6 Nisan 2015 Pazartesi

müddessir


Bismillâhirrahmânirrahîm
1.Ey örtünüp bürünen (Peygamber!)
2.Kalk da uyar.
3.Rabbini yücelt.
4.Nefsini arındır.
5.Şirkten uzak dur.
6.İyiliği, daha fazlasını bekleyerek (bir kazanç elde etmek için) yapma.
7.Rabbinin rızasına ermek için sabret.
8,9.Sûr’a üfürüldüğü zaman var ya; işte o gün çetin bir gündür.
10.Kâfirler için hiç kolay değildir.
11.Beni, yarattığım kişiyle baş başa bırak.
12,13.Ona bol mal ve gözü önünde duran oğullar verdim.
14.Kendisine alabildiğine imkânlar sağladım.
15.Sonra da o hırsla daha da artırmamı umar.
16.Hayır, umduğu gibi olmayacak. Çünkü o, bizim âyetlerimize karşı inatçıdır.
17.Ben onu dimdik bir yokuşa sardıracağım.

18.Çünkü o, düşündü taşındı, ölçtü biçti.
19.Kahrolası nasıl da ölçtü biçti!
20.Yine kahrolası, nasıl ölçtü biçti!
21.Sonra (Kur’an hakkında) derin derin düşündü.
22.Sonra yüzünü ekşitti, kaşlarını çattı.
23,24.Sonra arkasını döndü ve büyüklük taslayıp şöyle dedi: “Bu, ancak nakledilegelen bir sihirdir.”
25.“Bu, ancak insan sözüdür.”
26.Ben onu “Sekar”a (cehenneme) sokacağım.
27.Sekar’ın ne olduğunu sen ne bileceksin?
28.Geride bir şey koymaz, bırakmaz.
29.Derileri kavurur.
30.Üzerinde on dokuz (görevli melek) vardır.
31.Biz, cehennemin görevlilerini ancak meleklerden kıldık. Onların sayısını inkâr edenler için bir imtihan vesilesi yaptık ki kendilerine kitap verilenler kesin olarak bilsinler, iman edenlerin imanı artsın, kendilerine kitap verilenler ve mü’minler şüpheye düşmesin, kalplerinde bir hastalık bulunanlar ile kâfirler, “Allah, örnek olarak bununla neyi anlatmak istedi” desinler. İşte böyle. Allah, dilediğini saptırır, dilediğini doğru yola iletir. Rabbinin ordularını ancak kendisi bilir. Bu, insanlar için ancak bir uyarıdır.
32,33,34,35,36,37.Hayır, (öğüt almazlar.) Aya, çekilip gittiğinde geceye, aydınlandığında sabaha andolsun ki o (cehennem) insan için; içinizden ileri geçmek yahut geri kalmak isteyenler için uyarıcı olarak elbette en büyük bir şeydir.
38.Herkes kazandığına karşılık bir rehindir.
39.Ancak ahiret mutluluğuna eren kimseler başka.
40,41,42.Onlar cennetlerdedirler. Birbirlerine suçlular hakkında sorular sorarlar ve dönüp onlara şöyle derler: “Sizi Sekar’a (cehenneme) ne soktu?”
43.Onlar şöyle derler: “Biz namaz kılanlardan değildik.”
44.“Yoksula yedirmezdik.”
45.“Batıla dalanlarla birlikte biz de dalardık.”
46.“Ceza gününü de yalanlıyorduk.”
47.“Nihayet ölüm bize gelip çattı.”

48.Artık şefaatçilerin şefaati onlara fayda vermez.
49.Böyle iken onlara ne oluyor da, öğütten yüz çeviriyorlar?
50,51.Onlar sanki arslandan kaçan yaban eşekleridirler.
52.Hatta onlardan her bir kişi, kendisine açılmış sahifeler verilmesini istiyor.
53.Hayır, hayır! Onlar ahiretten korkmuyorlar.
54.Hayır, düşündükleri gibi değil! Şüphesiz bu (Kur’an) bir uyarıdır.
55.Artık kim dilerse ondan öğüt alır.
56.Bununla beraber, Allah dilemedikçe öğüt alamazlar. O takvaya (kendisine karşı gelmekten sakınılmaya) ehil olandır, bağışlamaya ehil olandır.
Fethullah Gülen Hoca, Efendi Kalk Ey Yiğit Uykudan 16.10.2014
http://www.herkul.org/bamteli/kalk-ey-yigit-uykudan/
“Ey örtüsüne bürünen Nebi! Kalk ve insanları inzar et!”
Soru: Peygamberliğin başlangıcında
يَا اَيُّهَا الْمُدَّثِّرُ قُمْ فَاَنْذِرْ وَرَبَّكَ فَكَبِّرْ وَثِيَابَكَ فَطَهِّرْ وَالرُّجْزَ فَاهْجُرْ وَلَا تَمْنُنْ تَسْتَكْثِرُ وَلِرَبِّكَ فَاصْبِرْ
ayetlerinin nazil olmasının hikmetleri neler olabilir. Bu ayetler günümüzün irşad erlerine hangi mesajları vermektedir?
*Evet, bunlar Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) Allah’tan ilk mesajlarını aldığı döneme ait. İlk mesajın Hira Sultanlığı’nda اِقْرَاْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِى خَلَقَ  olduğunu biliyoruz. Bundan sonra kaç ay geçti aradan, bunlar nâzil oldu. Müzzemmil Suresi’nin önce, Müddessir Suresi’nin daha sonra ya da tam tersi şekilde nazil olduğuna dair muhtelif rivayetler var; kronolojik olarak bu esbab-ı nüzul mevzuunda farklı mütalaalar var, onlara takılmamak lazım.
*Bundan evvelki sûrede “müzzemmil – ey örtüsüne bürünen insan” diyor. Burada da “müddessir” diyor. Disâr’dan geliyor; o da bir insanın üst tarafına aldığı ister bir giysisi, paltosu gibi bir şey olur ister hacıların yaptıkları gibi öyle bir ihram olur. Alttakine de peştamal manasına izar diyoruz. Hakiki manası itibariyle, Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) ya vahyin ağırlığı altında veyahut da normal o güne kadar tabiî hayatını sürdürme, yani Hatice validemizle -O’na da ona da canımız kurban olsun- normal bir aile hayatı sürdürme mevzuunda ya yorganına ya disarına bürünen… O, dünyaya geldiği andan itibaren Cenâb-ı Hakk O’nu hep fakir olarak yaşamaya adeta mecbur etti, “Senin yolun bu” dedi. Vakıa izdivaç buyurduğu kadın çok zengindi. Hazreti Hatice validemiz kervanlar çıkaran, ticaret yapan mübarek bir kadındı ama vahiy gelmeye başladığı andan itibaren bütün servetini o yolda kullandı. O da aynen Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) hayat-ı seniyyeleri gibi gayet fakirâne bir hayat yaşamaya başladı. Bu açıdan da belki de hakikaten üzerlerine aldıkları sadece bir disâr (dış giysi) idi. Bir de bu meselenin farklı manaları olabilir. Biz de kendi aramızda öyle deriz: “Ne diye yan gelmiş kulağının üzerine yatıyorsun!” Türkçemizde böyle deriz: “Ne diye örtüne bürünmüşün de dünyadan habersiz bir haldesin!..”
*Şimdi misyonun büyüklüğü itibariyle, önemli bir misyon, önemli bir vazife seni bekliyor ey müddessir, disarına bürünen adam. Seni önemli bir misyon bekliyor: Vahy-i semaviyi insanlara duyurmak. -Bir sözde ifade edildiği gibi: Arayanlar mutlaka gelir sizi bulurlar; fakat sizi bilmeyenleri, aramayanları gidip bulmak size düşer.- “Ey müddessir! Kalk, sesini bütün dünyaya duyur. O örtüden sıyrıl, mesajını bihakkın yerine getir” diyor Efendimiz’e (sallallâhu aleyhi ve sellem).
*Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) bu türlü hitaplara muhatap mıydı? O kamet-i balayı kendi büyüklüğüyle nazar-ı itibara aldığımız zaman, “O ne yapacağını bilirdi” falan gibi aklımıza gelebilir. Fakat bazı şeyler var ki, vahyin gerekleri adına, Zât-ı Ulûhiyet adına, Sıfât-ı Sübhâniye adına, Esma-i İlahiye adına… bütün bunların duyurulması Cenâb-ı Hakk’ın talimine vabestedir. Allah (celle celaluhu) bunları talim etmezse, bir insan bilemez bunları. Ve aslında Allah’ın talimiyle o taallüm, onun bilmesi meselesi bile yine harikadır.
*“Kalk, şimdi sen Allah’ın sana sunduğu bu mesajın gereklerini realize etmeye çalış!” demek gibi bir şey oluyor. Bu açıdan da o mecaz oluyor bir yönüyle. Yani: Rahatını terk et; inzivada olma, insanların içine gir, sesini soluğunu onlara duyur. “Kalk, doğrul ve inzar et” peşi peşine iki emir. Kalk tabirini Türkçemizde de kullanırız. “Kalk şu iş seni bekliyor.” “Kalk yiğidim uykudan!..” Kalk, inzar et; eğri yolun encamından sakındır. Burada inzar kelimesi geçiyor; inzar ve tebşir mütekabil şeylerdir. Tebşir, isabetli bir yolun neticesinde insanın içinde beşaşet hasıl edebilecek, bişaret sayılabilecek bir şey söyleme demektir. İnzar da eğri yolun encamında insanın başına gelebilecek kötülüklerden o insanı sakındırma demektir.
*Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) ilk muhatapları putlara tapan insanlar, her türlü mesâvîyi irtikâp eden insanlar, vahşet içinde bocalayıp duran insanlar, çamur içinde çamuru yüzlerine gözlerine süren insanlar.. cahiliye insanı.. dolayısıyla inzar: Eğri yolun encamından sakındırmak. Nasıl, onları topluyor Efendimiz ve “Ben size desem ki: Şu tepenin arkasından -Ebu Kubeys Tepesi- bir düşman geliyor. İnanır mısınız?” diyor. Herkes birden sesini yükseltiyor, adeta korodan bir ses, “inanırız” diyorlar, “Çünkü Sen eminsin.” Diyor: “Ben Allah tarafından size gönderilmiş bir peygamberim.” O mevzuda çok farklı üsluplarla, Kur’ân ifadesiyle çok farklı tasriflerle onlara hep inzarda bulunuyor.
*“Rabbinin büyüklüğünü ilan et!” Allah büyüktür. Tek büyük Allah’tır; diğerleri (büyük denilenler) O’nun büyüklüğünün gölgesinin, gölgesinin, gölgesidir… Asıl varken gölgeye bir yönüyle değer atfedilmez. Hazreti Pir’in dediği gibi, bizim vücudumuz, varlığımız O’nun vücudunun (varlığının) gölgesinin, gölgesinin, gölgesidir. Dolayısıyla ona hakiki vücut nazarıyla bakılmaz. “Rabbinin büyüklüğünü ilan et!” yine bir emir burada ve aynı zamanda “Allahu Ekber” diye Allah’ın büyüklüğünü ilan et. “Lat” diyorlar, “Menat” diyorlar, “Uzza” diyorlar, “İsaf” diyorlar, “Nâile” diyorlar. Dünyanın değişik yerlerinde de başka putlar var. Bunların hiçbiri o ölçüde tazime, tekbire, tebcile, takdire sezâ değil. Bunların hepsine seza olan biri var, o da Allah’tır. Hem de bir iltifat var bu sözde: “Senin rabbin” diyor. Efendimiz’e bir iltifat. Belki bir yönüyle, şu anda onu hakkıyla ancak Sen anlarsın, O’nu Rab olarak Sen anlarsın, diğerlerine anlatmak Sana düşüyor. Senin Rabbin, Senin ufkun itibariyle Rabbin. Başkalarının o mevzuda şu şekilde, bu şekilde yorumuna tabi tutulan rab değil, Senin Rabbin. Ve gelecekte tasarrufat-ı sübhaniyesini ortaya koyacak Senin Rabbin. Camilerin minarelerinde “Allahu Ekber” diye kıyamete kadar ilan edilecek, ezan-ı Muhammedî ile hep o mazmun şehbal açacak, Senin Rabbin. O’nu ulula; yani ululuğunu ilan et.
*Bu iş için bir de “elbiseni temiz tut”. Zahiri manası itibariyle namaz için elbisenin temizliği. Bir de “eteklerine çamur bulaştırma” manasına iffet ve ismet konularında hassasiyet emri.
*Sonra, ister kulluğunda, ister civanmertliğinde, cömertliğinde, isterse isâr ruhunda insanlara karşı el uzatman, ellerinden tutman, onlara iyilikte bulunman, onları iyilikle serfiraz kılman mevzuunda minnet de etme veya yaptığın şeyleri gözünde büyütme, çok görme. Yani, İstanbul'u fethetseniz, “Benim yerimde başkası olsaydı, Belgrad’ı da fethederdi” diyebilmek. Yaptığınız o şeyi büyük görmeyin. Yaptığı işi beğenmek, büyük görmek bir münafıklık alametidir.
*Efendimiz, anlatılanlardan münezzehtir, müberradır fakat O’nun şahsında ümmete ders veriliyor burada. Bununla beraber, Efendimiz meseleleri kendi seviyesi, akrabu’l-mukarrabin olması açısından değerlendirmiştir.
*Kalk inzar et, Rabbini tekbir et, ilan et O’nu, “Allahu Ekber” de, sonra tathir-i siyabda (elbise temizliğinde) bulun, sonra bütün pisliklerden uzak dur, hicret et, onları bırak geride, gerinin gerisinde bırak; hayırlı işler yap, onu gözünde büyütme, çok görme… Bütün bunları dedikten sonra da “Bundan dolayı Rabbin için Sen sabret.” O’nun emirlerini yerini getirmeye matuf şeyleri yapınca değişik gailelere maruz kalacaksın, her zaman işin tabiatı öyle olmuş. Siz bir yönüyle levsiyat içinde olan, pislik içinde bocalayan insanların kurtarılması istikametinde bir şey yaptığınız zaman onları karşınızda bulursunuz, size eziyet ederler. Günümüzde dedikleri şeyler gibi, o gün de başka şeyler derler. Efendimiz’e -hâşâ- kâhin derler, sâhir derler, sihirbaz, şair ve başka başka şeyler derler. Hatta maddi eza ve cefa bile yapabilirler, mevsimi geldiğinde ordular teşkil eder üzerine yürürler. Günümüzde olduğu gibi algı operasyonlarıyla Müslümanları, inanan insanları sindirmeye çalışırlar. Bütün bunları yapınca bu türlü gailelerin sökün edip başına geleceğini hesaba katarak Rabbin hatırına, O’nun için, O’na mahsus olmak üzere sabret, dişini sık, aktif sabır içinde bulun.
*Aktif sabır, durağanlık içinde bir şeye katlanma demek değildir. “Biri önünü kestiği zaman, akan bir çay gibi kendine yeni bir mecra bularak mutlaka yoluna devam et!” demektir aktif sabır. Bir yolu tıkadıkları zaman by-pass yapmasını bilmelisin hemen, yeni bir yol bularak o yolda işine devam etmelisin. Hatta başkalarını hep şaşırtmalısın bu mevzuda, onlar takıldıkları bir hususta senin önünü almaya çalıştıklarında, bir de bakmalılar ki sen ayrı iki tane yolla, üç tane yolla yine hedefine doğru, insanî değerleri ikâme etmeye doğru, insana saygıyı ikâme etmeye doğru, Allah’ı hoşnut etmeye doğru, Rasûlullah’ı hoşnut etmeye doğru hâlâ yürüyorsun. Dolayısıyla bu türlü şeylerden rahatsızlık duyacaklar, üzerine gelecekler sen de sabırlı ol..
Zikredilen Ayetlerin Günümüzün Adanmış Ruhlarına Mesajları
*Bu ayetler günümüzün irşad erlerine de şu mesajları vermektedir: Yiyip içip kulak üzere yan gelip yatmamak icap ediyor. Farz olan hacca bir şey demem fakat günümüzde ruhumuzun abidesini ikâme etme istikametinde yapılması gerekli olan vazife, her türlü hizmetin üstündedir. Villalar, yalılar yapmanın çok üstündedir. Hatta (farz müstesna denilmişti) nafile hacca gitmenin de çok üstündedir. Onlarda şöyle böyle şahsi füyuzât hislerini tatmin gibi bir şey vardır. Fakat sıkıntılara katlanmak, dünyanın değişik yerlerine gitmek; bir müessese tesis edecekseniz amele, ırgat gibi çalışmak; sonra bir bursla durumu orada idare etmek, o insanlarla iyi geçinmeye çalışmak, yüz bulamamak, iltifat görmemek fakat buna rağmen katlanmak orada…
*Bir hizmet varsa, bir insanı iki yapma, ikiyi üç yapma, üçü altı yapma gibi bir hizmet bizi bekliyorsa bir yerde, kendi ülkemde veya başka bir yerde, size kasemle teminat veriyorum, bütün cürmüme rağmen şu anda cennetin kapıları açılsa, “O mu, bu mu?” diye sorulsa, benim tercih edeceğim bu olur. Yemin ederim, cennetin sekiz kapısı açılsa, bugün Hizmet’in eleman beklediği bir dönemde, “O cennetin kapılarını kapatın, girmiyorum ben içeriye, burada kalıyorum” derim.
*İnsanlığın İftihar Tablosu’na denen şey aslında bize deniyor: Ey örtüsüne bürünen, dünyadan habersiz yaşayan, sadece kendi maddi manevi füyuzât hisleriyle oturup kalkan insanlar! Sıyırın üzerinizdeki o disârı (elbiseyi), kalkın ve insanları eğri yolun encâmından sakındırın. Başlarını almış gayyaya doğru yuvarlanıyorlar, isyan deryasına yelken açmışlar -şairin ifadesiyle- kenara çıkmaya fırsat ve imkan bulamıyorlar; dalalet deryasına yelken açmışlar, bir daha hidayete yönelemiyorlar, yeme içme yan gelip kulağı üzere yatma nâdanlığına, densizliğine yelken açmışlar, kenara çıkmaya fırsat bulamıyorlar. Öyleyse kalkın ve bunları o eğri yolun encâmından sakındırın, bir liman gösterin onlara, rıhtım gösterin, gelsin orada ârâm eylesinler. Rabbinizi dünyanın dört bir yanında büyüklüğüyle yâd edin, Ruh u revan-ı Muhammedi, nam-ı celil-i ilahi şehbal açsın her yerde.
*İffetli yaşamak, ismetli yaşamak, üzerimize bir çamur sıçratmamak. Hafizanallah sonra el-alem bunları size şantaj olarak kullanır. Günümüzde çok kullanılıyor bunlar. Müt’ayı kullandıkları insanlar var, pençelerine alıyor, dediklerini yaptırtıyor ve bir Persliğe sebebiyet veriyorlar ki hiç sorma gitsin!.. İçinizi bu türlü şeylerden temiz tutmadıktan sonra değişik angajmanlıklardan sıyrılamazsınız. Hep birileri bunları değerlendirir; bir yerde olumsuz bir şeye girmişsin, mesela Küçük Kıyamet’te gösteriyor, hakim kumarhanede kumar oynuyor ve onu orada tespit ediyorlar, fotoğraflıyorlar, şantaj yapıyorlar ve haksız yere bir mevzuda bir karar verdiriyorlar, bir masum insan hakkında olumsuz karar verdiriyorlar. İnsanlar hafizanallah bu türlü şantajlar karşısında o meseleyi öyle kabul etmedikleri halde belki din adına, diyanet adına, mefkure adına çok taviz verme mecburiyetinde kalırlar.
*Günümüzde sessiz kalan bir kısım kimseler, Allahu a’lem, haksızlık karşısında seslerini yükseltmeyen insanlar, hadisin ifadesiyle dilsiz şeytan olma durumuna düşen insanlar, ihtimal ya paraya ya villaya ya da bu türlü olumsuz şeylere yakayı kaptırdılar; karşı taraf da bunları kullanıyor. İffeti temiz tutmak lazım; etekleri kirletmemek, paçaları kirletmemek lazım; kimse bir şey demeyecek şekilde bir istikamet içinde yaşamak lazım. Yoksa günümüzde olduğu gibi mesâvîleri ortaya çıkınca, yalanla, tezvirle, başkalarını karalamak suretiyle yeni gündemler oluşturmaya kalkar, “Nasıl yapsak ki bunu unuttursak; haramîliği, çalmayı, çırpmayı, rüşveti, irtikabı, ihtilası unuttursak; kadınlarla münasebeti unuttursak!..” filan gibi ayrı bir hata içine girerler bu defa, yalan söylerler, iftirada bulunurlar, Müslümanları karalarlar. Böylece bir günah elli türlü günaha kapı aralar; hafizanallah o hale gelir ki o onları alır küfre götürür, zira “Her bir günah içinden küfre giden bir yol vardır” diyor Hazreti Pîr-i Muğan, Şem-i Taban.
http://www.herkul.org/bamteli/kalk-ey-yigit-uykudan/
MÜDDESSİR SÜRESİ (74) İNSAN KARAKTERLERİ
DAVRANIŞ BOZUKLUKLARI (drmavi,2005)
Müddessir süresinin, mümkünse hemen ve öncelikle, değilse sonra, en azından bir mealden okunması yararlı olacaktır.
Bu sürede iki farklı insan karakterinin tahlil edildiğini düşünebiliriz.
Birincisi, Peygamberimizin şahsında, Peygamber görevini meslek edinen kişiler ele alınıyor. 1-7. ayetlerde Allah’ı anlatmayı hayat felsefesi haline getiren insanların uyması gereken kurallar vurgulanıyor.
1) Oturarak Allah anlatılmaz.
Hemen kalkmalı ve zamanı boşa harcamadan sağa sola koşturmalı, bu iş için gereken her görev, zamana ve koşullara en uygun şekilde yerine getirilmelidir. Bir başka ayette oturanlarla, kalkıp Allah’ın ismini cümle alemde duyurma adına canları ve mallarıyla hizmet edenlerin bir olmayacağı, koşturanların derecelerinin yüksek olacağı belirtilir (Nisa,4/93).
2) Temel amaç, insanları uyarma ve Rabbin adını yüceltme olmalıdır.
Burada, müjde yerine uyarı denmesi, uslûb olarak insanlara olumsuzluklarının yüzlerine vurulması, akıbetlerinin kötü olacağının vurgulanması anlamına gelmez. Çünkü Rabbinin adını yücelt denmesi, olumlu ve güzel anlatım şekilleriyle ahlakın ve davranışlarınla Rabbini sevdirmeye bak demektir . Müşriklerin zulümleri karşısında gerekli şiddetli uyarı ve tehdit zaten Ayetlerle yapılacaktır ve yapılmıştır da!..
3) Sadece Rabbimiz anlatılmalı, başka hiçbir gaye güdülmemelidir.
Cümlede “Senin Rabbin” kelimesi önce zikredilmiştir. Bu sadece Rabbini anlat demektir. Yani kendini aşmalı, unutmalı onu anlatmalı, sadece rabbine ve onu insanlara ulaştırma hizmetine kilitlenmeli ve karşılığında hiçbir ücret beklememelisin. Bunun diğer adı ihlas ve samimiyettir. Bütün peygamberler, anlattıkları hakikatlere karşı hiçbir ücret istemediklerini, onu Allah’tan beklediklerini israrla söylemişlerdir (10/72; 11/29,51; 26/ 109, 127,145, 164,180; 34/47)
Allah’ın gönüllere sevdirilmesi, O’nun isminin, kalp samimiyetiyle ve kapsamlı bir Allah kültürünün verilmesiyle yüceltilmesi şeklinde olur. Günümüzde bu misyonu mükemmel şekilde üstlenen Kur’an tefsiri eserler sayesinde, şimdiye kadar Rabbimiz hakkında düşünemediğimiz güzellikleri öğrene biliriz. Şu Peygamber sözü de bizi teşvik etmelidir: Allah’ı gönüllere sevdirin ki O’da sizi sevsin ve sevdirsin!..
Mesela canı sıkılan, bir insanın, eğer inanç ve bilgi altyapısı ve koruyucu bir çevresi yoksa her an günahlara girmesi, bazı psikolojik rahatsızlıklara düşmesi mümkündür. Oysa bilincinde ve gönlünde Allah’ın güzel isimlerine ve muhtevasına yüce bir yer vermişse, sıkıntılı her anında Allah’ın “Kabıd” (kalbi sıkan, sınayan) ismi aklına gelecek, onun güzel ismine mahzar olduğunu düşü- nerek ve şeref duyarak tebessüm edecektir. Kaldı ki, Allah’ın “Basıt” (kalbi ferahlatan) ismi çok geçmeden imdadına yetişecek ve yüzü şükür tebessümleriyle desenlenecektir.
Bu konu özellikle çocuk eğitiminde gerekli olabilir. Herkes gibi o minik kalp ve beynin de Yaratıcısı hakkında, bilgilenme ihtiyacı vardır. Ve hep çocukluğumuzda duyduğumuz “Allah taş yapar”, “Allah yakar” iletileriyle maalesef körpe dimağlara yanlış yaratıcı imajı verilmektedir. Allah taş yapmıştır ama o Lut kavmineydi, Allah yakar da fakat inkar edenler için bir kuraldır bu. Biz çocuğa, neye dayanarak yanacaksın, taş olacaksın diyebiliriz ki! Bu olsa olsa bir duygu katliamı olabilir. İyi niyetle de korkutulmuş olsa!..
Rabbimizi çocuklarımıza sevdirmek için, elinize bir çiçek alabilirsiniz. “Kızım bak! Bu çiçek de, senin bu çiçeğe baktığın gibi, Güzel Rabbimize bir bakmış, böyle güzel bir şekil ve renk almış!”..Sonra başka bir çiçek alın elinize ve kardeşine dönerek: “Oğlum bak! Bu çiçek de aynı şekilde, Rabbimizin güzelliğine bir bakmış, o da bambaşka bir güzellik kapmış!”..Sonra da dönüp, şöyle deyin: “Yavrularım biz de Güzel Rabbimizin çiçekleri gibiyiz, bize Rahmetiyle, Şefkatiyle, Muhabbetiyle bir bakmış, böyle ayrı ayrı güzellikte insanlar yapmış!”
Kim bilir belki bir hayat boyu yavrularınız, her çiçek ve insan gördüğünde, Allah”ın güzelliğini, her Allah dendiğinde de çiçeklerin ve insanların güzelliğini hatırlayacaklardır.
4) çift boyutlu mükemmel bir temizliğe sahip olunmalıdır.
a) Dış-beden (maddi) temizliği:
Ayet, elbiseni temiz tut diyor. Ve namazda temiz olsun diye bir kayıt da yok. Biz bunu, temizlik her an üzerinde taşıdığın elbisen gibi hep seninle beraber olsun şeklinde anlayabiliriz. Çünkü Peygamber ve onun irşad görevini takip eden her insan, her an Kuddûs her an hücreden gezegenlere kadar her şeyi temiz yapan) olan Allah’ın isimlerine tercüman olma ve onu temsil etme durumundadır.
Başka bir ayette:” secde ettiğiniz here yerde ve her mescidde, zinetlerinizle olun” (7/31 Yani tertemiz elbisenizle, güzel görünen dış yapınızla bulunun denmektedir. Yeryüzünün bir mescid olarak görüldüğünü de düşünürsek, hem elbiselerimizin, hem de tüm yeryüzünün her yerinde, her an secde edebilecekmiş gibi tertemiz tutulması gerektiği mesajını anlayabiliriz.
Beden ve elbisenin, ev, işyeri ve topyekün çevrenin temiz veya kirli oluşu, insanın psikolojik yapısında, kuşkusuz bir kısım etkiler meydana getirmektedir. Bilinen bir sözdür; insan kıyafetiyle karşılanır, fikirleriyle ağırlanır, davranışlarıyla uğurlanır. Ve ilk tanışma anı, orijinal olduğundan hafızalarda yer etmekte, sonraki görüşmeler için bir yatırım sayılmaktadır. Eğer Allah’ın tanınmasına ve hatırlanmasına biz ve elbisemiz vesile olacaksak, namaz öncesi abdestin ibadet sayılması gibi, güzel iletişim öncesi temiz elbise ile görünmek de hayırlı amaçtan dolayı çok hayırlı bir davranış biçimi olacaktır.
b) İç-kalp (manevi) temizliği:
Tefsirler elbise kelimesinin manevi anlamıyla da alınabileceğine, kalbini ve ahlakını temiz tut nefsini temizle gibi manaların da anlaşılabileceğine işaret ederler (Yazır,c:8, s:417) Bundan başka duygu ve düşünce dünyasını ilgilendirecek üç konu dikkat çekmektedir. İlki, Bu ayette geçen, elbisen gibi iç dünyanı da temiz tut, günah kirlerinden uzak kal ifadesidir.
Diğeri, önceden geçen, “Sadece Rabbini anlat!” ifadesinde vurgulanan ihlas ve samimiyettir ki, nefsine ait düşüncelerden kalbini ve zihnini temiz tut demektir.
Üçüncüsü de, 6’ ıncı ayette belirtilir:” Yaptıklarını çok görüp başa kakma!.. Kalbinde yaptıklarınla gurura kapılma, kendini beğenme gibi duygulardan temiz ol ve bunun bir tezahürü olarak yaptığın iyilikler sebebiyle kimseyi minnet altına bırakıp rencide etme demektir.
Dış kirler bedene ve elbiseye zarar verdiği, insanlar arası iletişimi zedelediği gibi, iç kirler de hem insanlarla hem de Allah ile olan ilişkileri zedelemektedir. Allah’ın ve insanların hoşnud olmadığı bir konuda, insanın kendi duygu ve düşüncesi açısından huzurlu olması herhalde düşünülemez.
Karşımızda üç iletişim alanı vardır. İnsanın kendisiyle, insanın insanlarla, insanın Allah ile olan iletişimi.
Üçünde de maddi manevi temizlik önemli rol oynamaktadır. İnsanlara Allah’ı sevdirme gibi yüce bir amaca ulaşmak için insan, iç-dış bütünlüğü içinde, hem dış görüntüsünü hem de vicdan, kalp, bilinç, bilinçaltı ve nefisten oluşan iç görüntüsünü temizlemek, temiz tutmak zorundadır.
5) Rabbimiz adına her şeye karşı sabırlı olunmalıdır
Her peygamber, milleti tarafından çok ciddi tepki görmüştür. Bu sosyolojik tarihi bir kural olarak karşımıza çıkmaktadır. Hem fiziksel hem psikolojik baskı gören her Peygamber, görevini büyük sabırla yürütmüştür. Allah’ı insanlara sevdirme gibi kutsal Peygamber mesleğini seçen her insanın da başına bazı sıkıntıların gelmesi kaçınılmazdır. Yerinde alay edilecek, hakaret görecek, yerinde hak mahrumiyeti verilecek, bazen dövülecek, bazen de sürülebilecektir.
Bunların dışında, çeşitli insanlarla muhatap olacak, anlattıkları hemen kabul edilmeyecek, bir ağaç yetiştirme hassasiyetiyle aylarca belki senelerce, aynı insanlarla ilgilenmek ve ilişkilerini düzeyli tutmak zorunda kalacaktır. Bütün bu güçlüklerin üstesinden gelebilmek için sadece Allah rızasını perspektifine koyarak, acı yudumlayacak, hem dosttan hem de düşmandan gelenlere sabredecektir.
Peygamberimize bu sabrın tavsiye edilmesinin bir sebebi de, portresini tasvir etmeye, psikolojisini belirlemeye çalışacağımız Velid b. Mugire’dir ki, “Tek” başına bir toplum etkisi yapan ağırlığı, ölçüsüz ve dengesiz bir karakter yapısı ve kişilik bozukluğu olan biridir.
8-10 ayetlerde kıyamet hatırlatılarak, iyilere ümit ve sabır verilirken kötüler için kötü bir gün olacağı uyarısı yapılır.
11-25 ayetler arasında ise kötü bir sembol ve örnek olarak “Tek Adam” ın inkarcı psikolojik haritası ve model portresi etraflı bir şekilde çizilmektedir: O şahsın tek olması farklı şekillerde anlaşılmıştır: Tek olan Allah onu yarattı, herkes gibi o da tek başına yaratıldı, anne babası belirsiz olduğu için tekti gibi…(Yazır,c:8,s:419). Tek başına onun Mekke anlamına gelebileceği de düşünülebilir. Sahip olduğu otorite,servet, evlat-nüfuz gücü ve Peygamberimizin aleyhinde fitne ve fesat fikirler üretenlerin içinde baş gibi olması, son sözü belirleyen tek kişi olması, orijinal fikirlerinin çevresi tarafından hüsnü kabul görmesi de aslında bunu göstermektedir. Bir yönüyle de o bu tekliğiyle, o çevredeki çokluğun prototipi gibidir.
Ayetlerden anlaşıldığına göre bu kişinin, büyük otoritesi, zengin bilgisi, geniş serveti, çok evladı ve nüfuzu vardı. Her insanda bir arada bulunması oldukça zor olan bu dünyevi nitelikleri onu, yine ayetler göre; şımartmış, azgınlaştırmış ve inkarcılığa sevk etmiş, bunun sonucu olarak da dört temel duygu, düşünce ve davranış bozukluğu sergilemiştir.
Dört temel duygu, düşünce ve davranış bozukluğu
1-inatçılık:
O kişi, ayetlere karşı bir inatçı kesilmişti. İnanmamakta direniyor ve Allah sözü olduğunu kabule yaklaşmıyordu. Aslında bu duygunun doğasında ciddiyet, azim, sebat, kararlılık, israr, hedefe kilitlenmişlik gibi anlamlı vasıflar bulunmaktadır. Ancak bunlar hak, doğruluk başarı ve insana hizmet adına değerlendirilirse güzel, anlamlı ve yararlı olurdu. O kişi ise bu duyguyu ayetleri inkarda, sahip olduğu her şeyi kötülükte kullanma yolunda değerlendirmişti. Bir kısır döngü gibi, inkar inadı, inad da inkarı doğurup duruyordu. İnatçılık, benlikten vazgeçip Allah’a bir abd olmakla kırılabilir ve yönü hakka çevrilebilir.
2-Dünyalık hırsı:
O kişi, sahip olduğu bunca dünyalığa rağmen daha fazla olmasını arzu ediyordu. İnkarcılık hırsın anası gibidir, onu körükler. Çünkü sahip olduğu ve olacağı her şey sadece dünya hayatı içindir. Kendisi için başka bir hayat düşünmediğinden, bu hayatında olabilecek her şeye sahip olmak için inat ve israrla üstüne gider. Hadisin ifadesiyle, bir vadi dolusu altını olsa, (Karun gibi) daha yok mu der! Aynı şekilde inkarla hırs da birbirinin tetikleyicisidir.
Oysa dini kültürümüzde dengeli ve ölçülü bakış şudur: Dünya kesben değil, kalben terk edilmelidir. İnsan, dünya malına dalıp kendini, rabbisini ve ibadet, iyilik ve hizmet gibi görevlerini unutmamalı. Dünya malının emanet olduğu bilinmeli, milletler arasında en zengin millet haline gelmeli, bu zenginlikleri insanların ebedi saadetlerini kazanmaları yolunda kullanmasını da bilmeli.
Dünyanın üç yüzü olduğunu bilmek, duygu, düşünce ve davranışlarımıza dengeli ve ölçülü yaklaşım biçimi kazandırabilir.
Dünyanın birinci yüzü günahlara ve nefis tatminine bakan ballı zehir yönüdür, bu yönüyle dünya sevilmemelidir.
İkinci yönü, Allah’a ayna olması yönüdür. Bu yönüyle dünya Allah’ın güzel isimlerinin yansımaları olan sanat eserlerinin teşhir edildiği bir sergi sarayı gibidir ki bu yönüyle ne kadar sevilse azdır. Ve bunu tefekkür tezekkür tedebbür bir ibadettir.
Üçüncüsü de dünyanın ahıretin tarlası olması yönüdür. İbadetlerle, iyiliklerle, hakka hizmetlerle bu tarlada ektiklerimizi öbür alemde biçeceğimizi düşünmelidir. Bu yüz de ala bildiğine sevilmesi ve fevt etmeden azami tasarruf ilkesiyle değerlendirilmesi gereken bir yüzdür.
Yüzümüzü dünyanın son iki yüzüne çevirmek, ilk yüzünü de aynı renge boyamak, ahirette yüzümüzün de nurlu hale gelmesini netice verecektir.
3-Kibir, büyüklük taslama:
O kişi, Peygamberin bütün güzel vasıflarına rağmen kibrinden doğruyu itirafa yanaşmadı. Şeytanın isyanında ve tarih boyu Peygamberlerin karşısına dikilen insanlardaki inkar ve isyanın temelinde hep bu ortak duygunun bulunduğunu görüyoruz.
Allah’a iman ve secdeden, müminlere karşı da tevazudan sonra, isim ve mahiyet değişikliği ile onur ve izzet diyebileceğimiz bu duygu da aslında masum hatta bazen gerekli bir duygudur Ama inkar, içine girdiği her duygu ve düşüncenin kimyasını değiştirdiği, ölçü ve dengesini bozduğu gibi, bu yüce duyguyu da tahrif etmiş, karşımıza kibir olarak çıkarmıştır.
İnkar çekirdeği önce kibir meyvasını verir. Ya da her kibir, bünyesinde bir inkar ve isyan tohumu çimlendirir. Kibirden kurtulmanın esas yolu, dik başı secdeye koymak, kul olduğunu itiraf etmek, enaniyet aysbergini Rahmet denizinde eritmektir. Maküsen mütenasip ölçü: Yüce görünmeye çalışan alçalır, tevazu ile eğilen yücelir.
4-Fikir ve Muhakeme çarpıklığı ve duygu-düşünce çatışması:
Kur’an’ın üzerinde hassasiyetle durduğu, tekrar tekrar çarpıcı biçimde vurguladığı bir konudur. O tek kişi, en çok fikir yürütme ve karar verme aşamasında çok zorlanmıştır. Ayet öncelikle önyargısız, tarafsız biçimde durumu rapor eder:”O kişi düşündü ve ölçüp biçti!”.
Ayetlerde bir karakter tasviri yapılmaktadır.Velid b.Mugire, ileri gelenler tarafından Peygamberimiz hakkında kullandıkları yakıştırma sözleri zihninde bir bir tartar, enine boyuna ölçer, derin düşünür ve kâhin, mecnun, yalancı gibi kavram teorilerinin hiç birinin, hem Peyamberimize hem de Kur’an’a uygun düşmediğini anlar.
Bu akıl ve mantığın, objektif olacağı, tarafsızca karar vereceği beklentisi boşa çıkınca, yani tekrar düşünüp taşınmaya başlayınca bu durumunu ayet ilginç biçim de vurgulayarak değerlendirmemize şöyle sunar: “Kahrolası nasıl da haksızca ölçüp biçti!..Yani yine muhakemesine ihanet etti, fıtratını kendini inkar etti,  doğruyu söylemeye dili varmadı…
Ardından üçüncü kez düşünmeye başladı…Bu aşamalarda müthiş bir duygu ile düşüncenin, şeytan destekli nefis ile mantık destekli bilincin çatışması hissedilmektedir. O kişi bir taraftan Peygamberi bir çırpıda silip atmak istemektedir ki bu enaniyetinin talebidir. Diğer taraftan da kamu oyuna onaylatabileceği bir slogan aramaktadır. Bu da mantığının seslenişidir. İki kutup arasında gel-git yaşayan adam, üçüncü kez de bu duygu ve düşünce labirentine dalınca, ayet benzer ifadeyi kullandı: “Yine kahrolası nasıl da çarpıtarak ölçtü biçti”.
Kur’an bu noktada, inkarcının yüz tasvirini bir ayna gibi öylesine yansıtmaktadır ki, hayalimizde canlandırdığımız o yüze bakarak, ruhundan yansıyan olumsuz anlamları, kare kare rahatlıkla okuyabilmekteyiz: “Sonra baktı…Sonra kaşlarını çattı…surat astı Sonra arkasını döndü… kibirlendi…
Kimbilir kaç kez aklın objektifliği adına dilinin ucuna kadar gelip giden :”Bu doğru bir adam!” cümlesini, egosuyla geriye itiverdi ve sonunda şöyle deyiverdi: Bu, başkasından öğrenilmiş bir sihirdir, bu kitap da insan sözüdür!”. Peygambere “Büyülü adam!” yakıştırmasında bulundu. (17/47)
Hakikatın gün gibi ortada olmasına rağmen, böyle bir diyalektik ve çarpık muhakemenin sonucu olarak, sihir iftirası gündeme gelmişti.
26-29 arası ayetlerde güneş gibi parlak olan hakikata karşı, işlenen bu cinayetin büyüklüğüne denk gelecek şekilde “Sakar” cehennemini ve özelliğini anlatılır.
Cehennemin ilginç bir özelliği vardır. Tıpkı o muhakeme dengesizi insan gibi davranır. Adeta ceza, amelin cinsine göre olur kaziyyesini anlatmayı istemektedir. Düşünen fakat bir türlü karar veremeyen, o kararsız adam gibi, cehennem de vücudunu yok edip etmemekte adeta kararsızlık gösterir. Ayetin belirttiği gibi: yakar bitirir, fakat yok etmez, tekrar yakar, yine bitirir, ama yine yok etmez, böyle ateş denizi gibi dalgalanır durur (güneş patlamaları gibi) hep yenilenir ve (atom bombası radyoaktif etkisi gibi) derisini daima kavurur durur…
Burada “Adamına göre cehennem!” gibi bir durum söz konusudur.
30-31 ayetlerde, o cehennemde görevli on dokuz meleğin olduğu, cehennemde görevli meleklerin sayısını Allah’ın bileceği, bunun kalbi hasta olan ve inkarcılar için bir imtihan vesilesi olduğu anlatılır. Bu konuda bir ilim geliştirilecekse bu bilginin ehl-i kitap dünyasından gelebileceği, müminlerin imanını arttıracağı gibi bir uyarılar yapılır. Allah bilir, Kur’an’ın güncel olarak sık sık işlenen matematik mucize yönü, inkarcılara karşı bir delil olarak kullanılması da uygun değildir, matematiğe dini yakıştıramayan kimi ruhlar tepki gösterecek anında red edebileceklerdir. Zira evet maddenin matematiği vardır ama nefsin avukatı şeytanın hiç bir ölçüsü dengesi sınırı hele vicdanı hiç yoktur.
Ehli Kitap ki bugün bilgi üretme merkezlerinin yoğun olarak ellerinde bulunduğu dünyalardır; bilgi babalarına bilgi çömezleri olarak ders vermek de gerçekçi olmayacaktır. Muhtemelen bu tarz konularla ilgili yeni bulgular, bilgi dünyasının otoriteleri tarafından belirlenince bir başka anlam ifade etmiş olacaktır. Allah ayetlerini farklı ellerle ve dillerle de insanlığa gösterebilir. (Not: bu yazıdan on yıl kadar sonra ortaya çıkarılan "Higs bozonu" çok maddeciyi sükut ettirmiştir.)
Kur’an’ı araştırıp rakamlara boğulan, rakamlar içinde kalıp manalara ve o manaların hayata yansımasına yabancı kalan, bu yolda aksiyon kazanmaya uzak duran insanlara ciddi bir uyarı yapılmakta olduğu da düşünülebilir. Bir tabloyu incelerken, çerçeveye takılıp kalmamalı, resmin kendisine yönelmelidir. Kur’an, sadece masa başı araştırmalarına, akademik yorumlara, bilimsel bakışlara, sansasyonal entel aktüel açıklama ve tartışmalara da sıradan avam anlayışlarına da mahkum edilmemelidir.
32-39 ayetlerde, zamanın akıcılığı karşısında insanın öğüt almasına, cehennem gibi bir akıbetin insanları beklemesi sebebiyle kişisel sorumluluğunu hissetmesine dikkat çekilmektedir. “Her nefis kendi kazandığı karşılığında bir rehindir’ ifadesi bireysel mesuliyet şuurunu bize öğretmektedir. Peygamberimiz bu yaklaşımı kendi kızına ve yakınlarına karşı göstermiş, İnsanın kendisini bu rehin durumundan kurtarması için Allah’a yönelmesi gereğine işaret etmiştir.
İnsanın mutluluğunu da felaketini de bu kazancı belirler. Allah’a karşı çok borçludur insan. Allah’tan aldığını hep karşılıksız almış dağlar kadar borçlanmıştır. Allah’ın ellerine rehin düşmüştür. Kazanacağı şeylerle Allah’a olan borcunu ödeyecek ve kendini rehin olmaktan kurtaracaktır. Üstelik bir ticaret yapacak ayette belirtildiği gibi cennet karşılığında nefsini sahibine geri verecektir. Bunun yolu imanla ibadet, sabırla hizmet ve salih fiillerdir.
Başka bir ayet, konuyu farklı ama çok hoş bir açıdan nazarımıza vermektedir.
“Allah canlarınızı ve mallarınızı cennet karşılığında sizden satın almak istiyor” (9/111).
Şu kâr içinde kâr, büyük alışverişi görüyor musunuz? Kısacık hayatta, saadet dolu iman ve ibadetli bir hayat yaşayacak, huzur veren salih ameller yapacaksınız, dünyada ruh sağlığı içinde yaşadığınız gibi, sonsuz cenneti de kazanacaksınız!..
Böyle yapınca acaba, geçmişte Allah’ın karşılıksız verdiği onca nimetlerin borcunu mu ödemiş oluyorsunuz, gelecekte vereceği sınırsız nimetlerin karşılığını mı vermiş sayılıyorsunuz?.. Demek ki insan kendini Allah’ın ellerinde rehin kalmaktan kurtarmış olmakla kalmıyor, aslında kendini cennete peyliyor!..İnsan cennetine kendini yatırım yapıyor!…
Özellikle “Tezkira-öğüt” kavramı surenin sonuna kadar sürekli hatırlatılmaktadır. Bu, surelerde sık sık başvurulan cehennem tasvirlerine ve tehditlere karşı temel bir gerekçe olarak algılanabilir. Ayetlerdeki israrlı ve tehdidkâr uyarıları hep bu “Rehin kurtarma operasyonu” na yönelik bir teşvik olarak yorumlamalıdır.
40.ayetten sonra cennetliklerin, kötülükte Tek’leşen adam gibi cehenneme girenlere sebep sorması ve onların açıklamaları konu edilir: “Sizi bu ateşe sokan sebep nedir?” şeklindeki soruya, itiraf ve akıbetlerini kabullenme adına verdikleri cevap şu olmuştur:
Biz namaz kılmazdık,
Yoksulu doyurmazdık,
Batıla ve günahlara dalanlarla birlikte dalardık,
Ahiret gününü yalanlardık…
Ve diğer özelliklerini de Kur’an ilave eder:
Eşeklerin aslandan kaçması gibi mazeretsiz sürekli Hak’ dan yüz çevirmeleri, en büyük “Hatırlatma!” ve “Uyarma!” olan Kur’an’a kulak tıkamaları…Üstelik ukalalık yapıp, bize de gökten kitap gelsin demeleri!..Ölüm sonrasında başlarına gelecek olanlardan korkmamaları…
54-56.ayetler ise son kez Kur’an öğüdüne davetle süreyi sona erdirmekte “Dileyen düşünsün!” şeklinde şahsî sorumluluk bir kez daha hatırlatılmakta ümide kapı aralanmaktadır. Buna rağmen hala öğüt almamakta direnenler için Allah’ın meşîet-dileme kapıları kapanmıştır. İnsan kendi sonunu kendi hazırlamıştır.
Son bir Ümit mesajı ile süre son bulur: Allah, korkulmaya himayesine girilmeye ve ardından mağfiret ve bağış beklenmeye en layık olandır.
Benlik yapısı, kimlik ve kişilik oluşumu ve davranış süreçleri
Ayetlere bütünlük içinde baktığımızda şu üç psikolojik yaklaşım ile önemli bir eğitim ve iletişim gerçeğinin işlendiğinin farkına da varabiliriz:
Davranıştan duygu ve düşünceye, duygu ve düşünceden; kişilik, kimlik ve benliğe ulaşmak…
Ya da Benlikten yola çıkarak, kimlik ve kişilik oluşturup, duygu ve düşüncelere, ardından da davranışlara varmak!..
1-Şahısların ve isimlerin değil, davranışların rapor edilmesi ve üzerinde durulması. Ayetler, o “Tek Adam” ı ön plana çıkararak davranışlarını, inceliklerine de basa basa işaret ederek anlatır. Detaylı harita çıkarır gibi, beden dili olarak yüzün anlatılması, duygu ve düşüncelerin okunması adına önemli ip uçları vermektedir.
2-Davranışların temelindeki duygu ve düşünce sebeplerine inilmesi ve irdelenmesi. Sonra ayetler, temelde yatan iki önemli esas duygu ve düşünceye dikkat çeker: Dünyalıklara karşı sınırsız arzu duyma ve dünya görüşüne, hayat tarzına, önyargı ve kabullere uymayan her oluşuma fikren ve fiilen karşı koyma…
3-Psikolojik benlik, kimlik ve kişilik yapısının tesbit edilmesi.                                           Şu üç aşamalı nihaî sonuca ulaşılır:
Egoist benlik, inkarcı kimlik ve inatçı kişilik.
Bu son yaklaşımdan hareketle konuyu şöyle sıralayarak açabiliriz:
Benlik sadece kendisini ele alır, kendinden başka her otoriter gücü reddeder ve bu ondaki benliğin, inkarcı bir kimliğe dönüşmesine ve bürünmesine yol açar. Benliğindeki bu inkarcılık kimliğini aklı, kalbi ve ruhuyla onayladığı an da onda artık yerleşik hale gelmiş, fıtratlaşmış, kemikleşmiş kararlı ve inatçı bir kişilik oluşmuş demektir. Bu mühürlenmişlik aşamasına gelmiş insanın iç dünyasına ulaşmak, onu çözmek adeta imkansız hale gelmiş sayılabilir.
Benliğe mal olmuş bir psikolojik kimliği sahiplenmiş ve bunu duygu ve düşünce onaylı kişilik olarak benimsemiş olan bir insanın, ruhsal rahatsızlıklarından sıyrılması da bir o kadar zor sayılabilir.
Her iki durumda da, dışardan yapılan her müdahale, benlikte kemik kimlik haline gelmiş kişilik için bir tehlike kabul edilecek, bu kişilikle bütünleşmiş olan, dünyalıklara ve yaşam şekline karşı yapılan bir tecavüz olarak değerlendirilecektir.
Her duygu ve düşünce, benlik ile davranış arasında hayat bulur. “Neden böyle davrandın?” diye sorulunca, “Ben öyle istedim!” denmesi en doğal cevap şekli olabilmektedir. Duygu ve düşüncelerle oluşan her davranış, gerçek enerjisini ve amacını kişilik, kimlik ve benliğinden elde eder. Duygu ve düşünceler, davranışlar için sadece isim babaları konumundadır. Gerçek biyolojik ve psikolojik ana kaynak bunlar olmaktadır.
Duygu ve düşüncelerin iki esaslı ana kaynağından birisi, dışa dönük yönüyle dünyalıkların tümüdür; ayetler servet ve evlatlar başta olmak üzere insanın büyük bir tutkuyla sahip olduğu her şeye işaret etmektedir. İnsanı çepeçevre kuşatan dünyalıkların duygu ve düşüncelerin tetiklenmesinde ve davranışların oluşumunda etkili olmaması kuşkusuz düşünülemez.
Diğer kaynak ise içe dönük yönüyle insanın ruhunda; kalbinde, bilincinde ve bilinçaltında yer etmiş ve değişmez önyargılardır. Ayetten anlaşıldığına göre, kendini beğenmişlik içinde üstün görme saplantısı karşısında, muhakemenin onay vermemesine rağmen o tek adam, kibrini aşamaması sonucu sırtını dönerek bu insan sözü değil kararını vermişti. Peygamberimize doğrusun güvenilirsin diyorlardı, fakat kendilerini hapsettikleri iç kabul parmaklıklarını aşamıyor, kendilerinde yerleşmiş rutin duygu ve düşüncelere sahip olmak zorunda kalıyorlardı.
Çok örnek verilebilir. Ben müziksiz yaşayamam yargısını bir iç kabul, dünya görüşü ve yaşam biçimi haline getiren bir insan, gerçekten kendini hep o halde görmek ve yaşamak ister. Cinsellik için de aynı durum söz konusudur. Bilincini bu anlayışa kuran ve bilinçaltına bu mevzuda durmadan yığınak yapan insan, zaten başka şekilde davranamaz!…Bu, kendi kendini robot gibi kurmak programlamak demektir. Kendi hayatını, hayat biçimlendiren dünyaya bu ölçülerde sipariş vermek teslim etmek demektir. İnsanın iç dünyasında kendini bir şekilde kabul edişi, öyle olması için reddedilemez büyük bir yatırım ve kaçınılmaz bir sonuçtur. İnsanın duygu ve düşünceleri, dolayısıyla davranışları kabullerinin birer ürünüdür.
Her kabul, beyinde benlik listesi oluşturur ki, biyolojik yapı, nefis hesabına bedenden gelen arzu sinyalleri sonucu, beynin dikte ettiği fermanlara karşı koyamaz hale gelir. Ve insan, gizli bir çekim gücü tarafından elinde olmadan çekildiğini, sürüklendiğini hisseder, hipnoz olmuş gibi, kabulünün esiri olarak yürür gider…Uyuşturucu, kumar, içki ve cinsellik gibi konulardaki bağımlılıklar gibi…
Bu kabullerin kabul edilmemesi, aksi davranışlar sergilenmesi, psikolojik yaşamı alt üst etmekte, insanı olumsuz davranışlara sürüklemektedir.
Müşrikler davranışlarına atalarını kaynak göstermişlerdi. Bu sorgulanamaz kaynağı kendileri için birer kabul haline getirmişlerdi. Putlar Allah ile aralarında birer aracıydı ve onlar Allah’ın çocuklarıydı. Kızlar Allah’a oğullar kendilerineydi, bu yüzden gömülmeliydi. Sanki onları içlerindeki önyargı putlarına kurban ediyorlardı. Kavmin şerefli ileri gelen kimseleri olarak Peygamberlik onların haklarıydı. Bu gibi müşrikçe, cahilce pek çok önyargı ve kabul ile bunlara etiket olan ve Cahiliye’ye yakışan davranış modelleri, örnekleri verilebilir.
Tutum ve davranışlar, birer insan dilidir. İnsan benliğinin, kimlik ve kişiliğinin belirtileridir. Sözü aşan, hâl dili dediğimiz yalansız fıtrat kriterleridir. Mahşerde bile susturulan dil karşısında ruhun konuşan ayak ve elleridir. Ruhun en dıştaki en geniş ama öze, öz benliğe en uzak daireleridir. Bu sebeple merkezî benlik mekanizmasının güçlendirilmesi, çekim gücünün azamî arttırılması gerekmektedir.
Tutum ve davranışlar aynı zamanda duygu ve düşüncelerin de yansımaları, muşahhaslaşmaları, temessülleri, ibreleri ve göstergeleridir. Olumsuz tutum ve davranışların değiştirilebilmesi, yerlerine olumluların yerleştirilebilmesi için, benlikle sıcak ilişki içinde olmak gerektiği gibi, davranış ibrelerini evirip çeviren ve döndüren duygu ve düşünce çarklarının da güçlendirilmesi ve yapılandırılması gerekir. Bu yapılandırmada üç ana mil görevini gören kişilik, kimlik ve benlik alt yapılarının, psikolojik hayatın ana sütunları olduğu ve bütün ruh mekanizmasının bunların üzerine kurulduğu unutulmamalıdır.
Peygamberimiz, irşat ve tebliğde, özellikle uyarı konularında birebir bir şahsiyeti ve ismi “Sen” diliyle söz konuşarak bir şahsiyeti hedef almamış, davranışına yönelmiş, onu deşifre ederek rencide etmemiş, topluma genel beyanda bulunarak, gizli muhatapla birlikte açık muhatap olan cemaatin bütününe ders vermeyi seçmiştir. Bir davranışla benliğe yönelmek gibi, bir ferdî davranışla toplum benliğine ulaşmıştır. Oluşturulan mükemmel cemaat ve toplum içinde de fertler ve davranışlar mükemmelleşmişlerdir. İmam olan Sahabenin namazı uzatması gündeme taşınınca Efendimizin:  "İçinizde böyle böyle yapanlar..." diye söze başlaması gibi...
Mekke Fethinde, Müslüman olmak isteyen fakat yaşadığı olumsuz duygu ve düşüncelerini aşamayan Vahşi’ye karşı da Peygamberimiz, ayetlerin diliyle yaklaşarak, bir inanç terapisi, uygulamış, içinde bulunduğu suçluluk psikolojisinden, olumsuz duygu ve düşüncelerinden sıyrılarak, inanca yönelmesini sağlamış, böylece onun benliğine bir (Tevhid) inanç kimliği ve bir Müslüman kişiliği kazandırmıştır.
Bu kimlik ve kişiliğe sahip olmadan önceki Vahşi ile sonraki Vahşinin davranışlarını incelersek, yüreğinde yıllarca taşıdığı acısının yanında, aynı koldaki aynı mızrakla nasıl farklı davranışlar sergilediğini de gözlemleyebiliriz. Davranışın ve mızrağın bir ucunda Hz.Hamza, diğer ucunda yalancı peygamber vardır. Farklı her davranışın temelinde aslında sadece ve sadece benlik, benlikteki Tevhide ermişlik ya da kaybetmişlik vardır!..
Ayetlerde geçen tehdid ifadelerinin uslüb açısından manası
1-Her tehditten önce, bunun gerekçeleri, muhatap olanın olumsuz davranışlarındaki aşırılıkların sergilenmesiyle anlatılmış olmaktadır. Okuyucu, derinlemesine olayların içinde, olayın bir kahramanı gibi yaşarsa, konuyu vicdanında daha iyi yorumlayabilir.
2-Allah’ı Peygamberi, Kura’nı, ahıreti inkar, kainattaki delillerin tamamını yok sayma cinayetine denk olduğundan, suçun büyüklüğüyle orantılı bir tehdit söz konusudur. “Zalimler için yaşasın cehennem!” sözü konuya açıklık getirebilir.
3-Peygambere ve inananlara moral takviyesi yapılmış, güven, sabır ve cesaret verilmiş olmaktadır.
4-Ahırette, “Ben dünyada iken uyarılmadım!” şeklindeki mazeretlere sığınılmasının önüne geçilmiş olmaktadır. Yukarda belirtildiği gibi insan sürekli uyarılmakta, öğüt almaya yönlendirilmektedir.
5-Tehditkar uyarılar, gafleti ve ülfeti dağıtır, uyanışa sevk eder. Özellikle yüce makamdan olunca, ruhlarda kısa yoldan etki bırakmakta; İnkarcıyı tereddüde, inananı takvaya, meraklıları da soru sormaya yönlendirmektedir.
6-Bir yaklaşım şekli de şu olabilir. Allah sonsuz Merhamet sahibidir. Her besmelede bunu tekrar ederiz. Merhametin büyüklüğünün, anlam ve değerinin anlaşılması adına, azabın büyüklüğü nazara verilmektedir. İnsan, tabiatı gereği varlığı zıtlarıyla daha iyi kavrar. İşte bu kavrayışla da hem azabdan uzak kaldığına, hem de rahmete yakın olduğuna hamd etmiş olur. Bu uslub da insanın iki güçlü sebeple Allah’a yakınlaşmasına vesile olur: Şiddetli azabdan kaçma sonsuz Rahmete kavuşma!.. Terhible temkine, tergible şevke yönelir, havf ve reca ile kanatlanır.
7-Tekrarlar gibi, şiddetli tehditler, sonsuzluk adına; duygu ve düşüncelerde teyakkuza fer, bilinçaltında israr, bilinçte karar, ruhda istikrar oluşturur.
BAHANE (drmavi)
Beyin fikir bekler; bilgi bahane
Zihin tefekkür ister; hayal bahane
Dil mizanda nimet tartar; lezzet bahane
Göz feri nurla artar; renkler bahane
Nefis cennet arzular; yeme-içme bahane
Kalp sonsuz aşka düşer; sevda bahane
Varlık O’na mühür hep; sözler bahane
Vicdan O’nunla inler; kitaplar bahane
Ney öz yurduna yanar; nefes bahane
Mecnun aşk yoluna düşer; Leyla bahane
Ruh iman tadıyla coşar; beden bahane
Fani insan ebede koşar; dünya bahane
Ruh O’ndandır, O’na gider; hayat bahane
Gönül O’nun cemalin ister; ölüm bahane

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder