. Bir ihtimal de Hz. Süleyman’a sempati duymuş olabilir.
Ve melike üçüncü ve nokta koyucu hamlesini yapar: “Onlara
elçi ve hediyeler göndereyim bakalım sonuç ne olacak!” Dahiyane çözüm. Kimsenin
olumsuz bir düşünce beslemesine imkan vermeden, savaşı reddetmeden ve
onaylamadan, önlemiş, aynı zaman da hükümranlığının gereğini yerine getirmiş
olmaktadır. İleri görüşlü bir kadın olarak Belkıs, bu tutumunun Süleyman’a
yansıyacağını da düşünmüş, öngörmüş olabilir…Ve sanki çevresini, kendisinin ve
çevresinin geleceği için, kaçınılmaz belli bir duruma, psikolojik olarak adım
adım hazırlıyor gibidir.
Bu diplomatik atak, aynı zamanda Süleyman’a karşı psikolojik
bir yoklama ve tepki ölçme taktiği olarak da görülebilir. Ya hediyelerle sulhu
sağlayacaktır ya da Süleyman’ın gerçek niyetini ve samimiyetini anlayıp
tutumunu gözden geçirecektir. Bu, Belkıs’ın Süleyman’a karşı ilk olumlu
iletişimi ve dostluk mesajı sayılabilir.
Hz.Süleyman iki tarz tavır sergiler. Birincisi, hediyelerini
geri çevirir, Allah’ın verdiği daha hayırlıdır der. İkincisi de tutumunu
sertleştirmesidir ki bu aşamada bu, karşı tarafa tam bir psikolojik etki
yapacak, tedirginlik ve korku meydana getirecektir: “Karşı koyamayacağınız
ordularla gelir, hor ve hakir oradan çıkartılırsınız!”…Bu tarz çıkarılmaktansa
kendi rızalarıyla davete icabet etmek en mantıklı yol olacak ve Belkıs
çevresiyle yola çıkacaktır.
Bu noktada Hz.Süleyman’ın, deyim yerindeyse, psikolojik
harikalar kuşağında cereyan eden sürprizleri bir biri arkasına gelecektir. Her
Peygamber tereddütsüz söyleyebiliriz ki birer insan uzmanıdır. Tebliğlerinin
gönüllerde ve akıllarda yer etmesi için, evrende cereyan eden, ilahî kelamla
anlatılan iletişim prensiplerini en mükemmel şekilde uygulayan örnek önder
terbiyecidirler. Her Peygamber kendi döneminde revaçta olan mucizeleri gibi,
psikolojik yaklaşımları da benzer noktalarda yoğunlaşmıştır. Musa Asa’sının
sihirbazların sihir malzemeleriyle beraber,olumsuz inançlarını, duygu ve
düşüncelerini de yutuvermesi gibi…
Belkıs ve hükümranlığı için, yanında taşıdığı büyük,
görkemli ve paha biçilmez zinetiyle tahtı her şeyi demekti. Bir de kadınlık meyilleri
hesaba katılırsa, Belkıs demek taht demekti!..Zineti ve mücevheri demekti!…Bir
de taht, saltanatın bir sembolüydü, onun ele geçirilmesi, hükümranlığın el
değiştirmesi anlamına gelecek ve kabulden başka çareleri kalmamış olacaktı…
Tekrar hatırlatalım ki, bütün bu tedbirler, o insanın ve çevresinin Allah’a
yönelmesi inanması adına yapılmaktaydı…Ayrıca Melike ve ileri gelen çevresi,
belli bir yenilmişlik psikolojisi içinde bulunmaktaydı, Peygamber kendisine
değil Yaratıcıya inanmak için gelen bu topluluğa, rahatlatma ve mutlu etme
adına bir hediye de hazırlamış olacaktır.
Hz.Süleyman, ilk sürpriz olarak, Belkıs gelmeden önce,
tahtının anında yanına getirilmesini ve üzerinde değişiklikler yapılmasını
ister. (Günümüzdeki ışınlama teorilerine işaret ettiği söylenir). Belkıs
gelince, sanki hem ezikliğini hem de yorgunluğunu almak istercesine, hemen
tahta bakmasını ister ve tanıyıp tanımadığını sorar. Belkıs’ın yaklaşımı çok
ilginçtir! Sanki konuyu çok ilginç bulmamıştır; alışılmış bir tonda: “Sanki ona
benziyor!” der. Ve devam eder: “Bize daha önce bilgi verildi, biz Müslüman
olmuştuk! der! Muhtemelen, hükümdar olarak bulunduğu konumu sebebiyle,
çevresini aşamamış, inancını açıkça ilan edememiş, duygu ve düşüncelerini
açamamıştı!..Fakat özellikle bir kadın için her şeyi anlamına gelen
mücevherlerine hiç itibar etmemesi, tevekkül içinde inanmışlığını ön plana
çıkarması, aslında, açamadığı inancıyla dünya adına çok şeyi aştığını
göstermektedir.
Ve bir devlet kadınına, kraliçelere layık billurdan bir köşk
takdim edilir.
Ve bir devlet kadınına, kraliçelere layık billurdan bir köşk
takdim edilir. İnancının dünyadaki peşin ödülü olarak. Köşkün avlusu genişçe su
kaplıydı.
Kadın ıslanmasın diye eteğini tuttu, şaştı kaldı, çünkü su
ıslatmıyordu. Süleyman Peygamber, eşsiz bir mühendislik örneği göstermiş, suyun
üstünü şeffaf cam zeminle örtmüştü. Yazır’ın belirttiğine göre tefsirciler
inanç mutluluğunu izdivaçla taclandırdıklarını not düşerler(5/146) .
Bu olay, toplumsal statüsü farklı olan herkese, özellikle de
bir hanfendiye karşı iletişimde ve evliliklerde temel amacın yüce tutulması
konusunda güzel ders vermektedir. Olayda iki taraf da birbirlerine asla hakaret
ve düşmanlık ifade eden söz kullanmamış, tutum sergilememiştir. Ne çıkar adına
bir adım atılmış ne de nefis zevkleri hesabına bir yol da tutulmuştur. Buradan,
dengeli iletişimler, yüce amaçlar ve ölçülü tutumlarla sağlanabilir dersi
çıkarılabilir…
Aynı zamanda evlilik öncesi ve evlilik boyunca, eşlerin
birbirini hoşnut ve mutlu edecek davranışlar sergilemesi, hediye alma sı,
birbirlerinin kişilik yapısını iyi çözerek, ihtiyaç duyulan maddi manevi
gereksinimlerin karşılanması konusunda teşvik de sezilmektedir.
Belkıs’a sunulan hizmetin birinci sınıf bir hizmet olduğu
anlaşılıyor. Bu bize, Dinimizin güzelliklerini dünya insanına tanıtma adına ip
uçları veriyor.
Başta kaliteli insan yetiştiren eğitim kurumları olmak
üzere, hayatın her alanında, güzelliği temsil eden insanların, üst seviyede
yaşadıkları dinin güzelliklerini mümkün olabildiğince üst seviyede temsil
etmeleri ve bunu, hak vesilelerle en ideal şekilde gösterme durumunda
olmalıdır.
Kur’an, Hz.Süleyman’ın sahip olduğu son derece alımlı, özel
yetiştirilmiş ve muhtemelen dünyada o gün için benzerleri bulun mayan atlardan
bahseder.
Peygamber onlarla yakından ve bizzat eğitimleriyle ilgilenir
ve onları çok sevdiğini belirtir. Fakat bu sevgisine şu anlamı da yükler: “Ben
mal sevgisini kesinlikle Rabbimi anmak için istedim!”(38/31-33). Rabbi anmak,
günümüz insanına O’nu sevdirmek, en alımlı hizmetlerle olma durumundadır.
Musa olayında flört durumunun temel niteliklerinden, Yusuf
olayında duygular seline kapılma tehlikesinden söz etmiştik.
Süleyman olayında ise evliliğe giden yolda yüce bir amaç ve
niyet belirlemenin ve eşlerin birbirlerinin ruhuna ve yaratılışına uygun
davranmanın öneminden bahsedildiğini söyleyebiliriz. Süleyman Peygamberin
evlilik konusunda da, Allah’a yönelmeyi ana hedef edindiğinde kuşku yoktur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder