27 Mayıs 2016 Cuma

Kuran Aşk

KUR’AN’DA AŞK VE SEVGİYE BAKIŞ  (drmavi)

Kur’an açısından aşk flört cinsellik ilişkiler

Diğer yazıların tamamı  http://dinpsikoloji.wordpress.com/

Hayatın, hayat kadar vazgeçilemez iki ana dinamiği ve sütunu: Erkek ve Kadın…

Aşk, ikisini el ele gönül gönüle hayat ve aşk verene uçuracak, sonsuz hayata kavuşturacak saf billur kırılgan kanat…

 güneş ışığı gibi orijinal ve asıl kaynağı Rahman’da saklı…

Cam ışığı gibi temelsiz, emelsiz ve ebede yasaklı…

Boşa tüketilen nice nefes, Aşk takma adlı onca heves

Ruha üflenen Nefha-i kudsi, O'na diyedir esas heves

“Hubb”</strong></em>(sevme) kelimesi Kur’an’da 9 yerde geçmektedir. Bu ayetlerden yola çıkarak sevgi-aşk konusunu şu şekilde tasnif edebi liriz:

<em><strong><span style="color:#000000;">Allah Sevgisi-Aşkı:</span></strong></em>

“İnsanlardan bazısı Allah’tan başka şeyleri O’na denk tutar da onları Allah sever gibi sever!

İman edenlerin Allah’a olan sevgi-aşkları ise onlarınkinden çok daha şiddetlidir-fazladır” (2/165).

<span style="color:#ff0000;"><strong>Sevgi-aşk çeşitleri:</strong></span>

<em><strong>Kadın sevgisi, evlat sevgisi, mal-mülk-para sevgisi</strong></em>:

“İnsanlara şu şehevânî duygular tezyin edildi: kadın sevgisi, evlat sevgisi, yığınla altın gümüş sevgisi, at sevgisi, hayvan sevgi si, ekin sevgisi.

Aslında bunlar dünya hayatının geçici menfaatleridir. Güzel sonuç ise Allah katında olandır!” <em><strong>(3/14).</strong></em>

<em><strong>Beşerî sevgi-aşk:</strong></em>

“Şehirdeki bazı kadınlar dedi ki: Azizin karısı (Züleyha) delikanlının nefsini arzulamış, onun sevgisi kalbini yakıp kavurmuş Görüyoruz ki kadın sapıtmış-çıldırmış!” (12/30).

Hayır sevgisi-aşkı:

“Düşküne, yetime ve esire sevgi dolu yürekleriyle, severek (veya nefisleri adına malı sevdikleri halde) yedirirler” (76/8

“Gerçek iyilik, mala olan sevgisine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilenenlere, kölelere vermek tir” (2/177).

Mal sevgisi-aşkı:

“Malı, yığmacasına aşırı seviyorsunuz!” (89/20) “Hayır sevgisine (mala) aşırı derecede-şiddetle düşkündür! (100/8).

<em><strong>Dünyalık sevgisinin hedefi:</strong></em>

“Ben hayır (mal-dünyalık) sevgisini Rabbimi anmak için istiyorum!” (38/32).

“Ehabbe” (Sever) fiilinde ve türevlerinde de şu anlamları buluyoruz

<em><strong>Allah’ın sevdikleri:</strong></em>

Tövbe edenler, temizlenenler: (9/108; 2/222), Muhsinler: (2/195; 3/134,148; 5/13), Muttakiler: (3/76; 9/4,7), Sabredenler: (3/146), Tevekkül edenler:

(3/159), Adaletle hükmedenler: (5/42; 49/9; 60/8), Allah yolunda savaşanlar: (61/4), İmanlı, salih amel yapan, muttaki, muhsin (61/4).

<em><strong>Allah’ın sevmedikleri:</strong></em>

Kafirler: (3/32; 30/45), Küfürde ve günahta ısrar edenler: (2/276), Zalimler: (3/57,140; 42/40), Fesat: (2/205), Fesatçı: (5/64; 28/77), Kibirlenen

(16/23), Haddi aşanlar: (5/87; 7/55), Aşırı gidenler: (2/190), Şımaranlar (28/76), Kendini beğenen, böbürlenen, övünen: (4/36; 28/76; 31/18; 57/23),

Hain ve nankör: (4/107; 8/58; 22/38), Çok günahkar: (4/107), İsraf eden: (6/141, 7/31).

Allah’ın ve Rasulünün sevgisi ile onların yolunda mücadele etmek, bütün aileden, mal ve ticaretten, evlerden daha üstün görülmeli ve önde olmalı (9/24)

Allah’ı sevmenin ölçüsü, Peygamberimize uymak; Peygambere uymanın sonucu Allah’ın sevmesi ve bağışlaması: (3/31).

Allah’ın affı sevilir, buna ulaşmanın yolu: cömertlikten asla vazgeçmemek: (24/22).

Allah’ın imanı sevdirmesi ve yardımı: onunla kalbi süslemesi, küfrü, fıskı ve isyanı çirkin göstermesi: (49/7), Allah’tan başka gelip geçici olan hiç bir

şey sevilmez: (6/76), Hapis, günahtan daha sevgili: 12/33), Allah, müminlerin sevdiği yardımı, zafer ve başarıyı gösterir (3/152, 61/13), İmana erenler temizlenmeyi severler: (9/108).

Allah ile insanın birbirini sevmesi: (5/54).

İnsanın insanları sevmesi: Ensar muhacirini sever (59/9); mümin, sevmeyenleri de sever: (3/119), Evlat sevgisi (12/8), insan, sevdiklerinden infak ederek

insana olan sevgisini gösterir: (3/92), insanın insanı kurtarmasında sevgi yetmez, Allah’ın hidayeti gerekir: (28/56).

İnsanın imana karşı küfrü (9/23), hidayete karşı körlüğü sevmesi ve tercih etmesi: (41/17).

İnsanların dünyayı sevmesi, dünya hayatını ahiret hayatına tercih etmeleri: (14/3,16/107,75/20,76/27).

İnsanların günah işleri sevmesi: Fuhşiyatın yayılmasını sevenler: (24/19), Gıybet sevmek, ölü eti sevmek gibi: (49/12), yapmadıklarıyla övül meyi sevmek:

(3/188).

İnsanların hayır işlerini sevmemesi: Nasihat verenlerin sevilmemesi: (7/79).

Yahudi ve Hristiyanların: Biz Allah’ın oğullarıyız ve sevgilileriyiz demesi: (5/18).

<em><strong>“Mahabbet”</strong></em> kavramı, Hz.Musa ile ilgili olarak sadece bir ayette geçer: “Benim nezaretimde yetiştirilmen için sana kendimden bir sevgi verdim” (20/39).

Ayetlerden anlaşılacağı gibi, insan sevgisini dört ana konuya yoğunlaştırabilmektedir: Allah’a, kendine, insanlara ve dünyalık diğer varlıklara.

Bu yönelişler, aynı zamanda hem olumlu hem de olumsuz olarak gerçekleşebilmekte ve ifrat tefrit yönleri olabilmektedir Sözgelimi Allah sevgi sinin, İsrail oğullarında görüldüğü gibi, sadece kendi milletlerine tahsis edilmesi yanlış olduğu gibi, malın, kadının, dün yanın bir ilah gibi sevilmesi de bir o derece yanlış olmaktadır. Mal sevgisinin yaratılışta bulunması kabul edilebilir bir durumdur. Ne var ki bunun, cimrilik yapılarak insanların hayrına kullanılmaması kadar, israf edilmesi de doğru görülmemektedir. Allah’ı seviyorum diyen insanın, Peygamberini örnek alarak bir Müslümanlık yaşamaması uygun düşmemektedir.

Burada dikkat çeken ön önemli husus: İnsanın, eş, evlat ve mal sevgisi başta olmak üzere, bütün sevgilerinin çıkış noktası olarak Allah sevgisini görmesi, sevdiklerini O’nun muhabbeti namına sevmesi konusudur. Bu temel atıldıktan ve hedefe Allah rızası konulduktan sonra, bütün sevgiler ve aşklar kötüye kullanılmaktan ve insana zarar verecek şekle dönüşmekten uzak kalmış olacaktır.

Kur’an’da beşerî aşk konusu, sadece Züleyha’nın aşırı ilgisi ve yönelişi şeklinde ele alındığı gözleniyor. Fakat bu konunun başlı başına, kıssaların en güzeli diye tanımlanan (12/3) bir sûrede ele alınması ve uzunca sayılabilecek bir bölümde, Züleyha’nın ve kadınların duygularının dile getirilmesi, konunun insan hayatındaki yerine parmak basması açısından ilgi çekicidir.

Kadının aşk duygusuna kapılması, sevgisini kontrol altına alamaması onu başka duyguları yaşama arzusu içine atmış, ölçüsüzce davranışlar sergilemesine sebep olmuştur. Bunun sonucu olarak hem kendi onuru kırılmış, arzuladığı şeye ulaşamadığı gibi, in sanların gözündeki yüksek mertebe-den düşmüş, hem de iftira atarak, insanlık dışı bir davranışla masum bir insanın yıllarca hapiste kalmasına sebep olmuştur.

Adı konmamış aşkların, patlamaya hazır bir bomba olduğu gerçeği dikkatimizi çekmektedir. Allah’a bağlantısı olmayan bu tür kalp fırtınaları, insanı bir tarafa savurabilir, nefis arzularına kaynaklık yapabilir ve insanı her türlü kötülüğün içine atabilir.

Masumiyet içindeki aşk ise, geçmişinde bir kökle Yaratıcıya bağlanır, gelecekte kurulması düşünülen aile gövdesiyle irtibatlan dirilir ve bu aşk, mutluluk meyvesi evlatlarla taçlandırılır.

<span style="color:#ff0000;"><strong>CİNSELLİKTE DENGE </strong></span>

<span style="color:#0000ff;"><em><strong>Cinsel tatmin fıtrî bir ihtiyaç mıdır hastalık mıdır?</strong></em></span>

Konuya başlamadan önce okuyucuya samimi bir uyarıda bulunmak isteriz. Konuyla ilgili yorumlar ve değerlendirmeler kişilere göre farklı algılanabilir, tenkit de edilebilir. Belli bir anlayışı ve kişileri hedef almış değiliz. İnançlı-inançsız, ibadetli-ibadetsiz, erkek-kadın, genç-yaşlı, evli-bekar herkes, kendi anlayışına uygun olanları alır, gerisini bırakır. Bırakılanları bir başkası, kalanları da bir başkası alır.

Konuyu kişiselleştirmemek gerekir. Falan kişi böyle yapıyor filan kişi böyle düşünüyor veya söylüyor demeden, Kur’an’dan aldığımız manalar doğrultusunda meseleyi iyi niyetle beraberce irdelemeliyiz ve öncelikle kendimizi muhatap alıp nefsimizi gözden geçirme liyiz.

Cinsel tatmin bir taraftan doğal bir gereksinim olarak görülebilir, diğer taraftan da psikolojik bir hastalık haline dönüşebilir. Bu nu işlemek istiyoruz.

Öncelikle bir ayette şehevat kavramının Kur’an’da, cinsellikle beraber, mal ve evlat, altın para gibi değerler olarak geniş bir yelpazede ele alındığını belirtmeliyiz (3/14). Cennetliklerin iştah duyacakları et meyve gibi yiyecekler de aynı kök (şehvet) kelimeyle ifade edilir (52/22,56/21,77/42).

Ayetler derinlemesine tetkik edilirse, insanın mala evlada dünyalıklara olan aşırı düşkünlüğü konusunda ciddi uyarıldığı görülür. Ateş gücüne sahip olmak bir avantaj gibi görülse de riski de o oranda fazladır. Şeytan bu gücünü kötüye kullanmıştır. Firavun ve Karun de saltanat ve servet güçlerini yanlış değerlendirdiler. Erkek evlada düşkünlük de müşrikleri bir taraftan evlat katili yapmış diğer ta raftan zulme aracı kılmıştır.

Cinsellik konusunda insanoğlunun nasıl yoldan çıkabileceğine en çarpıcı örnek de Lut Peygamberin kavmidir. Onlar cinselliği, bir Peygamberin yüzüne çekinmeden söyleyebilecek ve niyetlerini ifade edebilecek kadar, aleni bir hastalık haline getirmişlerdi. Onlara da sorulsaydı, “Bu, bizim için su ve hava gibi hayatta asla vazgeçilmez bir ihtiyaçtır!” diyeceklerdi.

Cinsellik konusunun fıtrî bir hal olmaktan çıkarılıp bir ihtiyaç elbisesi giydirilmiş zafiyet, hatta (Lut kavmindeki gibi) bir hastalık haline getirilme sine en çarpıcı iki örnek de ikiz kız kardeşini isteyen Kabil ve Yusuf Peygambere gözü kararmış gibi çılgınca yönelen Züleyha hikayeleridir.

Bilinçaltı, fıtrî biyolojik yapının hayat için doğal ve yeterli gördüğünü, vazgeçilmez zaruri bir ihtiyaç haline getirmede mahir bir usta gibidir. Bu konuda o programlama merkezi, bilgisayar programcısı, son derece profesyonel bir mühendis gibi çalışır. Sıra dışı her talep, sıra dışı bilinçaltı çalışmasının bir ürünü olarak görülebilir.

Çünkü bilinçaltı akıl ve bilinçten, kalp ve vicdandan bağımsız olarak, hatta onların rağmına çalışır ve ruhu doğrudan etkiler. Akıl bilgiyle kalp inançla güçlendirilmemişse, insan, ibadetlerle ve hayır yollarında hizmetlerle salih eylemleri fıtrat alışkanlığı haline getirmemişse, ruh en etkili çekim merkezi olan bilinçaltı kaynağından beslenmek zorunda kalacak, onun yörüngesine girecektir.

Dışardan empoze edilen her program da bilinçaltının ana malzemesini oluşturduğundan, iddia edildiğinin tersine cinsiyetten ve cinsel arzulardan tamamen soyutlanmış yalın halde doğan çocuk ruhu, harici etkilerle belki de normal dışı cinsiyet meyillerine yönelecek, erken uyanmalara ve alış-kanlıklar kazanmaya başlayabilecektir.

Yaşayanlar, yaşayanları tanıyanlar, uzmanlara kulak verenler bilecektir ki, temelde 12, hatta 6 yaşlarına kadar çocuklar, bilinç altı programları çerçevesinde, kısıtlama olmadan her konuda yörüngeleşmekte, edinilen alışkanlıkları bazen yaşlılık dönemlerine kadar taşıyabilmektedirler…

Sözgelimi Kabil, kalbiyle hareket etseydi Allah, Peygamber ve baba emri ağırlığını vicdanında hisseder, kardeşini istemezdi. Aynı şekilde akıl, mantık ve muhakeme gücünü ciddi çalıştırsaydı aynı sonuca ulaşabilirdi. Fakat bilinçaltı bombardumanına açık nefis hesabına işletilmiş zayıf bir muhakeme ve duygusallıkla konu, vazgeçilemez hatta ölümüne dönülmez hale getirilmiş olmaktadır. Nite kim Kabil ilk nefis tetikçisi olarak katil olmuştur.

Aynı değerlendirmeler Züleyha için de geçerlidir. Devlet yönetiminde bir bürokrat eşi olmasına rağmen, eşine ihanetinin ve statüsünü gözünü kırpmadan feda edebilecek hale gelmesinin sebebi, tutkusunun kalbini kavuracak hale gelmesi, akıl ve muhakemesini tatil etmesi ve nefsinin isteklerini vazgeçilemez bir ihtiyaç haline getirmesidir.

Ruh aslında eşten bağımsızdır. Eş, bizzat ruh varlığı ve hayatı için zaruri bir varlık sayılmaz. Teorik olarak erkek olsun kadın olsun, biri diğeri olmadan da var olabilir ve yaşayabilir. Hz.Adem kadınsız var olan, Hz.Meryem erkeksiz yaşayan, Hz.İsa ise hem erkek siz var olan hem de kadınsız yaşayan tek örnektir. Bir beşer olarak bunun zarurî olmadığı gösterilmiş olmaktadır.

Cinsellik neslin çoğalması için ise bir ihtiyaç hatta zorunluluktur. Allah’ın yaratılışa koyduğu bu ilahî kanunda değişme olmaz. Adem, Meryem ve İsa örnekleri birer mucizedir. Aynen gerçekleştirme imkanı yoktur. Fakat Allah’ın koyduğu fıtrat kanunlarından yararlanarak, olmaz görülebilen pek çok olay da gerçekleştirilebilir.

Günümüzde, erkek olmadan kadının hamile kalmasından bahsediliyor. Muhtemelen ileriki asırlarda cinsiyeti olmayan, yani erkeğe de, kadına da ihtiyaç duymadan var olan ve yaşayan bir kısım gen ürünleri elde edilebilecektir. Bebeğin gelişimi sadece anne rahminde olabilir, bebeğin erkek ve kız olması tercihe bağlı olamaz gibi geçmiş yıllara ait düşünceler bugün değişmekte, kopyalama konu su uygulanmaktadır. Allah’ın koyduğu gen kanunlarından yararlanılarak da farklı ürünler elde edilebilecektir. Ne var ki, üzümü yaratan Allah, üzümle şarap yapıp sarhoş olmayı yasaklamıştır. Genlerin ve ilgili gen kanunlarının yaratılmış olması, aslında onlara dilediğince müdahale etme hakkının verilmiş olduğunu göstermez.

Kur’an, insanların bir tek ana nefis varlığından geldiğini ifade eder. Adem’in topraktan bir protein macunu olarak şekillenmesin den ve bu ana yapının bölünmesiyle Havva’nın yaratılmasından sonra da erkek ve kadınların bu ikisinden üretilip kabileler olarak çoğaltıldığından söz eder(4/1,7/189; 49/13).

Buradan anlaşılıyor ki tek insanın oluşumu aslî amaç, insanların çoğalması için cinsiyetin oluşu mu talî amaçtır. Cinsel arzu ise arızî, hatta tâlînin tâlîsi bir amaçtır.

Bir amaçtan söz edilecekse bu, beden ötesinde, ruh dünyasının eşte ve eşle huzur bulmasıdır (30/21). Bedensel tatmin huzuru ile ruh tatmini huzuru arasındaki farkı ise her vicdan sahibi ayırt edebilir…Bilinçaltının bedensel zevkler deposu haline getirilmesine izin verilmemelidir. Beden huzuru bedende kalıp güdükleştirilmemelidir, ruh huzuru derecesine çıkarılmalıdır.

Ayette kadınların tarla olarak (2/223) tasvir edilmesi de iyi anlaşılmalıdır. Ekim ürün içindir. Mecazi olarak tenasül vurgulanmış olmaktadır. Yani neslin çoğalması bir esastır, bir hedeftir. Vesileler ise daima hedefe göre bir değer ve anlam kazanırlar. Beden ve fonksiyonları Ruh dünyasına yönelmede bir vesile olarak görülmelidir. Tıpkı dünyanın ahiret için bir tarla olarak görülmesi gibi!.. Cinsiyetin oluşumuyla çoğalan nesillerin, renk renk, kabile kabile, diller ve milletler olarak farklı hale getirilmesi de, birbirleriyle tanışmaları ve sosyal bir yaşam kurmaları adına olmasının vurgulanması ve değer kazanmanın cinsiyetle bir ilgisinin olduğunun belirtil memesi de (48/13) bu durumu desteklemektedir.

Cinsel bir parmak bal tadı, soyun devamını sağlamaya teşvik içindir. Bu duygu insana, nefsini bireysel keyfi hareketlerden uzaklaştırıp, erkek ve kadının bu çekici gücü kullanarak birbirlerine yakınlaşmasını, hayvani bağlılıkta kalmayıp insani bağlılığa dönüşmesini ve işbirliği içinde aile kurarak sosyal kişilik aşamasına ulaşmasını hedefleyerek verilmiştir.

Buraya kadar yapılan açıklama bizi cinsel zevkin ihtiyaç olmadığı, hakikatte arızî olan nesil üretme amacına yönelik, tabiri caizse, arizînin arizîsi bir duygu olduğu sonucuna ulaştırmış olmaktadır. Bu tıpkı, yaşamak için midenin arızî olması, midenin dolması için dilin dolaylı bir vasıta olarak karşımıza çıkması ve dildeki lezzetin de aynı şekilde dil duyusunun kullanılması için arızî bir duygu olması gibidir…

Şu ayet de, cinsel tatmin duygusunu ertelemenin mümkün olduğu konusunda önemli ip ucu vermektedir: “Evlenme imkanı bulamayanlar, Allah’ın fazlıyla varlık sahibi oluncaya kadar iffetlerini korusunlar!” (24/33).

Dil nasıl lezzetlere düşkün hale getiriliyorsa, cinsellik duygusu da ruh için vazgeçilemez bir duygu ve hastalık derecesinde bir ihtiyaç haline getirilebilir.

<span style="color:#0000ff;"><em><strong>Salt zevk bir ihtiyaç mıdır?</strong></em></span>

“Cinsellik ihtiyaçtır” diyen kimse, “Cinsel tatmin bir ihtiyaçtır”, yani “Cinsel zevk alma bir ihtiyaçtır” demiş olmaktadır.

Yemek bir hayat ihtiyacı sayılsa bile yeme zevki bir nefis rüşvetidir.

Ballı börekler pişirilir, kaymaklı tatlılar yenir, kuzular çevrilir

Dil kapıcısına bolca verilir.

Sonra hepsi gübreye çevrilir

Amaç yaşamayı ve vücud sağlığını sağlamaksa, iktisad terazisi görmüş pek çok alternatif nimetle bu sağlanabilmektedir.

Cinsellik de yaşam için bir gereklilik olabilir, cinsel lezzet de peşin verilmiş teşvik edici bir avans!..

Ancak bunun vazgeçilmez cinsel zevk haline getirilmesi ise aslında bir nefis rüşvetinden başka bir şey değildir.

Zaman düzenleyicisi sadece namazdır. Kadın endeksli proğramlar değil!..

Savaş gibi en yüksek hayat riski taşıyan ortamda bile nöbetleşe birer rekat namaz kılınması, harp taktiklerinin adeta namaz vakitleriyle belirlenmesi,

namaz endeksli yaşam konusunda yeterince ip ucu sayılmalıdır.

Hatta kültürümüzde, zifaf gecesinin yatsı namazının kılınması sonrasına planlanması da bir tesadüf değildir.

Namazı, 24 saatinin vazgeçilmezi, olmazsa olmazı haline getiren insan, gününü programlamada önceliğini seçmiş demektir. Böyle yaşayan bir insanın, cinsel hayatı otomatik programlamaya uymak zorunda kalacaktır.

O insanda cinsel istekler, bir nefis hastalığı ve zaafı olarak kendini kabul ettiremeyecek, ibadetler arasındaki arızî ve sönük durumuna rağmen, diğer ibadetler gibi ibadet olarak değerlendirilme hakkını da kazanmış olacaktır.

Evli ya da bekar, bir sebeple cinsel duyguları tetikleyecek bir görüntüyle karşılaşan bir insan; gözlerini kapayarak, bir kıvılcımın alev almasını önlemekle görevlidir. Ve bu durumu ona bir vacip sevabı kazandıracaktır. Bunu başaracak irade gücüne sahip olma yan, zaafı olan, gözleri nefsine esir olan ve ona bakakalan ve bunun sonucunda nefsi uyanan bir insan için cinsel arzu bir ihtiyaç mı ol maktadır?

İrade dışı göze çarpan ilk görüş için mazeret olabilir. Kaçınmak mümkün olmayabilir. İkincisinde ve devamında ise irade devre de olduğundan, ortaya çıkabilecek her cinsel tutum, kesinlikle bir ihtiyaç olarak adlandırılamaz.

Bir ihtiyaçtan söz edilecekse, ehveni şer olarak o insanın zaafına kurban gidip, günahın daha büyüğünde yanmaması için, çözüm üretmek, alternatif sunmak olacaktır. O da “Kardeşim! evinde eşin var, onda olan eşinde var, sen git eşine var, ihtiyacın buysa işte onda var!” demek olacaktır.

Ancak genç bir bekara bu tavsiyeyi yapma imkanı yoktur. Ona geçici dört öneri sunulabilir. Sabır, oruç, koruyucu iffetli arkadaş ortamı ve hayırlı hizmetlerde sürekli aksiyon halinde olma…Ayette belirtildiği gibi evleninceye kadar iffetlerin korunması Allah’ı hoşnud edecektir.

Allah’ın hiç sevmediği, tıka basa dolu mideye sahip nefsin, zevke yönelmesinden başka hiç bir şey beklenemez. Açlık ise tıpkı at dizgini gibidir. Nefse binilir ve açlıkla yönlendirilir. Bu da ten zevkinden ruh zevkine doğru koşu anlamına gelir.

Sabah öğlen akşam, mükellef sofralarda yemek yiyen, aralarda da atıştırmayı ihmal etmeyenler ve böylece hormonlarını besle yenler; Ramazan dışında oruçla tanışmayanlar, her gün enerjilerini atacak şekilde hizmet koşuşturmaları içine giremeyen, beden dünyaları için zaman bulamayacak hale gelemeyenler,

“Cinsel tatmin doğal bir ihtiyaçtır!” demesinler lütfen!..

Onlar cinselliği kendilerine ihtiyaç haline getirenler, bir “Cinsellik zaafı” oluşturanlardır.

Nefis adına zaaf ise bir psikolojik rahatsızlıktır.

Çünkü nefis, bu alanda zevk alabilecek bir zaman boşluğu bulabilmiş demektir.

Çünkü nefis, cinsel zevkleri bir ihtiyaç gibi görecek zaman boşlukları bırakmış demektir.

Çünkü nefis, cinsel hazlar kadar lezzet alabileceği başka ilgi alanları ortaya koyamamış demektir.

Şahsî füyûzat hislerinden bile fedakarlık yapmanın işlendiği, vicdan ve kalp kültürümüzün arifi durumda olan ve bedensel tadlarından vazgeçemeyen bir insana, izninizle psikolojik “Ten ve beden hastası” deme durumundayız. Büyüklerimizin “Lezzetin kulu!” deyi mini de hatırlatmalıyız.

Tek eşine bile ulaşmakta, ulaşma yolunda zamana bulmakta zorlanan örnek insanlar vardı. Arkalarına kadınlarına ya da önleri ne başka kadınlara bakıp sevda aramıyorlardı; ufuk mefkûreler, ufukta milletler onların sevdalılarıydı…

Günümüzde de gördükleri millet hizmetlerinden dolayı evlerine belli bir müddet gelemeyen, geldiklerinde evlerini yerinde bula mayan, zaman kahramanı, saf,

Safvetli, nezih ve veli insanlar vardır. Evlerinde yiyeceksiz kalan evladü ıyal baba evine göçmüş, gelen alnı valalı yiğit evini taşınmış bulmuştu. Ama rüyalara giren Nebiler Nebisi de anında komşu olmuştu. Uyarılmışlar, evler yine buluşmuş tu…

“Cinsel tatmin bir ihtiyaçtır!” diyen ve bunu cinsel zevksiz olmaz duruşuyla savunan inanmış insan psikolojik hastadır.

Çünkü nefsi, helal dairesinde ama israfsız ve belli ulvî bir amaç doğrultusunda zevklendirmek, bir psikolojik rahatsızlık değildir. Hatta psikolojik tedavidir bile. Psikolojik rahatsızlık olarak nitelendirilen husus, meşru görüntüde bile olsa, fani zevki vazgeçilmez hale getirmektir…

Zevki ihtiyaç olarak görmek, bilinçaltına ihtiyaçlar listesinin başına yazmak, kendimizi buna proğramlamak demektir.

Beden lezzetini vazgeçilmez yapmak, akıl ve kalbi, yönelmesi gereken ulvî duygu, düşünce ve eylemlerden koparmak demek tir.

Bir de buna dini literatürden bir sıfat ekleyerek masumiyet kılıfı geçirilir: “Fıtrî bir ihtiyaçtır” denir. Dindarlık(!) damarı iyice kabar mış kimileri de konuya kudsîlik kazandırırlar: “Efendim! İzdivaç, dinî bir tavsiye hatta kimilerine vacip bir durumdur, evlilik ise cinsel tatminsiz olmaz!”…

Bu tarz düşünenlere tereddütsüz sorulabilir: “İlk eşiniz bu işe ne diyor?”

Peki erkek kendisi için düşündüğü ve sözüm ona “İhtiyaç!” diye tanımladığı cinsel tatmin ve ikinci eş hakkını ilk eşine tanıya bilecek midir?

Hayır!..Aklının ucundan bile geçirmeyecektir, “Sözü bile edilmez!” diyecektir. Peki o insan değil midir? Erkek gibi onun da cin sel duyguları yok mudur?

“İhtiyaç!” kavramını onun için kullanmamıza engel olan nedir?..Erkek için ihtiyaç olan şey onun için neden ihtiyaç sayılmamaktadır?..

Üstelik kadının, adet günleri, hamilelik ve loğusalık dönemi, emzirmesi, çocuğuna yoğunlaşması, menopoz dönemi gibi zaman dilimleriyle hayatının önemli bir kısmı, erkeğe oranla cinsel aktivitelerden yoksun geçmektedir. Bir ihtiyaçtan söz edilecekse belki de kadının, erkekten daha çok bu ihtiyaç hakkına sahip olması gerekirdi.

“Çünkü!..” denecektir; “Kur’an kadına değil erkeğe ikinci eş hakkını tanımaktadır. Hem erkek kadına oranla bu konularda da ha aktif ve duyarlı bir yapıya sahiptir. Bu sebeple fazla eş hakkı kadına değil erkeğe verilmiştir!”.

Bu durumda “Hak!” kavramı, nasıl oluyor da cinsel tatmin yolunda bir ihtiyaç olarak yorumlanabiliyor?

Erkeğe yönelik bu avantajın, neslin korunması adına olduğu söylenebilir. Erkeğin fizyolojik yapısı ve kudreti itibariyle “Hamîlik” misyonu yüklendiği şeklinde açıklama yapılabilir. Kadının nahîf yapısıyla korunmaya daha çok meyyal olduğu yorumu bile yapılabilir. Bir savaş sonrası az erkek topluluğu karşısında çok kadının, farklı suiistimallere hedef olmaması için geçici bir tedbir hikmeti taşıdığı ifa de edilebilir. Çocuğu olmuyor diye bir kadını kapıya bırakmanın doğru olmadığı şeklinde ayrı bir izah tarzı da getirilebilir.

Bu durumda “Hak” kavramı gider “Vazife” ve “Mürüvvet” kavramları gelir. Özellikle de “Adalet” mefhumu ısrarla “Ben buradayım!” der.

Fakat bunlar hiç bir şekilde, ikinci eşi (hatta tek eşi bile) cinsel tatmin aracı bir ihtiyaç objesi olarak değerlendirme anlamına gelmez.

“Öyle görmüyoruz ki!” diyenlere, “Cinsel birliktelikte bulunmamak şartıyla ikinci evliliğe razı olur muydun?” sorusu sorulabilir.

Peygamberimizin, eşlerinden ayrı kalan bazı tabiattaki kişilere, ruhsat olarak verdiği söylenen nikah akdi konusunu, hem bir seferberlik ortamın da hem de, cariyelik müessesesinin işlerlik kazandığı kendi tarihî şartları çerçevesinde değerlendirmek gerekir.

Diğer bir sunî savunma mekanizması şudur: Sokaklarda onla bunla, üçüyle beşiyle birden kırıştıranları hiç görmüyorsunuz?

Aleyküm enfüseküm!..Önce merkezden, içten, kendimizden, kendi insanımızdan, kendi evimizin önünden başlamalı değil miyiz?..

Ve bu tarz savunmaları nefsin mırıltıları olarak değerlendirmek zorundayız. Kişiler kendi nefis dünyalarına tercüman olmakta, kendileri için uygun olanı seslendirmektedirler. İnsanın fikri neyse zikri de odur derler.

Çay kahve ve sigara içmenin ihtiyaç olup olmadığını tartışmaya açsak, tiryakiler ne düşünür acaba!

Bu takdirde, lüks giyeceklere, pahalı kaliteli yiyeceklere alışan bir insan için bu zevk ve lezzet türleri de birer ihtiyaç sayılmalı dır. Yerken asıl ihtiyaç olan şey, bedenin, yaşamak için gıdasını almasıdır. Bu dile lezzet veren baklava ile de olabilir, tarhana veya mercimek çorbasıyla da olabilir.

Cinsel tatmin yolunda, fanteziler, fantezi denebilecek masraflar yapmak, üretmek ihtiyaç mıdır, nefsin, zevklerin lüks ve israf dalgalarının arasında boğulması mı?..

Bir de şu düşünülebilir. Yemek ihtiyaçtır. Yiyecek bir şey bulunamadığında, açlıktan ölme tehlikesi baş gösterdiğinde, yani zaruretlerin mahzurlu şeyleri zaruret miktarı mubah kılması hali ortaya çıktığında, insan ölmeyecek kadar sözgelimi domuz eti yiyebilir.

Ömrünüzde, açlıktan susuzluktan ölen insan duymuşsunuzdur. Peki cinsel tatminsizlikten öleni hiç duydunuz mu?..

Olsa olsa cinsel tatmin yolunda koşan insanlar içinde ölüme mahkum olanları duymuşsunuzdur; AİDS gibi…Tabi kanla bebeklere bile bulaşması söz konusu olabilmektedir.

Pekala, insanın eşi adet günlerindeyken kocasının, zaruret doğdu deyip başka kadına gitmesi tecviz edilebilir mi?

Ya da cinsel ilişki yaşamadığı için biyolojik olarak bir insanın hayatı tehlikeye girer mi?..Ölümle yüz yüze kalır mı? Yoksa psikolojik bir ihtiyaçtan mı söz ediyoruz. Bu durumda hastalık kavramı yine gündeme gelecektir…

Cinsel tatminin, yeme içme gibi bir ihtiyaç olmadığının, cinsel tatmin olmadan da yaşanabileceğinin bir diğer göstergesi de, bu lûğ çağına gelinceye kadar çocukların durumuyla, belli yaştan sonra bu aktivitelerden uzak geçen yaşlılık dönemleridir. Bir de ekstrem bir örnek olsa da hadımlar!..

Şayet cinselliği açlık gibi düşünen ve ölümle yüz yüze kalacağını iddia eden insan varsa üç tavsiyemiz olabilir: Birincisi: “En ya kın psikiyatriste müracaat ediniz!” İkincisi: “Rabbinizle aranızdaki münasebeti ciddi olarak gözden geçiriniz”!.. Üçüncüsü: Diyecek sözümüz yoktur!”.

Cinsel tatmin zevki, iyi düşünülecek olursa bedensel ağırlıklı bir olgudur. İnsan bedende yoğunlaştığı oranda bu duygu konu sunda tutkusu ve ihtiyaç hatta hastalık derecesinde arzusu coşacaktır. Ruha yapılan yolculuklarında yoğunlaştıkça, beden dünyasın dan uzaklaşan ve nurâniyet kazanan insan, nurânî bir melek gibi cinsel duygulara uzak kalmış olacaktır. Cinsel duygular, bedenselleşme ve nuranîleşme olaylarıyla orantılı olarak güçlenir veya ihtiyaç olmaktan çıkabilir.

Dünya hizmet yeridir lezzet yeri değildir. Dünyasında hizmete hiç yer vermeyen, lezzetlerle donatan insan aslında geleceğini riske atmaktadır.

Cinsel lezzet başlı başına bir ürün değildir. Bu avans lezzet, gerçek evlat lezzetine vesile olabildiği oranda gerçek işlevine uygun anlam kazanır. Ne var ki evlat olmadan da evlilikle meşrû kılınan bu duygu, hiç olmazsa insana iki şey kazandırmalıdır: Birisi, ha ramlara karşı eşlere koruyucu kal-kan misyonu üstlenmesi, diğeri de nezahet çerçevesinde gerçekleşen birleşmeyle eşler arası sevgi ve muhabbetin artmasına vesile olmasıdır.

Buraya kadar, inanan insanların bu konudaki durumlarını irdelemeye çalıştığımız fark edilmiş olmalıdır. İnanç ve ibadetle hiç bir ilişkisi olmayan insanlar için de bir şeyler ifade edebilir zannederiz. Özellikle küçük yaşlarda ciddi travmalar yaşayan ve bir şekilde tacizlere maruz kalan (ensest dahil) ve bazı cinsel alışkanlıklar edinip bundan vazgeçemeyen insanlar, hem psikiyatrist yardımı almalılar hem de, ehil mürşitlerden ve iffetli arkadaş çevresinden yardım almaya, ciddi bir kalp ve düşünce operasyonu geçirerek, nefislerine ha kim olmaya çalışmalıdır. Allah’a ciddi yönelen insan, ruhuna huzur, aklına güç, kalbine manevi heyecan geldiğini hisseder ve nefsine hakim olmayı öğrenebilir.

Hangi günah ne kadar büyük ve çok olursa olsun, Allah’ın Rahmet ve Mağfireti yanında denizde köpük gibidir, ümit kesmek as la doğru değildir

(4/48,116;39/53). Bu konuda ısrarcılık da çok önemlidir. Günahlarda ısrar etmeme affedilmelerini sağlar, af dilemede israr ise insanı kolay temizler.

“Onlar, bollukta darlıkta Allah’a için harcarlar, öfkelerini yutarlar ve insanları affederler…Kötülük (fuhşiyat) yaptıklarında nefislerine zulmettiklerinde Allah’ı hatırlar günahlarına istiğfar ederler. Günahları Allah’tan başka kim affedebilir. Ve onlar günahlarında bile bile ısrar etmezler” (3/134-135).

<span style="color:#0000ff;"><em><strong>Cinsel açlığa karşı açlık aşkı ve namaz aşkı!</strong></em></span>

Cinsel tatmin arzusunu kendisi için bir ihtiyaç ve hastalık haline dönüştürmüş, özellikle bunu meşrû olmayan yollarla elde etme ye alışmış insanlar kuşkusuz psikiyatrist tedavi alabilirler. Aslında işleyeceğimiz iki konunun da, psikolojik etkilerinin olabileceğinden bahsedilebilir.

Genel anlamda her aşka ve özellikle cinsel konulardaki tutkulara karşı önereceğimiz iki yöntemden birincisi açlıktır. Açlığa aşık olmaktır İkincisi de namazdır. Namaza aşık olmaktır.

Açlık göreceli bir kavram!..Ruh açlığı, cinsel açlık, gözü aç, yoksul ve aç insan gibi farklı bağlamlarda kullandığımız olur. Biz hind fakirlerinde ya da ruhbanlıkta olduğu gibi veya ideolojik anlamda bir açlıktan, yoksulluk edebiyatından söz edecek değiliz. Soyut olarak açlık kavramının ruhla olan ilişkisinden ve özellikle de, nefisle olan göbek bağından bahsetmek istiyoruz.

Nefsin cinsel arzularını dindirmede en etkili antibiyotik gibi, çok kısa zamanda bütün bedensel duygularda etkisini ve zamanla hakimiyetini gösterecek sırlı bir güce sahiptir açlık. Bir de bu, ibadet adına oruç şeklinde icra edilirse, otomatik fren görevini yerine getirecektir. Açlık, nefsin, ateş yerine açlıkla terbiye edilmesi sonucu, “Benim Rabbimsin!” diye itiraf etme zorunda kalacağı güçlü bir pehlivan gibidir. Nefsi ancak açlık ciddi olarak dize getirebilir. Çünkü insan, bir açlıkla bir de secde ile iki büklüm hatta dört büklüm hale gele bilir!..

Mal ve evlat, yeme içme ve özellikle de cinsellik adına ruhumuzu saran dünyalıklar ve gaflet karşısında, az nefsinden yanmış olanlar, açlık olgusunu yabana atmamalıdır. Açlığın kendi dünyalarında ne gibi değişime yol açabileceğini ciddi olarak irdelemelidirler.

Meditasyon eğitiminde ruhî ve zihnî güç, bedenden ve ilgili olduğu zevklerden uzaklaştırılmaya çalışılır. Bizim tefekkür dünyamız hiç bir düşünce disiplininde olmadığı kadar derin, etkili, renkli ve çok boyutludur.

Biz ibadet neşvesi içindeki “Açlık zevkini”, nefsi, özellikle cinsel yöndeki zevklerin yerini alabilecek bir alternatif olarak değerlen dirilmesini önerebiliriz.

<span style="color:#0000ff;"><em><strong>Birinci adım:</strong></em></span>

Bütün şehevât zevki yerine açlık zevki…(Ayette geçen şehevat kavramı, nefsin arzuladığı her şeyi kapsamaktadır.3/14)

Cinsel zevkler yerine özellikle açlık zevki!..

<span style="color:#0000ff;"><em><strong>İkinci adım:</strong></em></span>

<em><strong>Bütün şehevat ve cinsel zevkler yerine namaz zevki!..</strong></em>

Açlık ve namaz zevkleri, insan ruhunu sararsa diğer zevk çeşitleri mekan bulma imkanı bulamayacaktır. Tersi de doğrudur: Şehevat zevklerini alışkanlık haline getirmiş, zaafiyetlerini ihtiyaç olarak kabullenmiş insanlar, açlığa da namaza da dayanamazlar!..

İnsan bir de ibadet niyetiyle aç dolaşıyorsa, iç dünyasında farkında olmadan bir programın işlediğini, hissedişlerinde bir farklılaşmanın başladığını hayretle fark edecektir. Aç mide boş görünse de ruh için açılan bir manevra alanı gibidir. Ruhun derinlerden gelen sevinci, açlığa bir lezzet kazandıracaktır, buna kesinlikle inanabilirsiniz. Bunu deneyebilir, bir gün dolu mideyle bir gün de aç mideyle akşam ederek, iç dünyanızdaki ve çevrenizle ilişkilerinizdeki farklılığı gözlemleyebilirsiniz.

Biyolojik olarak açlık, etkisini, ilk planda midede, diğer deyişle; bel üstü ile bel altı arasında doğrudan hissettirir. İçimizin kıyıldığını hissederiz.

Zihnimiz o bölgeye yoğunlaşır. Bu aynı zamanda, geçici olarak şehvet ve maneviyatla ilgili duygularından soyutlanmış halimiz olarak tezahür eder. Yani açlıktan midesi guruldayan, bedeni halsiz düşecek hale gelmiş olan bir insana, zevk ve eğlence ya da ibadet ve manevi dersler adına yapacağınız teklifler, bir tas çorba bir dilim ekmek kadar cazip gelmeyecek, en azından öncelik hakkını elde edemeyecektir. Bu yüzden Peygamberimiz, iftar vakti orucun hemen açılmasını istemiş ve sofranın hazır bulunduğu bir açlık durumunda, vakit uygunsa, namazdan önce yemek yenmesini tavsiye etmiştir.

Bu durumu şu şekilde de ifade edebiliriz: İnsan ne kadar zevk ve eğlenceye ya da manevi tecrübelere alışmış olursa olsun netice itibariyle, an gelecek midesinin şiddetli ve hayatî açlık isteğine mağlup düşecektir.

Gün boyu oruçla açlıklarına kıvam kazandıran insanların, iftar öncesi koşuşturmaları ve bir mide seferberliğine girişmeleri nasıl izah edilebilir?

Sınıflarda ders görenlerin, eğitimdeki askerlerin, fabrikalarda dairelerde bürolarda çalışanların, mahkumların vb. durumda olanların, akşam iftarı değil, öğlen paydosunda, savaş alarmıyla silah başı yapan asker gibi tabak başı yapmaları, midemizin, ha yatımızın baş rol oyuncusu olduğunu göstermiş olmuyor mu?

Açlığın, insanı böylesine cezbeden müthiş bir çekim ve etki gücü bulunmaktadır. İşte bu açlık cazibesi, ön plana çıktığı ve bünyemizde hakimiyet kurduğu her zaman diliminde, nefsimize cazib gelen pek çok zevk türünün fonksiyonlarını da durdurmakta, yeme isteği bütün isteklerin önüne geçip liste başı olmaktadır.

Başlığımıza ters düşecek bir tanımlama yapmak zorundayız: Yeme aşkı bütün aşkları geride bırakmaktadır. Bu durumda Açlık değil tokluk, aşka dönüşmüş oluyor. Oysa biz açlığı bir aşk olarak takdim etmeyi düşünmekteydik!..Konuyu nasıl aydınlığa kavuşturabiliriz?

Beşerî aşkın güzel ve tatlı yanları olduğu gibi çirkin ve bela yönleri de yok değildir. Bazen haz bazen azab verir. Kimine gülistan kimine de hâristan gelir. Vuslatıyla da hasretiyle de ciğer dağlar; aşık her halükarda ağlar!..

Midesi aç olan da, ruhu aç olan da aslında ağlar!..Mide doyar insan zevklere dalarsa ruh aslında işte o zaman ağlar!..

Açlık aşkı da, ayrılık ve hasret acısı çektirir fakat günah adına insanın ruhunu, hüsrana götürebilecek bütün aşklardan bir uzaklaşmadır bu!..

İnsan açlıktan yanar sonra karnı doyar sonra da günah aşk ballarına banarsa, beden vuslatla zevklenirken kalbin acılarla kıvranmasıdır bu!

Açlık aşkı bir ışıkcıktır fakat insanı bir taraftan nefsin bütün olumsuz arzularından soyutlar diğer taraftan da insan ruhunun nurlar aleminde aydınlanmasına, Allah aşkıyla itminana ermesine sebep olur.

Açlık aşkı, fani cinsel açlıkları ve zâil aşkları bastırır. Bakî aşklara ulaştırır…

Açlık aşkı, oburluğu durdurur, alışkanlıkları susturur. Manevi duyguları coşturur, insanı meleklerle at başı koşturur.

Öyleyse açlık aşkının oluşmasında şu iki sebep ve amaç çok önemlidir: Nefsi azdıracak bütün aşkları önlemek ve aşmak, Rahman’a ulaştıracak bütün aşkların önünü açmak!..

Açlık insanı öfkeli yapar düşüncesi bu tezimiz açısından yanlış olarak değerlendirilebilir. Açlık sonucu öfkelenenler, aslında açlığı bir dost, bir lezzet olarak hiç düşünmemiş, genellikle açlık deneyiminden uzak yaşamış olan insanlardır denebilir.

Hayatımızdaki başarısızlıkları, başarı yolunda bir deneyim, ileri hamle için bir gerilim olarak görme konusu aklı başında her in san tarafından savunulur.

Açlığa da bu bakış açısıyla bakmakta bir engel yoktur.

Açlık aşkı hem ok hem de yay gibi fonksiyon yapar. İnsan açlık sayesinde nefsiyle yay gibi gerilir, fakat kalbiyle ok gibi hedefe kitlenir!..

Açlık aslında acı verir. Fakat acı vermesi, nefse ağır geldiği içinidir. Nefsin alışageldiği yeme içme, eğlenme ve cinsel haz hissetme alışkanlıklarını önlediği ya da performansı düşürdüğü içindir. Her yeme içme nefse enerji yükler ve onu hareket geçirerek o enerjiyi yakma, boşaltma ve harcama isteğini vazgeçilmez bir ihtiyaç haline getirir. Nefsin ihtiyaç olarak gördüğü şey ise, oburca yiyen ama farkında olmadan çatlayan balıklar gibi, haz dalgaları arasında boğulmaktan, nefis hastalıkları içinde çırpınmaktan başka bir şey değildir. Bu yönüyle açlık gerçek bir dalgakıran gibidir.

Açlığın, insanın, kötülüklere yatkın bütün beden bölgelerindeki kaslarının işlemesini yavaşlatması, ten iştahını kesmesi yönüyle bile başlı başına büyük bir kazanç ve avantaj sayılabilir. Bu kadarı bile açlığa aşık olma adına yeterli bir gerekçe olarak görülebilir.

Açlık çok sadıktır, son derece vefalıdır ve samimidir de!..Çünkü insana sadece kendisini düşündürür. Başkalarından uzaklaştırır. İnsan doğrudan kendini obje yapar. Çok aç olduğumuz bir anda, spora, eğlenceye veya herhangi bir uğraşa davet edildiğimizde, hemen açlığımızı öne süreriz. Davet edildiğimiz şeyi erteler, kendimizi ön plana çıkarırız. Çağırana değil, kendimize koşarız. Elimizde kaşık, tabak başında kendimizle baş başa kalırız.

Bu durumda açlık bizim sigortamız olarak görülebilir. Bizi bizde tutuyor, başkalarının uygun olmayan davetlerine karşı isteksiz yapıyor, koruyucu bir kalkan ve zırh oluşturuyor. Beden mukassî oluyor, iki dört büklüm kapanıyor, manevî gardını alıyor. Dıştan soyutlanıp içe yolculuğa açılıyor. Aç mide bedeni güçsüz gibi gösterse de tersine, manevi enerji yüklenmiş oluyor. Zahirî ve geçici güçsüzlüğü olsa da, bu, günahlara karşı oluyor!..

Tok insan asıl, arzular girdabında av olmaya açık hale gelebiliyor. “Oh!” dedirtiyor, “Şimdi keyif zamanı!” hevesiyle arayışlara giriyor; açlıktan gelebilecek bir lezzet kapısını kapatıp pek çok lezzetlere yelken açmaya hazırlanıyor!..Bir açlıktan zevk almıyor bin zehirli lezzetten zevk almaya açık hale geliyor. Sahici gerçek has lezzete sırtını dönüp, yalancı sanal sahte lezzetlere yüzünü çeviriyor.

Öncelikle açlığı sevmeye çalışmak, onunla çok yakın dost olmak gerekir. Zihin derinliklerinde açlık zevkiyle buluşmak, zaman la da açlıktan zevk alır hale gelmek, bu zevki başka zevklerin yerine ikame etmek gerekir.

Motive edici kitaplar genellikle, içe dönük konuşmalarda, stres meydana getiren, olumsuz düşünce ve mesajlardan uzak kalınması, içtenlikle olumlu cümlelerle bilinçaltımıza mesaj gönderilmesi tavsiye edilir. Uzmanlar yerinde bir tutumla, dengeli beslenme ve gerekli gıdanın alınması tavsiyesin de bulunurlar. İnsana yararlı her güzel sözün arkasında durulmalı kuşkusuz.

Ve nefsimizin de üzerimizde hakkı olduğunu, beden emanetine gerekli ihtimamı göstermemiz gerektiğini de unutmamalıyız. Peygamberimiz, her günü oruçla her geceyi sırf ibadetle geçirmek isteyen ve eşiyle de ilgilenmeyen genç bir Sahabeyi, çağırarak konuşmuş, gecenin belli vaktinde ibadet, Davut orucu ve eşinin ve nefsinin de hakkını vermesi konusunda onu ikna etmiştir. Üstelik, dün ya çapında yapılacak çalımlı hayırlı hizmetlerin en çaplı şekilde mükemmel yerine getirilmesi için, sağlıklı ve güçlü bir bedene, her in sandan daha fazla ihtiyacımız olduğunu da göz ardı etmemeliyiz.

En azından şöyle düşünebilmeliyiz: “Ya Rabbi Süleyman Peygamberin mal konusunda dediği gibi (38/32) bedenimi, yeterince yemeyi ve eşimi seviyorum, ama bunu, senin için yapıyorum!”..

Biz konumuz itibariyle, zihninizde “Açlık diyalogları” gerçekleştirmenizi, zihniniz kanalıyla midenizle söyleşmenizi önerebiliriz. Onun tatlı gurultular halinde sunduğu melodi ziyafeti çağrısını, hemen iştah kabartıcı yemelere bir davet olarak algılama yerine, bir an durup üzerinde düşünmenizi ve bu hoş nağmeleri ruhunuza dinletmenizi salık veririz.

Mide çığlıkları bir açlık acısı şikayeti midir yoksa, rahat bir nefes aldığı için mırıldandığı mutluluk besteleri mı? Şayet sadece nefis ve nefis tentenesi ten adına insiyakî olarak yorum yapacaksanız, durmayınız çanak çömlek başına!..Mide üstünde dil, lezzetleri almaya zaten müptela ve müheyyâ! Mide altı da en pahalı ve lezzetli olanları bile o halde atmaya hazır!..Mekanik bir sistem ve rutin işlemler!…Sıradanlaşmış eylemler ve fabrikasyon ürünler!..

Bu sebeple başkaları varsın “Açlıktan bayılıyorum, açlığa dayanamıyorum!” diye söylensin dursun!..Siz ise “Ben gerçekten aç lığa bayılıyorum! Onu çok seviyorum, ona aşığım!” deyin durun!..

Tokluk insana çok şey kaybettirebilir, ama kontrollü ve amaçlı açlık çok şey kazandırabilir…Kaybettirdiği bir kaç kilo ise mevzu bahis olan, insanlar, fizikî görünüm adına, günümüzde kilolar verebilmek için ne fedakarlıklara katlanıyorlar, hayatî riskleri bile göze alıyorlar.

İnsanlar genellikle tokluğu sevdikleri için açlığı sevmeyi düşünmezler, bunu denemezler de!..Çünkü çoğunlukla tok olmak için yeme içme savaşı içinde hayat geçirilir. Açlığı sevme fırsatı bile bulamazlar. Ne var ki Rahmetiyle Rabbimiz bu yolu Ramazan orucuyla bize açmış, Peygamberimiz, nafile oruçlarla buna teşvikçi olmuştur. Oruç açlığı gerçekten, tokluk dönemlerimizde yaşayamadığımız derûnî-içsel duyguları bize yaşatır. Açlık coşkusu hüzünlü simalarda desen desen tüllenir. Ramazanlarda küçük büyük, genç yaşlı insanlarda gözlenen tatlı telaş, açlığa olan sevginin, aşkın bir göstergesi sayılabilir.

Açlığı sevme Ruh ürünlerini sevme demektir!..Yer çekimi dolu mide fasit dairesini kırma demektir. Dolu mide ağırlık yapar, sarkar, yer çekimine yardım eder, yere yakın zevklere, dünyaya, beden hayatına bağlı ve bağımlı kılar. Ruh fabrikasını âtıl bırakır, yükselmesine, yüksek ve yüce ürünler vermesine mani olur.

Açlığı sevmede Meleği sevme, ona aşık olma vardır. Melek sadece Rahmanı zikreder, onu bilir; çünkü O’na yükselmesine mani olacak beden-sel ağırlıkları yoktur; yeme içmesi cinselliği yoktur. Ama açlıktan lezzet alma duygusu da yoktur. Bir duygusu vardır açlık sevenlerin ağızlarında oluşan açlık kokusuna aşıktırlar. Onlara gül kokusu gibi gelir, aç mide, gül ağız arar dururlar.

Açlığın kokusu meleği kendine aşık ediyor ve koşturuyorsa, insan açlığa neden aşık olmasın ve meleğe koşar gibi açlığa koşmasın!..

<span style="color:#0000ff;"><em><strong>Namaz aşkı:</strong></em></span>

Açlık sever gibi, güzel koku sever gibi, eş sever gibi namazı sevmek ve namaza aşık olmak!..

Eş aşkı, gül kokulu hoş açlık aşkı ve secde aşkı!..

Meleğin çok sevdiği kokuyu Peygamberimiz de çok severdi. Güzel koku aşkının, namaz aşkının ve eş aşkının beraber ele alındığı mübarek sözünde bu inceliği fark etmek mümkündür.

Açlığın kendisini gerçek hüviyetiyle hissettirdiği ilk ibadet şüphesiz oruç, sonra da namazdır. Namazla insan, bütün açlıklara karşı bir perde çeker. İster biyolojik açlık olsun, isterse cinsel açlık, mal mülk para, makam ve şöhret gibi nefsin hoşuna giden diğer açlıklar olsun, namazla her gün beş kez bu açlıklar, manevi terapilerle tedavi edilmiş olurlar.

Namaz aşkın, muhabbetin ve arzuların yüzlerini, geçici ve elemli dünyadan, ebedi ve gerçek lezzetlerin bulunduğu alemlere çevirir.

İnsan kendisini şöyle ölçebilir. Cinsel konular söz konusu olunca içimde neler hissediyorum? Tavrım duruşum ne oluyor? Karnım aç olduğun neler hissediyorum, yemekler önüme konunca davranışım ne oluyor. Bir de namaz deyince ne hissediyorum, nasıl davranıyorum.

İnsanın cinselliğe ve yemeğe içmeye karşı hissettiği arzu, yöneliş, dayanılmaza tutku, namaza karşı hissedilmeye başlanmışsa, insanın aşamayacağı hiç bir olumsuz duygu, düşünce ve dünya adına engel yok demektir. Çünkü her şeyden önce nefis engelini aş maya başlamıştır.

Açlık aşkı, başta cinsellik olmak üzere nefis açlıklarından ve arzularından insanı soyutlarken, namaz aşkı da insanın bütünma nevi açlıklarını doyurmakta, onu ruhu bütün, psikolojisi arızasız bir insan haline getirmektedir.

<span style="color:#ff0000;"><strong>KUR’AN’DA ERKEK-KADIN ARASINDAKİ BAZI İLETİŞİM VE İLİŞKİ PRENSİPLERİ </strong></span>

<span style="color:#0000ff;"><em><strong>1-Erkek ve kadında, birbirinde ruhî huzur bulma duygu ve düşüncesi, vazgeçilmez bir amaç olmalıdır.</strong></em></span>

Ayet, eş varlığındaki ana gerekçenin huzur bulma olduğunu vurgular(7/189).

Bu bedenî hiç bir tatmin vasıtasıyla elde edilemeyecek kadar önemli ve değerli bir durumdur. Eşler kendilerini birer psikolog olarak görmelidir.

Kur’an eşlere adeta bu misyonu tavsiye etmektedir. Evlenmede denklik çok önemli bir konudur. Fakat bu genellikle servet, fiziki yapı, soy, kültür gibi konular çerçevesinde değerlendirilmiştir. Kuşkusuz bu konular da önemlidir. Ne var ki bu konularda denk görülen nice çiftler de evlilik konusunda ciddi problemler yaşayabilmektedir.

Tarafların, birbirlerini kendilerinin vazgeçilmez huzur kaynağı olarak görmeleri ve maddi zevklerin ihtiyaç haline getirilmesi yeri ne, karşılıklı ruhsal ihtiyaçlarını giderdiklerini düşünmeleri konusunda denklik sağlanması durumunda, söz konusu konulardaki uyumsuzlukların bile giderilebileceği imkanı doğmuş olacaktır.

Bir ailedeki mutluluğun temel kriteri bu olabilir. Yani Eşler veya çocuklar, işten veya okuldan evlerine gelmek için heyecan duyuyor, içlerinde bir coşku hissediyorlarsa, evlerine mutluluklarına yürüyorlar demektir. Birey, psikolojisi bozulduğu, huzuru kaçtığı için evinden başka mekanlara kaçma-ya, uzaklaşmaya çalışılıyorsa, eşler birbirlerinin huzur kaynağı olamamış, o evde mutluluk rüzgarları esmiyor demektir.

Hiç kimse, bir fabrika kurarken, zarar etsin de iflas edeyim veya kötü ürün elde edeyim diye kurmaz. Aile bundan az önemli değildir. Aile bireyleri, evlerini, huzur üreten bir mutluluk merkezi olarak düşünmeli, huzur gönüllüsü gibi çalışmalı ve bu hedeften asla vaz geçmemelidir.

Eşler, iman ve nikah tazeleme yapar gibi, doğum ve evlilik yıldönümü kutlar gibi, ama her gün en az bir kere mümkünse beş kere, bu ahdü peymanlarını, manevi sözleşmelerini yenilemelidirler. Evlerinde namaza kılanlar, bu konuda büyük avantaja sahiptirler. Çünkü bu dileklerini dua ubudiyeti bereketi içinde, incelmiş duygularıyla ve topluca tekrarlayarak yaparlar. Bu, grup terapisi yapar gibi bilinçaltlarını ve ruhlarını doğrudan etkiler. Dil yoluyla dilden dökülen huzur dilekleri, bir şekilde o mekanı hatta eşyaları bile etkiler ve insan üç beş ev eşyası içinde bile huzur alanı oluşturmuş olur.

İnsanın mahiyetinde, başkasına huzur verme, huzur vererek mutlu olma gibi fıtrî bir duygu vardır. Kur’an bunu “îsâr” olarak ad landırır(59/9).

Bu duygu ego ile, cimrilikle, kin ve düşmanlıkla köreltilmemişse; babalarda ailesine karşı, annelerde çocuklarına karşı, genel de insanlara karşı somut biçimde gözlenir de…Esas îsâr kahramanları Mekke’den hicret eden Muhacirlere kucak açan, sahip olduklarının yarısını paylaşma teklifi yapan Ensar’dır.

Aile yuvasında bu duygunun alabildiğine yaşatılması, çok güzel duyguların yerleşmesine ve olumsuz tutum ve davranışların azalmasına kesin çözüm getirebilir. Aslında bu duygunun, sevgi ve saygının, huzur ve mutluluğun oluşmasında en etkili birinci duygu olduğu bile söylenebilir.

Zira bu duygu güçlü çekimiyle, insanda fedakarlık yapana karşı ciddi minnet duyma ve bağlanma gibi farklı güçlü bir duyguyu harekete geçirir, aynı zamanda fedakarlıkla karşılık vermeyi netice verir. Bu duygu annelerde daha yoğun görüldüğünden, aile huzurun da payları büyük olur.

Ruhlarda mehtap ve güneş doğduktan ömür boyu sürecek huzur iklimi oluştuktan sonra, o hane cennetten bir köşe olur.

<span style="color:#0000ff;"><em><strong>2-Kadın ve erkekte, birbirine karşı sevgi ve merhamet duygu ve düşüncesi, vazgeçilmez birer araç olmalıdır.</strong></em></span>

Ayet, eşler arasında ruh uyumunun, kaynaşma ve huzur sağlamanın esas gerekçe olduğuna, sevgi ve şefkat duygusunun bu nu sağlamada, korumada, arttırmada ve devam ettirmede güçlü birer tetikleyici duygu olduğuna ya da ruhlara huzurun hakim olduğu yerde bu iki etkili duygunun kalıcı olarak doğabileceğine işaret ediyor gibidir(30/21).

Sevgi ve merhamet duygusal bir tepki olarak kalabilir. Bedensel yön de etkili olabilir. Sözgelimi, insan bir güzele ilk görüşte gönlünün aktığını aşık olduğunu, zamanla da sevdiğini söyler. Bir özürlüyü ya da fakiri gören insanın içi merhamet duygusuyla acıyabilir. Ve bu iki duygu insanı bazı davranışlara yönlendirir. Fakat bu geçici bir duygu dalgalanması med-cezir olayı gibi gelip geçici olabilir ya da zamanla ilk günkü etkisini kaybedebilir.

Her iki ayette de geçen “Sükûn” kavramında ise ruha mal olan, ruha işleyen, en zor şartlarda bile etkisini hissettiren, bütün benliği saran ve kalıcı olan son derece güçlü bir duygu-huzur bulma söz konusudur ki hem maddi hem de manevi ihtiyaçların sağlanmasındaki devamlılığı gösterir.

“Sekîne”, ruhun derinliklerine kadar işleyen bütün duyguları etkisi altına alan, bütün korku ve endişeleri gideren iç huzuru demektir ki, savaş gibi, insanı son derece tedirgin edici bir ortamda bu duygunun müminlerin kalbine verildiğinden bahsedilir (9/26,48/4).

“Mesken” kavramı, Kur’an’da aynı zamanda erkek ve kadın cennetliklerin temiz mekanları olarak zikredilir(9/72). Ve, evlerimiz huzur bulup dinlendiğimiz gecelerin(10/67) en koruyucu mekanlarıdır.

Aile, aslında topyekün bir hayatla mücadele etmenin minyatür plandaki organizasyonudur. Bunun büyük çapta olanı hükümet etmek, devleti idare etmektir. Ve milletlerin en çok ihtiyaçları olan ve bekledikleri şey maddi manevi huzur içinde yaşamaktır. Bu sebeple ayetlerde sıkça ele alınan; azgınlık, zulüm, fitne, fesat ve bozgunculuk toplum huzurunu bozduğu için şiddetle reddedilmiş ve cezalar biçilmiştir.

Aile ve devlet hayatında maddi manevi huzur ve düzen temel amaç edinildiğinde, bu huzura ulaşmada iki besleyici ana duygu olan sevgi ve merhamet duygularının da etkisiyle, insanların iç ve dış bütün ihtiyaçlarının karşılanmış olacağı gibi, huzuru bozucu her davranış da barınamayacaktır.

Sevgi ve aşk kavramları insanların günlük hayatlarında, özellikle şarkı sözlerinde ve şiirlerde en çok sözü edilen kavramların başında gelir.

Çoğu tanımlamalar ve hissetmeler aslında, mecazî aşk ve sevgi üzerine yapılmaktadır ve ışığın tanımlanması anlamına gelmektedir. Sevgi ışık gibidir, insanın kalbini aydınlatır bir enerji oluşturur, fakat asıl olan ışığın kaynağına ulaşmaktır ve o ışığı yararlı şekilde kullanması bilmektir. Bilinçsizce yaklaşılan kimi ateşler ve ışıklar insana zarar da verebilir.

Beşerî her sevgi hakiki aşk ve sevgi olan Allah sevgisi adına ve belli amaçlarla yaşanırsa, iki dünyada insana mutluluk sağlaya bilir. Yoksa sevgi ışığının her an şeytanî ve nefsanî ateşe dönüşmesi ve insana zarar vermesi muhtemeldir.

İki ayette bu inceliği yakalamak mümkündür. Kalpler Allah ile tatmin olur, huzur bulur (13/28). Eşler birbiri için huzur kaynağına dönüşmelidir. Sevgi merhamet gibi duygular bu huzuru paylaşma adına işletilmelidir. Bu sebeple evlenmek üzere birbirlerine razı olan taraflar, yek diğerine benim “Huzur arkadaşım!” nazarıyla bakmalı, kendini sevgisinin de desteğiyle, eşiyle huzur bulacağı konusunda ikna etmelidir

Yukarda ele aldığımız cinsellik konusu da burada gerçek yerini bulmuş olmaktadır. Huzur üreten bir nesil yetiştirme hedefine hizmet etmesi açısından cinsellik, eşler arası sevgi ve merhametin, dolayısıyla huzurun yerleşmesi ve beslenmesine hizmet eder durumda olmalıdır.

<span style="color:#0000ff;"><em><strong>3-Cinsel arzu, yüksek amaç için verilmiş peşin-avans ücret olarak görülmeli, tutkuya dönüştürülmemelidir.</strong></em></span>

Kur’an, insanların bir tek ana nefis varlığından geldiğini ifade eder. Adem’in topraktan bir protein macunu olarak şekillenmesin den ve bu ana yapının bölünmesiyle Havva’nın yaratılmasından sonra da erkek ve kadınların bu ikisinden üretilip kabileler olarak çoğaltıldığından söz eder (4/1,7/189;16/72;49/13).

Ayet: “Size kendinizden eşler yaratmış böylece çoğalmanızı sağlamıştır”(42/11).

Burdan anlaşılıyor ki model insanın oluşumu aslî amaç, insanların çoğalması için cinsiyetin oluşumu ve cinsel arzu ise arizî amaçtır. Fakat vekil de olsa bazen insan asil makamda iş görebilir. Ve elmas aslı olan kömürü geride bırakabilir. Sadef atılır, oluşturdu ğu inci değerli kalır.

Aynı şekilde bu asla kadının anlamsız, değersiz ve yetersiz olduğu anlamına gelmez. Hiç Allah’ın, kendi yarattığı erkek ve kadın arasında, haksızlık ve zulüm yaptığından söz edilebilir mi?..Aksine Cenabı Hak erkek olmadan da kadının, evren çapında değerli bir misyon sahibi olabileceğini Meryem, Hacer ve

Asiye olaylarında göstermiştir. Kadın bir yönüyle erkekler üstü bir varlıktır. Erkek olmadan erkek doğuran ve bütün kadınlardan üstün tutulan (3/42) tek ana, Meryem Ana’dır…

<span style="color:#008000;"><em><strong>Üç kadın üç dinin kurucusu konumundadır.</strong></em></span>

Museviliğin oluşumunda Musa’yı yetiştiren Firavun’un karısı Asiye baş kahraman durumundadır.

Kocası olmadan İsa’ya hamile kalan ve yeryüzünü etkileyecek Hıristiyanlığın doğuşuna beşiklik yapan Hz.Meryem’dir.

Hz.İbrahim’in oğlu İsmail ile beraber getirip çöle bıraktığı Hacer anamız, İslam’ın ve Hz.Muhammed’in (S.A.V.) doğuşuna Mek ke’yi hazırlayan ve bir medeniyete öncülük eden tek kadın örnektir.

Kadını esas anlamsız ve değersiz kılan bilinçsiz erkek olmuştur. Kabil bir tutku kurbanıdır. Bu tutkusuyla kadını, ruha huzur ve ren ve sevgi üre ten konumundan indirmiş kendi bozuk ruh haline alet etmeye çalışmış, sonucunda da kardeş katili olmuştur. Benzer tutum karşı cinsen de gelmiştir. Züleyha

Yusuf’u benzer obje durumunda görmüş, ulaşamayınca da zindanla cezalandırmıştır.

Anlaşılıyor ki cinsel arzu yüksek hedefler için bir vasıta olmaktan çıkarılıp amaç durumuna getirilince, ruhsal yapıda olduğu kadar aile ve toplum yapısında da dengesizlikler ve bozulmalar ortaya çıkmaktadır.

Eşler, nasıl helal yiyeceklerden lezzet alıyor; başta besmele çekerek, sonda hamd ederek ve yerken tefekkürle nimetin anlam ve değerini düşünüyorlarsa, cinsel konuya da benzer yaklaşım sergileyerek, bu konuya anlam ve bereket kazandırabilir, niyetleriyle her lezzet halini ibadet haline çevirebilirler.

Şehit olmak için çırpınan bir insan, şehit olamasa bile niyetiyle elde edeceği sevaplar vardır. İyilik ve infak için niyetlenen insan da niyetiyle sevaplar kazanabilir. Birlikteliği güzel nesil elde etme adına gerçekleştirenler de niyetleriyle sürekli iyilik sevabı kazanabilir.

<span style="color:#0000ff;"><em><strong>4-Erkek ve kadın birbirlerini cinsel obje olarak görmemeli, ruh güzelliği ve nezahet ön planda olmalıdır.</strong></em></span>

Sevgi aşk ve merhamet, evi huzur yuvasına dönüştürecek ve cennet köşesi bu evde sevgi ve merhamet duygularıyla yoğrul muş evlatlar yetiştirilecektir.

Kadın, Allah’ın “Rahîm” isminden özel bir tecelli olarak isim almış, çocuk yetiştireceği o yuva, “Ana Rahmi” olarak vasıflandırılmıştır. Allah’ın ismiyle mühürlenen bu bölge yasak bölgedir ve bu kapının, meşru şekilde, kadının eşinden başka hiç bir şekilde açılma sına izin verilmemelidir. Rahim’in emaneti olan rahim, vefa içinde iyi korunmalı, emanete ihanet edilmemeli, ancak evlilikle huzur yuvasına dönüştürülmelidir.

Bu mührü kıran, erken ilişkiye izin veren batı kültürü günümüzde bugün, sokakları dolduran anne babası belirsiz genç enerjik yığınlarla uğraşmak zorunda kalmış adeta bireysel zevk özgürlüğü uğruna başlarına bela sarmışlardır ve bu sadece bir başlangıç ol maktadır. Dini, malı, canı, nefsi korumanın yanında nesli koruma Dinimizin temel beş ana prensiplerinden biridir.

Ana rahmi Allah’ın -deyim yerindeyse- “Sanat Tuvali” gibidir. Alak süresinde belirtildiği gibi, rahim duvarında bir hücre olarak yapışan embriyo aylarca, aşama aşama gelişme gösterecek, bir ressamın usta fırçasından çıkan resimlerden öte, canıyla kanıyla mükemmel bir varlık olan insanın yaratılmasına sahne olacaktır. Allah güzel isimleriyle sadece annede tecelli etmektedir. Bu yönüyle anne melekten üstündür. “Melek anneciğim!” deyimi bu durumda yetersiz bir anlatım olmaktadır. Çünkü melekler, anne olamazlar.

Eşinin ve çocuğunun yüzüne vuranlar, vurma riski taşıyanlar şunu düşünmelidirler: İnsan Allah’ın sıfat ve isimlerini yansıtan aynadır. Yüz aynası bunu yoğun şekilde yansıtır. Allah, Kudret sıfatının tezahürü olarak erkeğin bileğine belli iyi amaçlar için güç vermiş tir. İnsanın yüzüne de Basar isminin tecellisi olarak göz vermiştir. Elini yumruğunu kaldırıp eşinin veya çocuğunun yüzüne vuran insan, Allah’a en büyük saygısızlığı yapmış, O’nu it-ham etmiş olmaktadır. Allah’ın verdiği kudret özelliğini, yine onun verdiğin basar özelliğini yok etmede kullanmaktadır.

Hanımların adet günleri dışındaki günlerinde, rahim duvarında protein istiflenir depolanır, gelecek misafire hazırlık yapılır. Şayet aşılanma olmazsa adet günlerinde bu hazırlıklar sökülüp atılır. Bu rahatsızlık (2/222) günlerinde erkeğin eşine yaklaşmasına, diz kapağı göbek arası ten temasına izin verilmemiştir. Bu aslında ciddi psikolojik bir konudur. O haline rağmen eşini rahatsız eden insan şu mesajı vermiş olmaktadır: “Senin rahatsızlık durumun beni ilgilendirmiyor, benim cinsel zaafım ve arzularım beni ilgilendiriyor ve sen be nim için sadece bir cinsel objesin!”…

Öte yandan, ruh fıtrî olarak yüce duygulardan; asaletten, zerafetten, nezahetten, nezaketten, estetikten hoşlanır. Çünkü Allah’ın insanda tecellî eden bütün sıfat ve isimleri nezihtir, mukaddestir, latîftir…Bu, kadın ruhunda, Rahim isminin ana rahminde tecelli etmesi gibi, daha bir başka yoğunlaşmıştır.

Bu itibarla, erkek, kadınca davranışlar sergilemeden kadın ruhuna uygun bir tavır göstermelidir. Yani cinsel davranışları ruhsal bütünlük içinde uygulamalıdırlar. Bedensel eylemlere ruhanî boyutlar kazandırmalıdırlar. Konuyu ten boyutlarından, ruhanî estetik nezih boyutlara taşımalıdırlar.

Kur’an ön hazırlıktan söz eder(2/223) Bunun ilk yolu besmeledir, duadır, meşrû temas çeşitliliğidir.

Sonra avret yerlerinin göz temasından uzak tutulmasıdır.

Aynı zamanda mahremce fısıldanan özel kavramlar yüce değerleri zedelememeli ve estetik güzellikten yoksun olmamalıdır.

Ayet, nefis arzusuna uyarak bir kısım çirkin sözlerin açıkça söylenmesini Allah’ın sevmediğini belirtmektedir(4/148).

Eşler, kendilerine helal olan eşleriyle gerçekleştirdikleri münezzeh birlikteliği, nezih kelimelerle süslemeli ve nezaheti bozucu davranış ve sözlerin bilinçaltına yerleşeceğini unutmamalıdır. Ve bu olumsuz nefsanî bilinçaltı mesajlarının, zamanla iki tarafın ruhunu da rahatsız edeceği ve olumsuz başka pencerelerin oluşumuna hatta nezahetsiz taleplerin çimlenmesine yol açabileceği ihtimalini göz önünde bulundurmalıdırlar.

Cennette kimse yoktu, Adem Havva yasağı delme girişimiyle elbisesiz kaldıklarını fark edince hemen avret yerlerini örttüler. Eşler arası bu gizemliliğin ruha kazandıracağı huzurlu mutluluğu fark edemeyen kimi insanlar, hadislerin belirttiği gibi, açıkta ve pervazsızca uygulanan münasebetleri tercih ederler. Ruh estetiğini de kaybederler. Bu tutumun kazandıracağı psikolojik ruhanî hazları da! (Ayette erkeğin kadın için kadının da erkek için bir elbise olarak nitelendirilmesi ilginçtir,2/187).

Rahîm ismiyle mühürlenen ve mahremlenen ana rahmi bölgesi, saygı ve merhamete en layık en saygın bir bölgedir. Ve bu sadece kişiye özel kalmalıdır. Sağlık ve doğum gibi sebepler zorunlu hayatî gerekçeler dışında, eş tarafından bile ihlal edilmemelidir. Bu bölge sanki sahibine münhasır koruyucu bir sınır bölgesi gibidir. Nefse ait pek çok olumsuz duygu ve düşünceleri zapt etmektedir. İhlali durumunda, bunların hücumu söz konusu ola-bilir.

Kendi eşini cinsel obje olarak değil, estetik bir ruh güzeli olarak gören ve avret yerine bakamayan insan, öncelikle kendi eşinin gözünde büyüyecek, saygı ve sevgi kazanacaktır. Eş kendine, fizik ötesi ruh yapısına değer verildiğinin, ruhen sevildiğinin bilincine varacaktır. Bu arada özel bir güven de oluşacaktır.

Bu tutum aynı zamanda başkalarına yönelme isteğini de ortadan kaldırmış olacaktır. Bu, oruca benzer. İnsan evindeki helal yemeğe ve helal eşine bile elini uzatamamaktadır. Haram olan yiyeceğe haram olan ilişkiye nasıl el uzatabilir!..Kendi eşine hoyratça bak mayan ve yaklaşmayan bir insan başka bedenlere nasıl bakar, nasıl yaklaşır!..Bunun tersi sonuç da şudur: Başkalarının, canlı can sız, mahrem bölgelerine bakan ruhlarda, eşlerine karşı ruhanî lezzet azalması, hatta bedensel isteksizlik doğabilir…Bu da haram yollara kapı aralayabilir.

Bu anlamda daha başlangıçta, eşe karşı gözlere este-tik oruç tutturmak yararlı olur. (Araştırılırsa, insanın kendi avret yerlerine bile, zorunlu olmadıkça, bakmasının bir kısım psikolojik yan etkilerinin olduğu görülebilir; unutkanlık yapma, övünme, komplekse kapılma, bazı duyguları tetikleme, vakarı ve ruhîestetiği kaybetme gibi…Psikoloji uzmanlarının araştırması gereken bir konudur…). Bu tavsiye yadırganabilir. Ancak, uygulayan yadırgamaz. Yadırgama ise uygulamadan olmaz!..

<span style="color:#0000ff;"><em><strong>5-Kadın ve erkek, güzel geçimi sağlamak için birbirlerinde hoşa giden davranışlara yoğunlaşmalıdır.</strong></em></span>

Ayet: “Eşlerinizle iyi geçinin!..Hoşa gitmeyen bir durumları varsa, onda bile Allah’ın bir kısım hayırlar lütfedebileceğini düşü nün!”(4/19).

Bu ayet, ailede sevginin ve huzur ortamının oluşması adına, eşler için son derece önemli bir bakış açısı kazandırmaktadır.

Kur’an çok ayette aslında daima güzel duygu, düşünce söz ve davranış biçimlerinin benimsenmesi, kötü olanlarından uzak durulması konusunda sürekli uyarı yapmaktadır. Bu ayet bu anlamda genel bir çerçeve çizmekte ve ser-levha yapılması gereken bir ilke vermektedir.

Benzer konuya Peygamberimiz de işaret etmekte, “Eşlerinizde hoşunuza gitmeyen haller varsa, hoşunuza gidecek halleri de vardır” demek suretiyle bakışımıza yön vermektedir.

Psikolojik bur tutum şeklidir ki insan, kendi kusurunun söylenmesi karşısında savunmaya geçer ve misliyle mukabele eder; yani o da sizin bir kusurunuzu ifade eder. Böyle kusurlar çatışması içinde olumlu güzel yönlerimiz de boğulur gider, görülmez olur. Bazen bir kusur pek çok güzel duygu ve davranışın perdelenmesine sebebiyet verebilir.

Özellikle gözü kör ettiği söylenen aşk uğruna seven, sevdiğinin bir gamzesi uğruna pek çok hatasını görmezden geliverir. Ele aldığımız yönleri ile, ebedî hayata yönelik dünyadaki Huzur Arkadaşlığı hatırına insan, eşinin pek çok kusurunu örtebilir…

Kur’an Nisa süresinin ilk sayfalarında aile ilişkilerine oldukça geniş ve anlamlı yer vermiştir. Buna göre ahlaksızlık dışında, eşler arasında örtülemeyecek hiç bir kusur yok gibidir.

Şu ayet umarız eşlere ve aile bireylerine geniş bir perspektif kazandırır: “Ey iman edenler! Eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olanlar da vardır. Onlara karşı tedbirli olun. Fakat eğer affeder, bağışlayıp hoş davranır ve kusurlarını örterseniz bilin ki Allah çok bağışlayan ve merhamet edendir” (64/14). Ayet iyi halleri olan aile fertlerinden bahsetmiyor, düşmanca davranış sergileyenler den ve onlara karşı takınılması gereken davranış biçiminden bahsediyor ve tavsiyesini üç ayrı olumlu davranış ifade eden kelimeyle güçlendiriyor.

<span style="color:#0000ff;"><em><strong>6-Erkek ve kadın birbirlerinin farklı yönlerini olduğu gibi kabul etmeli ve ona uygun davranmalıdır.</strong></em></span>

Ayet: “Allah’ın birinizi diğerinden üstün kıldığı yönlerini (kıskançlık, hırs ve düşmanlıkla) isteyip durmayın. Erkeklerin kendileri ne göre kazanıp sahip oldukları yönleri vardır kadınların da kendilerine göre kazanıp sahip oldukları yönleri vardır. Allah’ın fazlından isteyin…”(4/32)

Bu ayet de eşler ve aile bireyleri arasında denge ve uyumun sağlanması adına çok önemli bir prensibe işaret etmektedir.

Biyolojik farklılık tartışmasız kabul edilecek bir farklılıktır. Önemli olan psikolojik farklılıkların iyi irdelenmesi, ruh yapısının, kişilik ve karakterlerin iyi okunması ve bu yapıya uygun davranılmasıdır. İçe dönük, dışa dönük, optimist, melankolik gibi kişilik yapılarının fark edilmesi, bir kaç güzel söz veya dokunuş ya da bir ikram ve hediye ile gönül alınmasının gerekliliği gibi konular vitrinleri dolduran pek çok eserde işlenmektedir. Burada önemli olan eşlerin, ilk maddede işaret ettiğimiz “Huzur arkadaşı” anlayışına kendini ikna etmesi, ruhuna kabul ettirmesidir. Bu sevgi ve merhamet anlayışı ile hareket etmek isteyen insan, zaten güzel davranış biçimlerini okuyarak, dinleyerek, görerek hatta düşünerek belirleyebilecektir…

Eşlerin, duygusal yapıları, kültürleri, anlayışları, sosyal statüleri farklı olabilir. Eşler birbirlerine karşı bir tutum ve davranış sergilerken, sadece kendilerini değil, eşlerini de ölçüye koymaları, terazinin birer kefesinde tarttıktan sonra hayata geçirmelidirler. Kur’an’dan verdiğimiz örneklerde iki

Peygamberin de hanımlara karşı bu tarz yaklaşım sergilediklerini görebiliriz.

Karşımızdaki insanın baskın yönlerine uygun olarak sergilediğimiz her davranış aslında, onun da bize uyumlu olarak davranması için bir yatırım sayılacak bize geri dönecektir. Bu duygusal planda bir empati olarak tanımlanabilir. Hadiste belirtildiği gibi, insan kendisi için istediğini başkası için de istemelidir. Başkası için bunu isteyebilmesi için kendisini onun yerine koymalıdır. Dinimiz bunun pratiğini cemaatle saf bağlatarak yanındakiyle omuz omuza getirerek yapmakta, oruçla aç bırakarak açın halini anlamamızı sağlamaktadır. Savaş bittikten sonra, ölmek üzere olan üç-dört insanın, kendilerini birbirlerinin yerine koyarak, suya o daha çok ihtiyaç duymakta dır deyip, son yudumlarından feragat edip birbirlerine havale ettikleri bilinen bir olaydır.

Özellikle erkek, eşine bakarken dördüncü maddede ele almaya çalıştığımız yönleri göz önünde bulundurmalıdır. Eşini Allah’ın isimlerinin farklı tecelli mekanı olarak değerlendiren ve onu bir Şefkat kahramanı olarak değerlendirip, evlatlarını karnında taşıyıp bakması yönleriyle takdir eden erkek eşini evinin huzur kaynağı olarak görüyor ve buna büyük katkı sağlıyor demektir.

Özellikle erkek, eşine bakarken dördüncü maddede ele almaya çalıştığımız yönleri göz önünde bulundurmalıdır. Eşini Allah’ın isimlerinin farklı tecelli mekanı olarak değerlendiren ve onu bir Şefkat kahramanı olarak değerlendirip, evlatlarını karnında taşıyıp bakması yönleriyle takdir eden erkek eşini evinin huzur kaynağı olarak görüyor ve buna büyük katkı sağlıyor demektir.

Kadın sadece bu Sanat Tuvali olması, evlat taşıyıp dünyaya getiren ve yetiştiren bir Şefkat Kahramanı olarak görülmesi, eşiyle birlikte hayatın her sıkıntısını paylaşması, evinini ve aile fertlerinin ar ve namusunu korumadaki hassasiyeti ve toplum yapısını oluşturmadaki hatta medeniyetler kurmadaki etkinliği yönleriyle ne kadar değer verilse azdır.

Bu ifadeler aynı zamanda erkeğin, eşini böyle görüp değerlendirmesi adına bir tavsiye niteliğindedir.

Kur’an’ın yaklaşımına bakılırsa yukarda belirttiğimiz yönleriyle eş bilincine sahip olan erkek, bu anlayışla hareket ederek, aile sinde huzur ortamını sağlamada, yerleştirip korumada ve geliştirmede son derece etkili bir sorumlulukla karşı karşıyadır..

Ciddi araştırılması gereken bir konu, aile içinde erkeğin mi yoksa kadının mı, olumlu ya da olumsuz alışkanlıklar kazandırılmasında etkili olduğudur.

Sevap ya da günah bir eyleme, eşler beraberce yönelecekse; bunda erkeğin teklif ve ağırlığını koyması ve özendirmesi mi yoksa kadının teklif ve ağırlığını koyması ve özendirmesi mi etkin olmaktadır. Cinsel yaklaşımların hangi taraftan daha çok başlatıldığı da söz konusu edilebilir. Bu husus psikolojik ve sosyolojik olarak, istatistikî verilerle somutlaştırılarak ve güncelleştirilerek, akademik olarak ortaya konmalıdır. Öyle zannediyoruz ki eşler bile bu konuyu kendi aralarında tartışıp belli sonuçlara ulaşabilirler…

Bir ayette Allah’ın, erkeği, evde huzuru ikame etme yolunda eşiyle iletişim kurmada ve yönlendirmede baş sorumlu olarak gör düğü anlaşılmak tadır (4/34).

Bu ayeti farklı yorumlayanlar, erkeğe, kadın üzerinde bir ayrıcalık, üstünlük ve dilediği gibi terbiye etme adına müdahalede bulunma selahiyetinin verildiği yolunda yorumlarda bulunabilirler.

Oysa şu husus gözden kaçmaktadır: Burada huzur sağlamada, aktif misyon yükleme adına ilk muhatap olduğu için erkeğe bu yönde bir uyarı yapılmaktadır.

Kadına böyle bir sorumluluk yükleme adına uyarı yapma ihtiyacı prensip olarak olmayabilir. Çünkü kadın nahîf, duygusal, verici, sevgi ve şefkat dolu kalbiyle, adeta bir hamur ve macun gibi, şekil almaya elverişli , zaten huzurlu bir aile ortamı istemeye meyilli ve hazır durumdadır. Bir kadına, “Evladını sev!” deme tavsiyesi ne kadar yersizdir!..”Sıcak ve güvenli bir aile ortamında huzur içinde çocuklarını yetiştirmek ister misin? “sorusu ne kadar abestir!

“Eşinle uyumlu ol, güç ve kuvvetiyle işlerde çalışmasına, iyi yolda harcamasına saygı duy, namusunu ve malını koru!” şeklindeki telkinler de bir o kadar yersiz olacaktır!…Bu, yine aynı ayetin ifadesiyle , kadın için zaten bir “Saliha” lık ve uyumluluk anlamına gelmektedir ki bu, Saliha kadının, eşinin kurmaya çalıştığı aile huzurunu bozucu bir başkaldırıdan uzak olduğu anlamına gelmektedir.

Fakat bir erkeğe aynı soruların sorulması ve tavsiyelerin yapılmasının gerekli olup olmadığı konusunda en azından düşünmemiz gerekecektir. Günümüz ailelerinin, erkek evlada bakışı, ya da erkeğin kendine ve kadına bakışı, farklı kültürel bölgeler ve anlayışlar da hesaba katılarak irdelenirse, diyebiliriz ki bu gibi uyarıların erkeğe yapılması şart olmaktadır. Kocalık ve babalık görevlerini yapma yan, başka ilişkiler peşinde koşan erkekler için maalesef bu gibi soruları yöneltmek istemiyoruz!…

Erkek çocuklarımızı yetiştirirken, delikanlılık çağlarında, evlenme yaşına geldiklerinde hatta yuva kurduklarında yeterli evlilik bilinci verildiği ve eşler arası iletişim becerisi kazandırıldığı pek söylenemez. Sözgelimi burada sıralamaya çalıştığımız maddelerin, Kur’an ve Sünnet bütünlüğü içinde bir felsefesi yapılarak, özlü fikirler olarak kaç evli gencimize kazandırmışız; bir evlilik bakış açısı oluş turmuşuz, zihnî rüşt yapısı sağlamışızdır.

Öncelikle kendimiz bu konuda yeterince donanıma sahip miyiz?..

Ekonomik şartların ön planda tutulduğu ya da fiziksel ve beşerî duyguların yoğun baskısıyla yapılan evlilikler, zamanın acıma sız paletleri altında maalesef ezilme, ilk günlerdeki orijinalliğini ve gücünü kaybetme riski taşımaktadır.

Evlilik müessesesi bir hükümet kurmaktan, toplum oluşturmaktan ve devlet yönetmekten az önemli olmasa gerektir. Yönetim hangi çapta olursa olsun bir beyin, beceri ve bilgi meselesidir. Kalp aydınlığı da buna ışık tutup yön göstermek için gereklidir.

<span style="color:#0000ff;"><em><strong>7-Kadın ve erkek birbirlerini örten bir elbise-örtü gibi olduklarını düşünmeli ve daima sulh yolunu seçmelidir.</strong></em></span>

Ayet: “Oruç gecesi eşlerinize yaklaşmanız size helal kılındı. Kadınlar sizin için bir elbise siz de onlar için bir elbisesiniz. Allah nefsinize güvenemeyeceğinizi bildiği için, sizi affetti, yaklaşmaya izin verdi. Eşlerinize (mübaşeretle) yaklaşın ve Allah’ın sizin için yazdığı şeyi isteyin!”

(2/187).

Ayet: “Geçimsizlik halinde eşler arasında sulh daha hayırlıdır. Nefislerde kıskançlık hazır durumdadır. İyi davranır Allah’dan korkarsanız, Allah yaptıklarınızdan haberdardır” (4/128)

Yazır’a göre ilk ayette bir açık istiare vardır ve eşlerin elbise gibi birbirlerine yakın olmalarını, sarılmalarını ifade eder. İkinci olarak da, birbirlerinin ayıplarını örtmelerini, namuslarını muhafaza etmelerini ve günahlardan korunmalarını anlatır (age.,2/14).

Bu ayet, yaratılışta bulunan cinsellik duygusunun, insanı zorlamasını anlatması açısından çarpıcı bir anlatım göstermektedir.

Konunun normal seyri şöyle olmalıydı: Oruç tutan bir insan, gün boyu helal yiyeceklerden olduğu gibi helali olan eşinden de uzak kalmıştır. Ruh açlık çektiğinden, bedenî duygularda bir uzaklaşma, arınma, durulma hatta iştahsızlık hasıl olmalıdır. Buna karşı ruhta derinleşme, kalpte incelik kazanma, yüce duygularla meşbu olma görülmelidir. Beden dairesinden çıkıp ruh ve kalbin hayat derecelerine tırmanan bir insanın, böyle gün boyu yaşadığı bir tecrübeden sonra, beden zevkini düşünmemesi gerekirdi. Böyle bir duygu dönüşümü hayıfla karşılanmalı, ayıplanmalı hatta azarlanmalıydı..Mukarrabinden sayılan yüce insanların akıllarından geçen dünyalık karşısında şefkat tokatlarından bahsedildiği yerde, oruç sonrası cinselliğin düşünülmesi cezalandırılmalıydı belki de…

Fakat ayet öncelikle bütün müminleri kapsayan objektif bir yaklaşım gösteriyor. Her insanın durumuna tercüman oluyor.

Öte yandan, insanın yapısındaki nefis isteklerinin doğallığına, kaçınılmazlığına dikkat çekiyor. Hatta nefsin bu yöndeki baskısına karşı güven olmadığına, insanın ciddi zorlanabileceğine parmak basıyor. Bu, insan nefsini okuma ve bir duygu durum raporu verme olarak değerlendirilebilir.

Ardından da ayet, bu yaklaşma izninin, bir gerekçe bir de amaç doğrultusunda verilmiş olduğu mesajını iletiyor.

Gerekçe, ilk maddelerde işaret ettiğimiz gibi, eşlerin birbirinde sükûna ermeleri, huzur bulmaları, aralarında sevgi ve merhametin ve güzel bir iletişimin oluşması ve de günah, kusur ve olumsuz davranışlara karşı kalkan olmaları şeklinde yorumlayabileceğimiz, birbirine örtü olma benzetmesiyle belirtilmiş oluyor. Genel, doğrudan ve en basit ifade şekliyle eşler, günah sayılan her türlü cinsel davranışlara karşı, kendilerini birbirleriyle “Cinsel Sigorta” ve teminat altına almış olmaktadır.

Soyut lezzet için eşlerin bir araya gelmesini Kur’an ve Sünnet ayıplamaz, teşvik de hissedilebilir. Ne var ki yukarda temas ettiğimiz gibi Kur’anî incelik içinde, ön hazırlıklara dikkat çeker ve nezahetli davranışlar sergilenmesi gereğini hissettirir. Ayrıca, adetlerin ibadet olması ve niyetin amele an lam kazandırması gerçeğinden hareketle, bu beşerî eyleme de, bir gerekçe bir de amaç yükleme mantığını ruhlarımıza hissettirmektedir.

Amaç olarak da ayetin devamında, bu yaklaşma sonucu Allah’ın yazdığı şeyin istenmesi tavsiye edilmektedir.

Allah’ın, istememizi istediği yazdığı şey ne olabilir? Yazır’ın dediği gibi bu, nesil isteme midir? Kaderin bizim ve neslimiz hakkın da yazdıkların da hayır istemek midir? Yoksa nefsin hissesini istemesi midir? Nefsin, hakkı ve payı gibi görülen ve avans olarak verilen takdir edilmiş peşin lezzet ücreti midir? Ya da Allah’tan, kendisi için yazdığını belirttiği “Rahmet!”i istemek midir?(6/12,54), Kalplerimize iman yazmasını istemek midir? (58/22).

Bu isteme, eşlerin birbirlerine karşı duydukları sevgi ve rahmetle oluşan huzur arkadaşlıklarının bozulmaması, aynı örtü altın da mutluluk içinde ki durumlarının, dünya hayatında hep devam etmesinin; aynı zamanda, ebedî huzur evleri olacak cennette de devam etmesinin yazılmasını istemeleri şeklinde de anlaşılabilir.

Hangi yazma ve isteme olursa olsun sonuçta, duygu yoğunluğu içindeki insan psikolojisinin, bu tarz iç niyet gerekçe ve amaç belirlemesinin zor olduğu ilişki durumlarında bile, eşlerin Allah ile bağlantılarının koparılmaması yolunda vazgeçilmez bir tavsiye ile karşı karşıya bulunmaktayız.

Peygamber Efendimizin, ilk vahyi alıp heyecan içinde gelerek, sevgili eşleri Hatice Annemize sokulması “Beni örtün!” demesi konumuza ayrı bir güzellik ve anlam katmaktadır.

Ayet, aynı elbise ve örtüyü paylaşma adına eşlere, hayatın her zorluğuna el birliği yaparak karşı koyma, mücadele etme, birbirine destek olma ve aralarında çıkabilecek problemleri çözümlemede ortak noktada buluşma dersini de veriyor gibidir.

Sulh, iki tarafın mağlubiyet ve mahkumiyet hissi yaşamadan, memnun kalacakları ortak bir çizgide buluşmasının adıdır. Ayet özellikle kıskançlık gibi -ki kin ve düşmanlığın ana kaynağıdır- duygularla bu dengenin bozulmaması gerektiğine dikkat çekiliyor. Aksi takdirde bu sulh değil, kazanan kaybeden, galip- mağlup savaşına dönüşecek, bunun sonucu da, huzurun sevgi ve merhametin kaybolması anlamına gelen geçimsizlik baş gösterecektir. Kur’an, geçimsizlik durumunda, taraflara hakem tayin etmelerini önermekte, çö züm arayışına teşvik etmektedir (4/35).

<span style="color:#ff0000;"><strong>KUR'AN'DA AŞK - KADIN ERKEK-İLİŞKİSİ</strong></span>

<strong><span style="color:#0000ff;">Hz.MUSA VE Hz.ŞUAYB’IN KIZLARI</span></strong>

Kur’an’da farklı dersler verecek şekilde ele alınan bu iki kıssayı, mümkünse önce bir tefsirden, olmazsa mealden okunmasını tavsiye ederiz.

Hz.Musa, gençlik çağına geldiğinde saraydan çıkmıştı. İsrail oğullarından birisiyle Firavunun askerinin kavga ettiğini görmüş ve yardıma koşmuştu.

Maksadını aşan bir yumrukla o kişiyi öldürünce, Firavunun askerlerinden kaçmak zorunda kalmış, Mısır’dançı kıp Medyen’e Hz.Şuayb’ın yanına gelmişti (28/14

-22).

Medyen’e gelen Hz.Musa suyun başına gitti. İnsanlar hayvanlarını suluyorlardı. Bu arada gözü arka planda iki kadına takıldı. Bunlar, suyun başı erkeklerle dolu ve kalabalık olduğu için yaklaşamıyorlar, hayvanlarını zapt etmeye çalışıyorlardı. Hz.Musa, dertlerinin ne olduğunu sordu. Kadınlar hayvanlarını sulayabilmek için, çobanların çekilmesini beklediklerini, bu iş için babalarının da yaşlı olduğunu söylediler (28/23).

Hz.Musa, Firavunun sarayında eşi Asiye tarafından büyütülmüş, onun elinden saray terbiyesi almıştı. Bu doğal olarak insanlar la, bu arada saraydaki bayanlarla iletişim kurmayı öğrenmiş olduğunu gösterir. Tedirgin ve çekingen tavırlarıyla fark ettiği iki kadına ilk tepkisi, sorunlarını öğrenme isteği şeklinde olmuştu. Güven veren bir ses tonu ve beden dili kullanmış olacak ki, kızlar, daha önceden tanıdıkları anlaşılan çobanların yanına gitmedikleri halde, ilk kez gördükleri, yabancı bir erkekle konuşmuşlar, problemlerinin ne olduğu nu söylemişlerdir.

İki kadın öncelikle, Peygamber terbiyesi almış, hayatın meşakkatini üstlenmiş, geçimleri için koyunlarla ilgilenen fakat hayalı iki genç kızdır. Erkeklerin bulunduğu suyun başına sokulmamakta, sanki fitne unsuru olmak istememektedirler. Hz.Musa da Mısır’da muhtemelen böyle çekingen davranan kadın görmemiş olacak ki, dikkatini çekmiş dertlerini sormuştu. Kadınlar ilk görüşte Peygamber kızı olmanın verdiği ferasetle, Hz.Musa’nın görünüşünden güven okumuş, iyi bir izlenim edinmiş olacaklar ki, çobanlar sebebiyle suya gidemediklerini söylemişler, babalarının yaşlı olduğunu belirtmekle de adeta, bizim bir yardımcıya ihtiyacımız var imasında bulunmuşlardı.

Musa bunun üzerine onların hayvanlarını suladı, sonra da bir gölgeye çekilerek, “Rabbim göndereceğin hayırlı bir yardıma muhtacım” diye dua etti. O sırada da yardım ettiği iki kadından birisi utana utana yürüyerek yanına geldi ve “Babam, hayvanlarımızı su lamanın ücretini ödemek için seni çağırıyor” dedi.

Musa başından geçeni Şuayb’a anlatınca, “Korkma, o zalim kavimden kurtuldun” de di (28/24-25).

Burda Hz.Musa’nın insaniyet namına iyi niyetle yardım ettiği kadınlardan hemen uzaklaşıp oturduğu anlaşılıyor. Aynı zamanda kadınların da babalarına gidip, hem ahlaki yönüyle hem nezaketiyle hem de işbilirliğiyle dikkatlerini çeken Musa’yı babalarına anlatıp onun dikkatini çektikleri anlaşılıyor. Ayette kadının haya ile utanarak geldiğine dikkat çekilmektedir. Aynı zamanda o ailenin hak bilir, kadirşinas, emeğe saygılı, iyilik sever bir aile olduğu,

Musa’nın da derdini paylaştıkları göze çarpıyor.

Kadınlardan biri, “Babacığım, onu ücretle tut. Çünkü o ücretle istihdam edilebilecek en hayırlı kişi, güçlü ve güvenilir olan kişidir”. Sonra Şuayb da 8 veya 10 yıl çalışmasını istemiş, kızlarından birini vermek isteğini dile getirerek, kendisinin de iyi insan olduğunu belirtmiştir (28/26-27)

Dikkat edilirse iletişim baştan beri tamamen güven, dürüstlük ve iyilik üzerinde yoğunlaşmaktadır. Özellikle kadının Hz.Musa hakkındaki, güvenilir ve güçlü olanların en hayırlısı şeklindeki tanımlaması konumuzun nirengi noktasını oluşturmaktadır. Bu iki özellik kalp-kafa dengesini, ruh-beden birlikteliğini ve iç- dış bütünlüğünü hatırlatmaktadır Ardından da Hz.Şuayb’ın onu damat olarak görmek istemesi oluşan bu güvenin onaylanması demektir. Aile, güven ve iyilik üzerine kurulmuş bir ailedir ve böyle yeni ve güçlü bir çınar ailenin çekirdeği atılmış olmaktadır.

Bu kıssadan yola çıkarak, erkek kadın iletişiminde şu temel özelliklerin bulunması gerektiği fikrine ulaşabiliriz:

1-Güven, samimiyet ve iyi niyet

2-Nezaket, centilmenlik, uygun davranışlar sergilemek

2-Yardım etmek, iyilik yapmayı planlamak

3-Güçlü ve becerikli olmaktır ki günümüzde bu, bilgi, beceri, meslek, kariyer ve ekonomik güç olarak yorumlanabilir.

4-Güven duygusunu, yardım etme niyetini ve sahip olduğu bilgi ve becerisini mutlaka göstermek ve kanıtlamak

5-Fedakarlık yapmak. Hz.Musa, her insanın kolay kolay kabullenemeyeceği 8-10 yıllık bir hizmet süresini gönülden kabullenmiştir. Hiç bir damat adayı, herhalde kız istemeye gidince, “10 yıl işlerimde bana hizmet et kızımı vereyim” teklifini kabul etmez…

6-Konunun aileyle paylaşılması. Hz.Şuayb’ın kızları gelip Musa hakkında babalarına bilgi vermiş, fikirlerini söyleyip çalışmasını teklif etmesini istemişlerdir.

Bu özellikler, iletişimlerde ve evlilik hayatında denge, ölçü ve sonucunda mutluluk için, uygulanması yararlı olacak prensipler dendir.

Bu olayda, saraydan çıkmış eğitimli bir gencin, istemeden bir ölüm olayına karışmasından ve zalim Firavun askerlerinden kaçarak yabancı bir ortama gelmesinden sonra, genç iki kızla (ki Kur’an kadın demekle, Peygamber terbiyesiyle kazandıkları olgun hanımlık tavırlarını vurgulamaktadır) ger- çekleşen seviyeli, güzel amaçlı iletişiminden ve örnek davranışlardan söz edilmektedir. Hz.Musa Şuayb Peygamberin kızlarından biriyle evlenmiştir.

Birbiriyle tanışma, çıkma ve flört denilen ilişki biçiminde şayet taraflar arasında bu temel insanî, zarurî ve ahlakî iletişim nitelikleri sağlanamamışsa, hissedilmiyorsa ve somut olarak gözlemlenemiyorsa, bu tür ilişkiler ciddi anlamda gözden geçirilmeli, duygu seli ne kapılıp bilinçsizce hareket edil memeli, doğacak olumsuzluklar göz önünde bulundurulmalıdır.

<span style="color:#0000ff;"><strong>Hz.YUSUF ve ZÜLEYHA</strong></span>

Yusuf Peygamberin kıssası, bir tefsirden, hiç olmazsa mealden okunursa daha yararlı olur (Yusuf süresi).

23.ayette, özlü olarak olay ele alınıyor

Kadının hissettikleri muhtemelen tamamen cinsellik ürünü değildi, Mısır kadınlarının ifadesiyle (12/30) aşk ateşiyle yanıp tutuşmuştu. Arzusu kalbine kadar işlemiş, vazgeçilmez bir tutkuya dönüşmüştü.

Kadın aynı zamanda son derece zeki ve bir devlet adamı gibi anında tedbirler üreten bir yeteneğe sahiptir. Yusuf’a hamle yaparak gömleğini arkadan yırttığında karşısına çıkanları etkilemek istemesi ve Yusuf’a ceza olarak hapsi önermesi, kadınların ellerine bıçak tutuşturması gibi olaylar bunu gösterir.

Kadının şiddetli duygu patlamaları yaşadığını ve gönül yangınının artık önlenemez hale geldiğini, her şeyi göze alarak Yusuf”u odasına kapatmaya karar vermesinden kolaylıkla anlayabiliriz.

Kadının Yusuf”un nefsinden ciddi talebi vardır, ondan da kendinde bulunan arzunun uyanmasını istemektedir.

Olay kadının evinde, hatta odasında gerçekleşmektedir,Yusuf o evin kölesi durumundadır. Köleler istenilen her yer ve zaman da bulunmak ve her isteneni harfiyyen yapmak zorundadırlar.

Kadının kocası da iktidarsız olabilir veya çocukları yoktu. Çünkü Yusuf’u ilk getirdiğinde evlat ediniriz demişti(12/21).

Kadının böyle bir talepte bulunmasının temel sebeplerinden birisi kuşkusuz Yusuf’un cazibesidir. Kadın kendi elinde büyüttüğü delikanlıdaki fiziksel gelişmenin ve güzelleşmenin farkındadır. Bu yeterliliğin, kadının arzusunu gerçekleştirmeye yetecek durumda olduğu inancına varmış olacak ki, belki de ilk kez böyle bir hamle yapmaya karar vermiştir. Yusuf’un davet karşısındaki ciddi tepkisi, neyin ne olduğunu bilecek yaşta ve fiziki anlayış durumunda olduğunu gösterir.

Zeki bir kadın olan Züleyha, olgunlaşmamış bir nefisten nefsani talepte bulunması uygun düşmez. Nefsi uyanmamış bir çocuk karşısında bunca zahmetlere girmesi, saldırması ardından da suçluluk duygusuyla kendini savunması ve suçu ona atmaya çalışması da olaya el koyan kapıdaki iki kişinin gömlek olayına girmeleri de anlaşılır olmaz.

Mısırlı kadınlar da aynı cazibeye kapılmış ve onu birden görünce akılları başlarından gitmiş ve yaşadıkları şok şaşkınlık içine, ellerindeki bıçaklarla meyve yerine ellerini kesmişler ve “Bu insan olamaz ancak kerim bir melektir!” demişlerdi. Burada da cinsel bir duygudan ziyade, kalbin akması ve meyletmesi konusu işlenmektedir.

Kadınlar Yusuf’u ilk kez gördüklerine göre, Zeliha Yusuf’u ciddi bir şekilde kıskanıyor, sahipleniyor, sadece kendine özgü kalmasını istiyor ve kimseye göstermiyordu.

Yusuf’un, kadının zaman içinde kendisine gösterdiği ilginin ve yakınlığın farkına varmaması da düşünülemez. Yusuf’un, neler hissettiğini bilmemiz mümkün görülmese de, kadının belki de tek taraflı olduğu söylenebilecek duygularına karşılık vermediğini ve ver meyi de düşünmediğini, Züleyha odasında yapılan teklif ve sonrasında hasımca tavır sergilenmesi ve Kur’an’da görüldüğü kadarıyla Yusuf’un uzun yıllar zindanda kaderiyle baş başa bırakılması gibi ipuçlarından anlamak olasıdır.

Bunlardan öyle anlaşılıyor ki, Yusuf’a karşı duyulan duygular, kalbî sevgi duygularından tamamen soyutlanmış, sadece cinsel arzulardan oluşan duygular değildi. Kadınların, Yusuf’un sadece yüzünü görmekle kendilerinden geçmesi, Yusuf’u sürekli gören Züleyha’nın duygularını anlamada bir ölçü olabilir.

Yusuf’un simasında yansıyan cemalî vasıf, Züleyha’nın adeta aklını başından almış, kalbine işlemiş, varlığının vazgeçilmez bir parçası hali- ne gelmişti ki, onsuz olamayacağı noktasına ulaşmış ve onu elde etmenin baş ka bir yolu olmadığından, olayı odasına taşımıştı…

Züleyha odasında olay şöyle gerçekleşiyor:

Kapılar kitleniyor. “Kapıların kitlenmesi” kadındaki azim ve kararlılığı, tutkusunu gerçekleştirmedeki gözü dönmüşlüğü anlattığı gibi, tedbir adına da planlamadaki hassasiyetini göstermektedir. Bu, kadının, statüsü adına ve evli bir kadın olması durumuyla yaptığı işin, hiç de olumlu bir davranış olmadığının farkında olduğunun, bunca riske rağmen yine de nefsinin arzusunu frenleyemediğinin bir göstergesidir.

Kapıların kitlenmesi aynı zamanda Yusuf’un o güne kadar, duygusal ve davranış olarak Züleyha’ya hiç bir şekilde karşılık vermediğinin, kadının arzularına ortak olmadığının açık bir kanıtı sayılmalıdır. Muhtemelen kadın, o güne kadar duygularını değişik davranışlarla belli etmişti; etmişti ki sonunda son hamlesini, her şeyi göze alarak yapma sınırına gelmiş, kölesini duygu ve arzularının kölesi olarak kullanmaya karar vermişti…

Kadınlık avantajları kullanılıyor. Ayetin ifadesinde şuh bir davet edası da ciddi bir ültimatom da sezilmektedir: “Hey! Hadi gelse ne!..” gibi bir şey!..Batılı tasvir adına olmadan, hayalî olarak bu sözde gittikçe hırçınlaşan farklı tonlar da sezilebilmektedir. “Ne olur gel artık!” yakarışı tırmanışı sonucu “Gel diyorum sana!” emir ve tehdidi kendini göstermektedir.

Bir ayet, hassas ve son derece dikkat çekici bir anlatımla, kalbin ve nefsin etkilenmesi konusunda gözün etki gücüne dikkat çekerken(33/53), bir başka ayet de, kadın sesinin insanın kalbini alt üst edebileceğine işaret etmektedir(332/32).

Ayette odanın dekorasyonu ve kadının kıyafeti konusunda bir ip ucu görülmüyor. Fakat, ses konusundaki ipucu bu konuda düşünmeye gerek bırakmayacak kadar konuyu örtülü şekilde nazara vermiş olmaktadır. Bu konuda da kadının hazırlıklı olduğu söylenebilir…

Kur’an, yukarda bir nebze temas ettiğimiz gibi, cinsellik konularında nezih, kısa, örtülü ve dolaylı bir dil kullanır. Sadece bir ayette Adem ile Havva’nın yasak meyveden yedikten sonra avret yerlerinin göründüğünden ve cennet yaprağıyla örtmeye çalıştıkların dan söz eder(20/121).

Kurgulanan senaryonun gerçek olmaması için hiç bir engel görünmemektedir, doğal şartlar tamamıyla Züleyha’nın lehinedir…

Bu, Züleyha’nın son ama en kapsamlı ve etkili manevrası ve silahıdır. Hiç denemediği şeyi ilk kez deneyecek, duygu ve arzularını açıkça belli ederek nihaî teklifini yapacaktır.

Züleyha’nın belli bir şekilde, kendine güvendiği ve amacına ulaşacağından büyük çapta emin olduğu izlenimini ediniyoruz. Bu, Yusuf’un kölelik bilinciyle hareket edip arzusunu yerine getireceği konusundaki anlayışından kaynaklanmış olabilir. Ciddi anlamda yaptı ğı onca hazırlık da bu konuda kadına güven vermiş olabilir. Öte yandan her şeyi göze alarak, yaptığı teklifin reddedilmesi karşısında duyduğu büyük hayal kırıklığı ve duygularının karşılık bulamamasının verdiği psikolojik baskının etkisiyle, hırs ve öfkeyle hareket edip, ne pahasına olursa olsun elde etme amacıyla gömleğini çekip yırtma sı, sonrasında da hapse yollama adına Yusuf’a karşı takındığı acı masız tavır da bu konuda bir belirti sayılabilir.

Kadın önce kadınlığını kullanmış, amacına ulaşamayınca da statüsünü kullanarak cezalandırma ve onurunu kurtarma yoluna gitmiştir.

Burda Hz.Yusuf’un bir insan olarak değerlendirilmesi de çok önemlidir.

22.ayette Yusufun ergenlik çağına girince ilim ve hikmet verildiği belirtiliyor. Bu, Henüz Peygamber olmadığı anlamına da gelir. Züleyha’nın Yusuf”u sıkıştırması olayı, bundan sonra meydana gelmiştir.

“Bürhan” Yusuf’a verilen bu ilim ve hikmete işaret olabilir. Ya da vicdan eğitimli zeka gücü ve sorumluluk şuuru diye de tanımlanabilir. Burhan kavramı bu hikayedeki can alıcı anahtar kavramdır. Çünkü Yusuf’un davranış biçimine yüklenecek anlama ve yoruma kaynaklık etmektedir.

Kur’an’ın, seçilen bir Peygamberin, delikanlılık çağında başından geçen hassas bir deneyimini dile getirmekte, fakat iki-üç keli meyle adeta bütün hayatına denk hatta üstün sayılabilecek son derece önemli bir durumunu dillendirmektedir. Yusuf’un bütün hayatı içinden bir sahne, “O da meylet-ti” şeklinde nazara verilmektedir. Bu olay ve bu olayda bu anlık tutumu, geçmişinde onca ibretli olaylar yaşayan, gelecekte de aynı şekilde uzun süre ha pis kalacak, ama aklanacak ve Peygamberlik ve hükümdarlık yapacak olan Hz.Yusuf’un hayatının, mihenk ve dönüm noktası gibidir.

Bir insanın, özellikle toplumun önünde misyon sahibi tanınmış birinin, geçmiş ve gelecek hayatındaki bütün başarılara ve er demli davranışlara gölge düşürebilecek bir iki kelimeyle ifade edilebilecek küçük bir davranışı, psikolojik bir bakışla o insana o gözle bakmayı sağlayabilir. Cinselliğe ya da paraya zaaflarını önleyemeyen kimi toplum ileri gelenlerinin başarıları ve kariyerleri, basit bir söz veya davranışlarıyla bir anda sönüverir. Aklanmış olsalar da bu tür insanların isimleri her anıldığında, hayatlarının dönüm noktası durumunda olan o kelimeleri ve olayları da beraberinde hatırlanmaktan kurtulamazlar.

Ancak bir iftira söz konusu olursa, bu konu kamu vicdanını ikna edecek tarzda, sözgelimi gizli çekim görüntüleriyle ve iftiracıla rın itiraflarıyla tescillenirse, itimat edilen ve sevilen seçkin kimseler tarafından o kişi sahiplenilirse, mazlum durumda olanın yıldızı daha da parlayabilir.

Hz.Yusuf, “Maâzallah!” reaksiyonuyla hatırlanmaktadır. O’nun durumu en mutemed kaynak olan Kur’an’la açıklanmakta, tebrie edilmektedir.

Benzer olaylara Kur’an’da rastlanır. Hz.İsa’nın, “Beni ve annemi tanrı edinin demedim!” demesi gibi (5/116). İfk olayında Hz. Aişe’nin temiz olduğunun ayetle ilan edilmesi gibi (24/11-16).

Züleyha, davetini hem çekici görüntüsüyle hem cezibeli sesiyle hem de beden diliyle göstermiş olmakta ve Yusuf’a doğru hare kete geçmiş bulunmaktadır.

Buraya kadar kadın her konuda aktif olarak görünmektedir. Deyim yerindeyse Yusuf, beden diliyle köle duruşunda gelişmeleri takip etmektedir. Fakat bu safça, ne olduğunun farkında olmadan, düşünce köleliği duruşu içinde izleniyor değildir. Çünkü Yusuf kendi sinden nefis hamlesi beklenecek rüşt çağına geldiğinde, ilim ve hikmet sahibi bir insan haline de gelmiştir.

Nefis arzularının ve hastalıklarının üstesinden gelebilecek en güçlü iki silah; kalpteki Allah saygısı, zihindeki bilgi ve düşünce gücü olmaktadır.

Yusuf muhtemelen, ateşin kendisini yakacağını hissettiği anda bu köle duruşunu bozmuş, kendine meyleden Züleyha’ya meyletmişti.

Fakat iki meylin hem başlangıcı hem cereyan şekli hem de sonucu birbirinden farklı gerçekleşmiştir.

Kadın, nefis arzularının etkisiyle, ruh ve bedenini günah ilişki ile doyurma amacıyla hamlesini yaparken, Yusuf Ruhundaki inancın, beynindeki ilmin etkisiyle, kadına karşı kendini korumak, hücumunu geri çevirmek için ona meyletmiş olmaktadır.

Kadının meyletme niyetinin nefis arzuları olduğu konusunda, hazırlık aşamasından ve sonrasındaki sert tavırlarından rahatlık la okunmaktadır.

Yusuf’un meyletme niyetinin nefis arzusu olduğuna dair hiç bir emare görünmemektedir.

Bu meyil pekala bir savunma eylemi de olabilir.

Hatta kadına, kadının meylini kırma ve farklı bir meyil kazandırma adına bir meyil girişiminde bulunmasından da söz edilebilir. Çünkü bir taraf tan

“Allah’a sığınırım” diyerek kalbini konuşturmuş, vicdan muhasebesi uyarısı yapmış, diğer taraftan da, kadının kocası nı, evli bir kadın olduğunu ve kendi minnet duygularını hatırlatarak, bu kötü eylem sonucu oluşacak vefasızlık, ihanet ve cezalandırılma gibi kötü akıbeti nazara vererek, maddi manevi gerçeklere dikkat çekmiştir. Böylece kadının içinde bulunduğu duygusal ve psikolojik sarhoşluktan uyanması için, belki de tutup ırgalama ve “Kendine gel!” deme adına kadına yönelmiş, hamle yapmış olmaktadır.

Kısacası söz konusu iki meyli anlam ve amaç yönleriyle birbirinden ayırmalıyız: Züleyha, nefis arzularının yönlendirdiği kalbi ve aklıyla Yusuf’a aksiyoner bir durumda meyletmişken, Yusuf İnançlı kalbinin ve ilim ve hikmet boyutlu aklının, nefsini yönlendirmesi sonucu reaksiyoner bir durumda züleyhaya doğru yönelmiştir diye düşünebiliriz.

Şayet Hz.Yusuf”u bir beşer olması sebebiyle, diğer Peygamberlerde de örnekleri görülen ve adına “Zelle-sürçme” adı verilen bir durum açısın bakılacak ve değerlendirilmesi yapılacaksa, konuya şöyle yaklaşmak isteriz.

Allah’ın külli iradesi karşısında insanın cüzi iradesine bir tercih payı ayrılması gibi, beşeriyetin muktezası bir nötr duruş, bulunuş ve duraklamadan söz edilse bile, “Bürhan” ve “İhlas” kavramlarıyla, bu anlık beşeri boşluğun anında doldurulduğunu okuyabilir ve söyleyebiliriz.Yusuf da bir beşerdir, diğer insanlar gibi cinsel gücü vardır ve bizzat kendisi nefsin kötülük emreden yönüne dikkat çekmektedir.(12/53).

Muhtemelen Yusuf, böyle bir teklifle ilk kez karşılaşmış bir şaşkınlık geçirmişti.

Müfessirlerin bir kısmı, Yusuf’un nefsani bir meyil göstermiş olabileceğini vurgularken, bir kısmı sadece aklından geçirmiş olabileceği üzerinde dururlar bazı müfessirler de bir Peygamberin böyle bir meyil göstermekten de masum olduklarını savunmuşlardır.

Bu meyli, akıl ve vicdandan bağımsız bir nefsin, fıtrî-yapısal bir yönelişi olarak yorumlayabiliriz. Bu “Ateş yakar”, gerçeği gibi bir oluşumdur. Aç olan bir insanın yiyeceklere, çölde kalmış olanın suya doğru doğal yönelişi gibi…

Bu meyli, son derece profesyonelce hazırlanmış bir nefsani tuzak karşısında, Züleyha’nın hem görüntü olarak hem de sesle sağladığı etkileyici bir durumda ve teklif karşısında; Yusuf’un hayat deneyimi olarak yaşanmış ve bilinçaltında depolanmış benzeri görüntü ve bilgiler bulunmadığından, hayal aynasında görüntülenen ve tasavvurda oluşan sembolik-timsalî cinsel bir imajdan ibaret olarak da yorumlayabiliriz. Bu durumda bilinçaltı, bağım-sız ve bağlantısız, hatta sınır çizilmemiş nefis hesabına, teklif karşısında oluşan bu belli belirsiz imaja, “Bu da nedir?” diyerek yöneldi.

Durum anlaşılınca da, anında durdu ve öteye geçmedi. Yalın nefisten doğal bir tepki ile gelen bu meyil hissi, bloke edildi, bilinci aşamadı, bir çeşit bastırıldı.

Bu imajı yorumlamak ve vicdan yelpazesinde nereye koyabileceğini belirlemek için, görünüşte kadına doğru denebilecek bir yönelmeyle; aslın da zihne yansıyan imaja yöneldi, kavradı, geri çevirdi ve tepkisini koyarak, karşı taraftın irade dışı tetiklediği meyil his sine meylederek onu yok etti!..

Bu, güçlü bir patlama duyduğumuzda, gökyüzünde ciddi bir parlama gördüğümüzde refleks olarak başımızı sesin geldiği tara fa çevirmek gibi bir şeydir.

Deprem şokunda da insan bilinçsizce ne tarafa yöneleceği ve ne yapacağı konusunda kısa bir şok yaşar, sonra bilinçli davranırız.

Peygamberimiz, ilk vahiy ile karşılaştığında yaşamıştı. Ayetlerde bunun ipuçlarını görüyoruz. Unutmama heyecanıyla ayetleri tekrarlamaya çalışmış, dilini oynatmış, ayet de unutmayacaksın acele etme! anlamında uyarmıştı (75/16-17).

Nuh Peygamber de inanıp kendine katılmamış olan oğlunun dalgalar arasındaki halini görünce anlık bir meyil ve tepkiyle, Allah’tan bağışlanmasını istemiş, uyarılınca da istiğfarda bulunmuştu.

Olay zihinde çözümlendikten vicdanda belirlendikten sonra Yusuf, kararlı ve vicdan destekli bilinçli sorumluluk içindeki “Bur hanî” tepkisini hem duygusal olarak hem da zihinsel olarak orta ya koymuş olmaktadır. Yani kadının güçlü meyil çekim gücünü alt edebilecek, alternatif olarak güçlü bir meyil ve itme gücü oluşturmuştur.

İnsan psikolojik olarak, kendisine bir şey soran bir erkekle, bir kadına karşı farklı tepkiler verir, yaklaşım gösterir. Bu, elde olma dan yapılan bir refleks gibidir. Erkeğin mimikleri yönlendiren yüz kasları, kadın sesi, yüzü ve genel görüntüsü karşısında bir farklı çalışır. Bir erkekle konuşan erkekler ile bir kadınla konuşan erkekler iyi gözlemlenirse, jest ve mimiklerdeki farklılık beden dili olarak kolayca okunabilir.

Kadına yönelen insanların meyil güçleri daima güçlü refleks gösterir. Bu, karşı cinsteki meyil gücünün yoğunluğuna göre değişkenlik gösterebilir. Erkeklerin bu meyilleri ve beden dilleri doğal olarak, kadının kimliğine ve tavırlarına bağlı olarak da farklılık lar gösterir ve farklı anlamlar ifade eder.

Konuyu şeytanla irtibatlandırmak da mümkündür. Ayette şeytanın peygamberlere bile yaklaşmak istediği belirtilir(6/112). Hz. Ademe ve Havva ya yaklaşması konusu üzerinde genişçe durmuştuk. Ayrıca Yusuf olayıyla ilgili olarak şeytan iki ayette geçer, birinde, hapisten çıkma isteğini iki arkadaşına bildirmiş fakat şeytan onlara unutturmuştu (12/42), diğerinde ise Hz.Yusuf, “Şeytan benimle kardeşlerimin arasını bozdu” der (12/100). Böyle hassas bir konumda şeytanın müdahale etmek istememesi herhalde düşünülemez.

Bürhan, kesin delil, hüccet, işaret demektir ki afaki olduğu kadar enfüsi yöne de olur. Yani Yusuf’u gördüğü bürhan içte ve dış ta gerçekleşen etkili bir delil olmuştur. Hz.Yusuf, Züleyhanın bütün etki gücüne karşı, vicdanında ve aklında bu fiilin çirkinliğini hem sebep hem de sonuç itibariyle görmüş değerlendirmiştir. “Rabbim” kelimesinde hem Rabbimden korkarım hem de efendime ihanet edemem diyerek iki ucu birleştirerek tepkisini dile getirmiştir.

Bu olayda son derece önemli mesajlar saklıdır. İlim, hikmet ve Peygamberlik verilen bir insanın bile zorlanabileceği, erkek-kadın ilişkilerinde, zorlanmayacak insan yok demektir. Diğer taraftan da, şartlar bir cinsin ne kadar aleyhine olursa olsun, nefis meyillerinin önüne geçmek her zaman için mümkün olabilmektedir.

Bu ayetlerde öyle anlaşılıyor ki, Yusuf ve Züleyha’nın şahsında, erkek ve kadının birbirlerine, karşılıklı meyletme duygusuna sahip oldukları konusunda vurgu yapılmakta, inanç ve zihin gücü yani bürhanla ve buna güç katan ihlasla bu meyil gücünün denetim altına alınabileceği dersi verilmektedir.

Buna göre ayetten şu da anlaşılabilir: Kadın meylettiği zaman, erkeğin meyletmeme şansı az olur, bu ihtimal kiminde minimuma iner, kimisinde sıfırlanır. kimisi de bir çekim gücüne kapılır ve bilincini yitirmiş ve hipnoz olmuş gibi, mehlikâların ardından aşıklar gibi sürüklenir gider…

Ayetler Hz.Eyyüb’ün Sabır kahramanı olarak ilan edilmesi gibi, Hz.Yusuf’un İffet kahramanı olarak tanımamıza vesile olurken aynı zamanda, Kadın ve erkeğin birbirine meyledebilecek hassas yapıda olduklarına, nefislerdeki çekim gücünün etkisine dikkat çekmektedir. Buna karşı Bürhan gücünü kullanmanın bu tür kötülüklere, nefis-ruh hastalıklarına karşı koruyucu olduğuna işaret etmektedir.

Burhan gücü ise iç ve dış donanımıdır ki hem aklı hem de kalbi kapsar. Bürhan gücü, Vehbî olarak bir Peygambere verildiği gibi, Kalbin Allah saygısı ve ihlasla nurlanmasıyla, aklın da ilim ve hikmetle aydınlanmasıyla elde edilebilir.

Hz.Musa olayında, tanışma, çıkma, flört gibi olgulardan söz etmiştik.

Hz.Yusuf olayında, duygu seline kapılma durumunda bir kadının (Bu erkek de olabilir) nefsi hesabına düştüğü durumlar gözler önüne serilmektedir. Burada erkek, kadının üstün konumu kendisinin de köle olması nedeniyle madur ve mazlum durumdadır. Fakat kadın evli olması sebebiyle kınanmış ve çevresinde küçük düşmüştür. Ayrıca Yusuf hapisten çıkarken, suçlu olanın kendisi olduğunu itiraf ederek ikinci kez ezilmiştir. Ayet, deyim yerin-deyse, elle yapılan bir taciz hareketi gibi küçük sayılabilecek bir davranış biçiminin olumsuz sonuçlarını göz önüne getirerek, daha ileri aşamadaki eylemlerin, insanın hayatında ne gibi olumsuz ve yıpratıcı izler bırakacağı konusundaki düşünmeyi ve öngörüyü okuyucuya bırakmıştır. Flörtlerin bir kısım riskler taşıdığı çıkarımını da rahatlıkla yapabiliriz.

Flörtlerin masum yüzlerinin olduğu savunulur. Birbirlerini çok iyi tanıma ve evliliği sağlam temeller üzerine atma niyeti gibi.. Öncelikle bir araya elen karşı cinslerin yalnız kaldıklarında, içlerinden ne gibi duygu ve düşünceler geçtiğini tespit etmeleri gerekir.

İki insan bir araya geldiğinde yaşadıkları heyecan ve yoğun duygular içindeyken, birbirlerini ne kadar mantık ve ileri görüşlü lük penceresinden ölçüp tartabilirler; düşünülmesi gerekir. Çünkü erkek olsun kadın olsun çoğu insan Züleyha gibi nefis, aşk ve arzu baskısıyla hareket edip, bazı talepleri kolaylıkla gündeme getirebilir Fakat çok az insan, erkek olsun kadın olsun, Yusuf gibi davranıp zevke çağıran istekleri ve davranışları elinin tersiyle itebilir!..

Ne Yusuf gibi davranabileceğimizin bir garantisi vardır ne de Züleyha’nın durumuna düşmeyeceğimizin teminatı vardır!..

Birbirlerini anlamak ve tanımak isteyen ve niyetleri ciddi olan tarafların, duygu-mantık dengesini sağlamada katalizör görevi görecek erdemli ve bilgili, deneyimli ve evli, üçüncü bir şahsın beraberliğinde görüşmeler yapmaları daha sağlıklı sonuçlar verebilir.

Her bir günah Züleyha teklifi gibi algılanabilir. Ve bunlara karşı bürhanla Yusuflaşarak, kalp ve aklımızla “Maâzalâh!” tepkisini gösterebiliriz…

Hz.Yusuf, iffeti, en zor hatta imkansız şartlar altında Rabbisinin yardımıyla elde etmişti. Günümüzün insanı iffeti, Rabbisinin zimmeti, kendisinin himmeti, Yusuf yüzlü ve Yusuf iffetli dost ve arkadaşlarının hizmetiyle elde edebilir.

<span style="color:#0000ff;"><strong>Hz.SÜLEYMAN VE MELİKE BELKIS</strong></span>

Gelen olayda ise, en üst düzey yönetici konumunda olan iki hükümdarın yine güzel amaçlı iletişiminden ve muhatabın durumunu, psikolojisini hesaba katarak etkileyici davranışların sergilenmesinden bahsedilmektedir. Farklı inançta olan bir kadına ve çevresine tevhid inancının kazandırılmasının çarpıcı, sıra dışı bir hikayesi sunulmaktadır.

Süleyman Peygambere, babası gibi yeryüzü hükümranlığı, farklı ilim ve mucizeler verilmişti. Neml ve Sebe sürelerinde, kuş ve karınca ile konuşmasından, rüzgarla uçmasından, cinleri çalıştırmasından bahsedilir. Ele alacağımız konuda da istihbarat adına kuşla konuşmasından, eşyayı anında aynen nakletmesinden ve eşsiz mühendislik gerektiren yapılardan söz edilmektedir.

Belkıs , çevresi cennete benzetilen Sebe (Yemen) halkını yöneten, son derece zeki, dirayetli, feraset sahibi, otoriter ama meclisine danışan, değer veren, sevilen ve her şeyi, özellikle büyükçe değerli tahtı olan bir melikedir. Ne var ki o ve toplumu güneşe secde etmektedir. Ve Peygamber, misyonu gereği, insanlığın aleyhine işleyen bu zulüm durumuna son vermek istemektedir. Satır aralarında iki tarafın da, son derece zekice, seviyeli, saygılı, anlayışlı, samimi, lutufkar, ama bir o kadar da diplomatça ve mesafeli tutum ve davranışlar sergilediklerini, birbirlerine değer verdiklerini ve olumlu psikolojik bir hava oluşturmak için gayret gösterdiklerini okuyabiliyoruz. Özellikle olayların akışı Hz.Süleyman’ın kontrolünde gerçekleşmektedir.

Belkıs’ın durumunu, Hüdhüd isimli kuştan öğrenen Hz.Süleyman, yine de durumu teyid ettirmek için, kuştan, yazdığı mektubu Belkıs’a götürmesini ve çekilip olacakları izlemesini ister. Hz.Süleyman, Belkıs’la ilk iletişimini mektupla kurar ve çok özlü iki cümleyle amacını belirtir. Mektubu eline alan Belkıs, bunu çevresine duyurur:

“Bana bir kerîm-değerli bir mektup bırakıldı; Süleymandan… Bismillâhirrahmânirrahîm diye başlıyor ve baş kaldırmayın, Müslüman olarak bana gelin diye yazıyor!”. Belkıs’ın, mektubu okuyunca önyargılı davranmaması, olumsuz bir tepki göstermemesi, yorum yapmadan göndereni hemen belirleyip, besmeleyi vurgulaması, belki de biraz heyecanlanarak, mektuba “kerim” ifadesiyle bir değer yüklemesi, mektubu gönderen kişinin ismini söylemesi dikkat çekicidir.

Öncelikle Hz.Süleyman Allah ismiyle çok hayırlı ve etkili bir başlangıç yapmış, imana davetle gerçek amacını ortaya koymuş, kendisine uymalarını en son cümle olarak zikretmiştir ki bu muhatabın psikolojisini olumlu etkilemiştir denebilir. Nitekim Melikede bir hiddet belirtisi görülmemektedir.

Aksine Belkıs’ın çevresine soğukkanlı, dirayetli ve zekice yaklaşımları görülür.Çevresindeki ileri gelenleri onore eder; “Size danışmadan hiç iş yapmadım, bana fikir verin!” der.O da psikolojik olarak çevresiyle etkili bir iletişim kurmaktadır. Ancak ileri gelenler, “Biz güçlü savaşçı kimseleriz son söz senin deyince, Belkıs’dan, harareti düşürücü, ikinci etkili psikolojik yaklaşım örneği gelir: “Hükümdarlar bir ülkeyi ele geçirince perişan ederler, ileri gelenleri de alçaltırlar, bunlar galiba böyle yapacaklar”. Burada savaş yanlılarını yatıştır ma amacı hissedilmekte, savaşın olumsuz sonuçlarına dikkat çekilmektedir.

Ayrıca “Süleyman böyle yapar!” demiyor, genel konuşuyor, adeta onu hedef göstermekten çekiniyor. Ya onun gücünden korku yor, ya zalim olmayan bir yapıya sahip bulunuyor, ya da ilişkilerine daima iletişim kurarak geliştirmeyi istiyor. Bir ihtimal de Hz. Süleyman’a sempati duymuş olabilir.

Ve melike üçüncü ve nokta koyucu hamlesini yapar: “Onlara elçi ve hediyeler göndereyim bakalım sonuç ne olacak!” Dahiyane çözüm. Kimsenin olumsuz bir düşünce beslemesine imkan vermeden, savaşı reddetmeden ve onaylamadan, önlemiş, aynı zaman da hükümranlığının gereğini yerine getirmiş olmaktadır. İleri görüşlü bir kadın olarak Belkıs, bu tutumunun Süleyman’a yansıyacağını da düşünmüş, öngörmüş olabilir…Ve sanki çevresini, kendisinin ve çevresinin geleceği için, kaçınılmaz belli bir duruma, psikolojik olarak adım adım hazırlıyor gibidir.

Bu diplomatik atak, aynı zamanda Süleyman’a karşı psikolojik bir yoklama ve tepki ölçme taktiği olarak da görülebilir. Ya hediyelerle sulhu sağlayacaktır ya da Süleyman’ın gerçek niyetini ve samimiyetini anlayıp tutumunu gözden geçirecektir. Bu, Belkıs’ın Süleyman’a karşı ilk olumlu iletişimi ve dostluk mesajı sayılabilir.

Hz.Süleyman iki tarz tavır sergiler. Birincisi, hediyelerini geri çevirir, Allah’ın verdiği daha hayırlıdır der. İkincisi de tutumunu sertleştirmesidir ki bu aşamada bu, karşı tarafa tam bir psikolojik etki yapacak, tedirginlik ve korku meydana getirecektir: “Karşı koyamayacağınız ordularla gelir, hor ve hakir oradan çıkartılırsınız!”…Bu tarz çıkarılmaktansa kendi rızalarıyla davete icabet etmek en mantıklı yol olacak ve Belkıs çevresiyle yola çıkacaktır.

Bu noktada Hz.Süleyman’ın, deyim yerindeyse, psikolojik harikalar kuşağında cereyan eden sürprizleri bir biri arkasına gelecektir. Her Peygamber tereddütsüz söyleyebiliriz ki birer insan uzmanıdır. Tebliğlerinin gönüllerde ve akıllarda yer etmesi için, evrende cereyan eden, ilahî kelamla anlatılan iletişim prensiplerini en mükemmel şekilde uygulayan örnek önder terbiyecidirler. Her Peygamber kendi döneminde revaçta olan mucizeleri gibi, psikolojik yaklaşımları da benzer noktalarda yoğunlaşmıştır. Musa Asa’sının sihirbazların sihir malzemeleriyle beraber,olumsuz inançlarını, duygu ve düşüncelerini de yutuvermesi gibi…

Belkıs ve hükümranlığı için, yanında taşıdığı büyük, görkemli ve paha biçilmez zinetiyle tahtı her şeyi demekti. Bir de kadınlık meyilleri hesaba katılırsa, Belkıs demek taht demekti!..Zineti ve mücevheri demekti!…Bir de taht, saltanatın bir sembolüydü, onun ele geçirilmesi, hükümranlığın el değiştirmesi anlamına gelecek ve kabulden başka çareleri kalmamış olacaktı… Tekrar hatırlatalım ki, bütün bu tedbirler, o insanın ve çevresinin Allah’a yönelmesi inanması adına yapılmaktaydı…Ayrıca Melike ve ileri gelen çevresi, belli bir yenilmişlik psikolojisi içinde bulunmaktaydı, Peygamber kendisine değil Yaratıcıya inanmak için gelen bu topluluğa, rahatlatma ve mutlu etme adına bir hediye de hazırlamış olacaktır.

Hz.Süleyman, ilk sürpriz olarak, Belkıs gelmeden önce, tahtının anında yanına getirilmesini ve üzerinde değişiklikler yapılmasını ister. (Günümüzdeki ışınlama teorilerine işaret ettiği söylenir). Belkıs gelince, sanki hem ezikliğini hem de yorgunluğunu almak istercesine, hemen tahta bakmasını ister ve tanıyıp tanımadığını sorar. Belkıs’ın yaklaşımı çok ilginçtir! Sanki konuyu çok ilginç bulmamıştır; alışılmış bir tonda: “Sanki ona benziyor!” der. Ve devam eder: “Bize daha önce bilgi verildi, biz Müslüman olmuştuk! der! Muhtemelen, hükümdar olarak bulunduğu konumu sebebiyle, çevresini aşamamış, inancını açıkça ilan edememiş, duygu ve düşüncelerini açamamıştı!..Fakat özellikle bir kadın için her şeyi anlamına gelen mücevherlerine hiç itibar etmemesi, tevekkül içinde inanmışlığını ön plana çıkarması, aslında, açamadığı inancıyla dünya adına çok şeyi aştığını göstermektedir.

Ve bir devlet kadınına, kraliçelere layık billurdan bir köşk takdim edilir.

Ve bir devlet kadınına, kraliçelere layık billurdan bir köşk takdim edilir. İnancının dünyadaki peşin ödülü olarak. Köşkün avlusu genişçe su kaplıydı.

Kadın ıslanmasın diye eteğini tuttu, şaştı kaldı, çünkü su ıslatmıyordu. Süleyman Peygamber, eşsiz bir mühendislik örneği göstermiş, suyun üstünü şeffaf cam zeminle örtmüştü. Yazır’ın belirttiğine göre tefsirciler inanç mutluluğunu izdivaçla taclandırdıklarını not düşerler(5/146) .

Bu olay, toplumsal statüsü farklı olan herkese, özellikle de bir hanfendiye karşı iletişimde ve evliliklerde temel amacın yüce tutulması konusunda güzel ders vermektedir. Olayda iki taraf da birbirlerine asla hakaret ve düşmanlık ifade eden söz kullanmamış, tutum sergilememiştir. Ne çıkar adına bir adım atılmış ne de nefis zevkleri hesabına bir yol da tutulmuştur. Buradan, dengeli iletişimler, yüce amaçlar ve ölçülü tutumlarla sağlanabilir dersi çıkarılabilir…

Aynı zamanda evlilik öncesi ve evlilik boyunca, eşlerin birbirini hoşnut ve mutlu edecek davranışlar sergilemesi, hediye alma sı, birbirlerinin kişilik yapısını iyi çözerek, ihtiyaç duyulan maddi manevi gereksinimlerin karşılanması konusunda teşvik de sezilmektedir.

Belkıs’a sunulan hizmetin birinci sınıf bir hizmet olduğu anlaşılıyor. Bu bize, Dinimizin güzelliklerini dünya insanına tanıtma adına ip uçları veriyor.

Başta kaliteli insan yetiştiren eğitim kurumları olmak üzere, hayatın her alanında, güzelliği temsil eden insanların, üst seviyede yaşadıkları dinin güzelliklerini mümkün olabildiğince üst seviyede temsil etmeleri ve bunu, hak vesilelerle en ideal şekilde gösterme durumunda olmalıdır.

Kur’an, Hz.Süleyman’ın sahip olduğu son derece alımlı, özel yetiştirilmiş ve muhtemelen dünyada o gün için benzerleri bulun mayan atlardan bahseder.

Peygamber onlarla yakından ve bizzat eğitimleriyle ilgilenir ve onları çok sevdiğini belirtir. Fakat bu sevgisine şu anlamı da yükler: “Ben mal sevgisini kesinlikle Rabbimi anmak için istedim!”(38/31-33). Rabbi anmak, günümüz insanına O’nu sevdirmek, en alımlı hizmetlerle olma durumundadır.

Musa olayında flört durumunun temel niteliklerinden, Yusuf olayında duygular seline kapılma tehlikesinden söz etmiştik.

Süleyman olayında ise evliliğe giden yolda yüce bir amaç ve niyet belirlemenin ve eşlerin birbirlerinin ruhuna ve yaratılışına uygun davranmanın öneminden bahsedildiğini söyleyebiliriz. Süleyman Peygamberin evlilik konusunda da, Allah’a yönelmeyi ana hedef edindiğinde kuşku yoktur.

&nbsp;

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder