6 Nisan 2015 Pazartesi

fatiha


1.Bismillâhirrahmânirrahîm.
2,3,4. Hamd, Âlemlerin Rabbi, Rahmân, Rahîm, hesap ve ceza gününün (ahiret gününün) mâliki Allah’a mahsustur.
5.(Allahım!) Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz.
6,7.Bizi doğru yola, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet; gazaba uğrayanlarınkine ve sapıklarınkine değil.
[dailymotion=x9ylgo]
FATİHA SÜRESİ (1)  RUHUN İTİDAL TERAPİSİ (drmavi, 2005)
1-Eûzü Besmele ve insana etkisi
Eûzü billâhi mineş-şeytânir-racîm…
“Kovulmuş şeytandan Allah’a sığınırım!”
Bismillahirrahmanirrahim…
“Rahman ve Rahim olan Allah’ın bütün ismi ile başlarım!”
Kur’an okumaya başlarken önce bu cümleyle başlamayı Allah istemektedir (16/98). Bu sığınma, sadece Kur’an okumaya özgü değildir, insanın duygu ve düşüncelerinde meydana gelen her olumsuzlukta, nefsin baskıları sonucu günahla karşılaşabileceği her durumda aynı sığınmanın yapılması tavsiye edilir (7/200, 23/98, 41/36 ). Ve üzerine Allah’ın ismi anılmayan şeyin yenilmemesi istenir (6/121)
Her şeyden önce besmele, insanın hem kendine hem evrene, dolayısıyla Allah’a açılan en önemli bir kapı konumundadır. Bütün hayırlar için bir anahtardır. Bir kimlik belgesi gibi, Allah’a kul olmanın adıdır. İnsanın acizliğini ve fakirliğini gideren, O’nun kuvvetinden güç, gınasından bereket isteme yerine geçen bir dilekçedir.
Besmele, yıldızlardan çiçeklere, karıncadan ağaçlara kadar bütün mahlukatla paylaşılan ve ortak olarak kullanılan bir dildir. Besmele ruhta bir bakış, Rabbe teveccüh ve yakarıştır. Bütün korku, üzüntü ve öfkelere karşı bir barış, lutfuna da Rahman’ın kahrına da yürekten bir alkıştır. Allah ismiyle demekle, isim taşıyan tüm varlıklardan bir kaçış, kendini sadece ve sadece, Rahîmin himayesine bir adayıştır.
Bu, ruhun, kalbin, duygu ve düşüncelerin dış ve iç olumsuz etkilerden arınması ve okunacak metine konsantre olması açısından gerekli ve önemli bir psikolojik hazırlanma aşamasıdır. Sporcular karşılaşmaya, konuşmacılar konferansa, işletmeciler iş görüşmelerine başlamadan önce değişik yöntemler uygulayarak, heyecanlarını gidermeye ve kendilerini motive etmeye çalışırlar. İnsanın, bilinçaltına gönderdiği olumlu mesajların, bilincini, duygu ve düşüncelerini, sonuçta davranışlarını etkilediğinde kuşku yoktur.
Sadece bir fark vardır ki, motivasayon adına ya insan insanı etkileyecek sözler söyler ya da insan kendi kendine telkinde bulunur. Burada ise, doğrudan Allah’a sığınma söz konusudur. İnsanların kıyamete kadar en büyük düşmanı olan şeytandan, ancak her şeyin tek sahibi olan Allah’a sığınma ile korunmak mümkün olabilir. Bu cümleyi söyleyen insan, cennetten kovulmuş bir varlığı, kalbinden de kovmuş, hayal dünyasını etkilemesine, duygu ve düşünceleriyle oynamasına izin vermemiş olur.
Aynı yaklaşım şekli, şeytan gibi, kötülüklere teşvik eden insanlara karşı da uygulanmalıdır. Bu cümleyi söylemekle, kalbimizde bir manevi koruma alanı oluşturmuş, düşüncemizi olumsuz davranışlara karşı bloke etmiş, böylece nefsimizin etkilenmesinin önüne geçmiş oluruz. Allah’a sığınma, O’nun koruyuculuğu altına girme psikolojisi, asla yadsınmamalıdır. Bunun etki gücü de tekrarla kazanılabilecek bir şeydir.
Zihinde bir günah projesi ve düşüncesi ya da psikolojik marazî bir durum varsa, o an Allah düşüncesi duygular üzerinde tam etkisini gösteremiyor demektir. Bunun tersine, Allah düşüncesi zihinde bulunmadığı zaman, insanı rahatsız edecek her çeşit duygu ve düşüncenin; hem ruhsal alanda hem de beyin mekanizması içinde boy göstermesi mümkündür.
Bu sebeple ayet, Allahın unutulmamasını, Allah’ı unutturacak davranışlar içine girildiğinde derhal hatırlanması gerektiğini vurgulamaktadır (18/24) Diğer taraftan da, Allah’ı unutan, O’nu bilincinden uzaklaştıracak davranışlar içine giren insanlar için ise, “Allah onlara kendisini unutturdu, çünkü onlar Allah’ı unuttu” (9/67, 59/19)uyarısını yapılmaktadır.
Bu iki ayette psikolojik bir fıtrat yasası değerlendirmemize sunulmaktadır. “Allah’ı unutan, kendisini de unutur, kendisini unutanı da Allah unutur”. Bu konuda şu değerlendirmeler yapılabilir: İnsan ancak kendi kalbini, akıl ve mantığını işleterek, duyularını kullanarak, okuyarak, dinleyerek, düşünerek Allah’ı tanıyabilir. Allah’ı tanımada en önemli tanık, kanıt ve ölçü yine insanın kendisidir. Çünkü Allah, varlıklar içinde deyim yerindeyse, kendisini en iyi anlayabilecek olan varlığı insan olarak seçmiştir.
Ene, ego, benlik gibi kavramlarla anlatılabilecek olan bu, insanın öz varlık kimliği, bir anahtar gibidir ki, Fatiha süresi bir yönüyle insanın bu kilit özelliğine dikkat çekmektedir, insan kendi kimliğiyle Yaratıcısının sıfat ve isimlerini, kainattaki icraatının sırlarını, O’na mükemmel bir ayna oluşunu, çözebilir anlayabilir. Gerçek kimliğini de esas o zaman bulur. Gözlerine bakarak O’nun sınırsız görmesini, kulaklarına nazar ederek O’nun her şeyi duymasını, bilgisini düşünerek O’nun sonsuz ilmini anlamaya çalışır.
Öte yandan da kendi acizliğine bakar Allah’ın sonsuz kuvvetini, fakirliğini görür sınırsız zenginliğini, ihtiyaçlarını düşünür tükenmeyen cömertliğini fark eder. Vicdanı sönmemişse, işlediği günahların ve hataların ağırlığı altında ezilmişliğine ve tükenmişliğine bakarak, sadece O’nun Rahmet kapısında temizlenebileceğini anlar. Kapı kapı dolaşıp psikolojik pek çok derdine derman ararken, esas derdini unuttuğunu fark eder; Benim esas derdim Rabbimi unutmakmış der…
İnsan, kalbini ve beynini kullanarak, Yaratıcısıyla bu duygusal ve düşünsel iletişimi sağlamak için gayret göstermezse, unuttuğu için unutulanlardan olacaktır. Allah, o insana öncelikle kendi insan kimliğini unutturacaktır.
Çünkü birer nimet olarak verilen iki ana Allah’ı hatırlama ünitesi olan vicdan ve bilinç, misyonunu yerine getirmemiş, kendilerini beden ve maddi dünya sınırları içine hapsetmişlerdir.
Bu, yaşamaya razı oldukları böyle bir hayatın her derdine açık olmayı göze aldıkları, kendilerine yettikleri, başka bir güçten gelecek yardıma ihtiyaç duymadıkları anlamını taşımaktadır.Hayatın zevkleri ile nefis hayatı yaşamaya devam edildiği veya çözümler başka kapılarda arandığı sürece bu hatırlama da gerçekleşmeyecektir.
Çünkü kendilerini unutan, böylece Allah’a giden en etkili yolu terk eden insanı da artık Allah unutmaktadır. Allah unutmaz kuşkusuz. Rahmetiyle yardımını ulaştırmaz demektir. Çünkü kendine merhamet etmeyene merhamet olunmaz. Cezanın cinsi de suça göre belirlenmektedir; unutan unutulur.
Oysa her gün beş kez minarelerden O, kendisini hatırlatmaktadır. Bir kısım felaketlerle, ölümlerle, hastalıklarla, üzüntü ve psikolojik problemlerle sürekli uyarılar yapmaktadır. Buna rağmen günümüzde yaygın bir unutmuşluk ve unutulmuşluk hastalığı görülmekte, kendini okumayan, kendinin farkına varamayan insan, ne yazık ki, hipnoz yemiş kalabalıklarla uyum içinde dolaşırken, vitrin mankenlerine baktığı kadar dönüp kendine bakamamakta- dır. Çünkü kendini unutmuştur, çünkü unutulmuştur!
Bu iki kavram arasında, değişmez bir insan yasası olarak daima bir gereklilik irtibatı kurulabilir ve kolektif maraz haline gelen bu konuda, şu teşhis konabilir: Ruhumuzda ve aklımızda Allah’a yer vermiyor, O’nu unutuyorsak, bizde ruhî ve fizikî bir kısım arızaların ortaya çıkması kaçınılmazdır. Tersten okursak benzer anlam çıkacaktır: Eğer bir kısım bedensel ve ruhsal hastalıklardan şikayet ediyorsak, esas biz, başka bizden şikayet etmeliyiz, çünkü biz Rabbimizi unutmuşuz, dolayısıyla unutulmuşuz!..
Kur’an ilk nazil olan ayetlerinde Rabbinin ismiyle oku, yaz, düşün, öğren, secde et, kalk aktif ol, benim adıma insanlarla ciddi iletişim kur derken de, Kur’an’ın okunmasına ilk başlarken de, bu unutma hastalığının reçetesini de sunmuş olmaktadır. Kur’an’daki tekrarların hikmeti bu noktada daha iyi anlaşılmaktadır.
Şeytandan Allah’a sığınırım demekle, besmeleyle Allah ismiyle başlamakla; öncelikle, şeytanın etkisiyle oluşabilecek her türlü psikolojik rahatsızlık kaynağından uzaklaşmış, Rahmani bir karantina altına alınmış olmaktayız. Şeytanın ve nefsin doğrudan veya dolaylı müdahelesine kesin bir manevi duvar örüyoruz (Zülkarneynin, Ye’cüc Me’cüc isimli, iki insan zararlısına karşı, set örmesi gibi (18/94); temsilen şeytan ve nefse karşı aşılmaz bir psikolojik set çekmiş oluyoruz)
Negatif iç baskılardan kurtulma adına gerçekleşecek, bu manevi savunma stratejisine, olumlu adımlar atmamızı sağlayacak taarruz ve hamle planlarımızı da eklemiş oluyoruz. İlk aşamada kovulmuş şeytanın negatif çekimli üçgeninden koruma altına alınıyoruz; çünkü unutulmuşlardan değiliz. İkinci aşamada da doğrudan Rahman ve Rahim ile kanatlanma durumunda oluyoruz.
Ve o, bilincin altında, yer kütlelerinin küçük bir kırılma ile tetiklenip sarsıntılar meydana getirmesi gibi, duygu ve düşünce yapımızı durmadan tetikleyen bilinçaltı hattımız. Emir tekrarı yapan er gibi, mahzeninde yıllanmış nice görüntüleri durmadan hayal soframıza servis yapar durur. Eğer unutul muş bilinçaltlarından biriyse, şeytanın işgaline uğrar ve onun megafonu ve jenerik müdürü olur. Ancak besmele çekenler onu unutmadıklarını ve sahip çıktıklarını gösterirler. Bilinçaltı da sadakat içinde Rahman ve Rahimin kanatları altına girerek, insana huzur verici çağrışımlar için programlanmış robot bir hizmetçi gibi koşturmaya başlar. Adeta isyan nedir bilmeyen, hep pozitif mesajlar ileten bir melek gibi nurlaşır, vicdanla irade arasında şeffaf bir köprü olur.
Besmele cümlesi, ikinci psikolojik hazırlık aşamasıdır. Besmele, koruma anlamını içermesinin yanında, ağırlıklı olarak bir işi, duygu, düşünce ve davranışı adlandırma, anlam ve değer kazandırma, ve güç ve bereket katma demektir. Peygamberimiz, besmelesiz her işin kısır ve bereketsiz olduğunu söyler. Yine Peygamberimiz, “şeytanın, besmeleyle başlanmayan sofrayı gözlediğini, bulduğunda yardımcılarını çağırıp, burada bize rızık var koşun!” dediğini belirtir (İ.Canan,age.,c:8,s:362; c:10,s: 398).
Besmele insanın ruhunda bir coşku oluşturur. Kişi, yapacağı işe bir kutsallık kazandırmış, şevkini arttırmış olur. İnsanın içinde, Besmeleyle başlanan işin güzel sonuçlarla sona ereceği duygusu oluşur. “Allah’ım senin adınla!” diyerek, en başta şey tan olmak üzere, başka isim ve düşüncelere yer bırakmamış oluyoruz. İnsan “Allah’ım senin isminle şu günaha gireceğim!” demez, diyorsa o günaha giremez.
Bilinçaltımıza ve ne nefsimize bilimsel dilde farklı isimler verilebilir. Benzetmeler de konunun anlaşılmasını sağlar. Biz, ayet ve hadislerin kıyamete kadar evrensel mesajlar sunacağını düşünerek, belli bir zaman diliminde, belli insanların belirlediği tanımlamalara, imbikten geçirerek yararlanmak kaydıyla, bire bir bağlı kalmayı uygun bulmayız. Her liseliye öğretilen Freud’un “id”i gibi!.. Bu, farklı bakış açıları ve yeni kavramlar geliştirmenin önünü kesebilir, saplantı dürtü fikirleri de üretebilir.
Hadiste “şeytan sofrası” mefhumu geçmektedir. O kadar hoş ve genel bir kavramdır ki, her beyin farklı ve geniş fikir ufuklarında dolaşabilir ve orijinal yorumlar çıkarabilir. Şeytan üçgeni konusunda farklı görüşler ortaya konduğu gibi. Bir gerçeğin farklı açılardan değişik yönleri olması ve onların farklı algılanması ve uygulanması doğaldır. Mezheplerin ortaya çıkışı da bu espriye uyar.
Şeytan sofrası Halil İbrahim sofrası değildir. Maddi ve manevi bereketi olmadığından, davet edilecek bir dost bulunmaz. Şeytan sofrasında nefis göbek davulu çalar, şenlik yapar, halay çeker, doyumu olmaz ve yedikçe yer. Bu israf demektir ve şeytanların kardeşliğini netice verir (17/27). Şeytanın vesvese sofrasını ballı kaymak görenler sinekler gibi üşüşürler ve hayallerinde senaryo yazıp, gerçekleştirerek şeytana güzel bir filim konusu olurlar. Şeytan sofrası arena gibidir. Kalp ve zihin, adeta ağza dizilmiş savaşçı dişler tarafından paramparça edilir, bir fabrikaya gönderilir!.
Şeytan sofrası dil sehpası gibidir. Gönül anlamına gelen dilin, dilim dilim doğrandığı yerdir. Allah’ın nimetlerini tadan, tartan uzman bir müfettişlikten adi rüşvetçi bir kapıcısı derekesine düşürülen dilin, tenzil-i rütbe yapıldığı, haram yiyecek ve içeceklerle zehirlenip, defnedildiği bir yerdir. Besmelesiz sofra, şeytanın intikam alanı gibidir ki insana şükretmeyi unutturmakla amacına ulaşmış olur. Bu, şeytanın cennetten kovulurken, “seni onlara unutturacağım, onları şükredenlerden bulamayacaksın” şeklindeki öfke kusmalarına da denk düşer.
Şeytanın sofrası Bilinçaltı gibidir, ya da bilinçaltı, şeytanın açık büfesi gibidir ki son derece zengin olup, bütün insanlara sunulmaktadır. Ama midenin çalıştığı yerde vicdan ve bilinç kör olduğundan; bilinçaltı da ne hayrı bilir ne bereketi. Ne zikri bilir, ne fikri ne de şükrü!..
Bizim besmelemiz bu ve benzeri sofraları toptan kaldırır, geri dönüşümü olmayan çöplüğe yollar. Bizim besmelemizde Allah zikredilir, bu hatır- lama, zihin ve kalp kapılarını açar ve soframızdakilerin hangi yollarla geldiklerini ve yuttuktan sonra nasıl beden hizmetlerinde kullanıldıklarını Allah adına düşünmemizi sağlar. Allah’ın güzel isimleriyle beraber, açların halini anlamamızı kolaylaştırır. Bunların, cennettekilerin numunesi olarak doymak için değil, helalinden ve israf etmeden, tatmak için verildiğini hatırlatır. Nimetlerin aynıyla şükür mukabelesi istediğini düşünerek, hem dilimizle yürekten hamd ettirir, hem de aynı bedeni, Allah’ın tanınması için hizmetler de kullanma görevini hatırlatır… İnsanımız, duygu ve düşünce yönetiminde başarılı olmak için, besmele eğitimi almalıdır.
Besmele çekmekle biz, hem vicdan ve kalbimize hem de irade ve zihnimize olağanüstü manevi bir enerji yüklemiş oluyoruz. Rahman, varlığımızın sebebidir, Rahim de irademizin sebebi. Rahmanı kendimize ışık yapmakla kalbimizi ve duygularımızı nurlandırıyo ruz. Rahimi ışık yapmakla aklımızı ve düşüncelerimizi aydınlatmış oluyoruz. Allah’ı anarak da, (câmî ismi olması sebebiyle) bütün isimlerinden hissemize düşenleri alıyoruz. Bütün isiml erden hüzmeler halinde, ruh aynamıza yansıyan tecellilerle hücrelerimize kadar işleyen bir kuvvet, bereket, ünsiyet ve itminan elde ediyoruz. Ve bütün isimlerin tecelli ettiği kainattaki her varlıkla adeta bütünleşmiş oluyoruz.
İşte Bismillah diyerek, böyle bir duygu ve düşünce dünyasına adım atan insan, hem kendi iç dünyasına hem de dış dünyaya bakışında ve davranışlarında son derece huzurlu, dengeli ve ölçülü olacaktır. İç yönetimi gücünü kazandığı için dış dünya yönetiminde de başarı elde edecektir. Fen bilimleri, atom ve hücre ötesi enerji dalgacıklarının yönetim dünyasına girme arifesinde bulunuyor. İnsanın dış dünyasın da zirveleri zorla yan, uzay derinliğine göz diken bilim adamları, insanın iç dünyasındaki derin boşlukları ve sorunlarını gördükçe, psikoloji ilmine duyulan ihtiyacın da farkına varıyorlar. Zannederiz Psikologlar da insanın besmeleye duyduğu heyecanın farkına varacak ve unutmuşlardan olmayacaklardır.
Kültürümüzde de besmelenin önemli bir yeri vardır. Her ne kadar dilde bir söz, kapı üstlerinde bir yazı olarak baş üstü yapılsa da, kapsamlı manevi gücüyle, bilinçlerde ve kalplerde yer ettiği zaman, başımızın üstündeki (19 Melek gibi) on dokuz harfli bu kelimenin, ne kadar güçlü bir enerjiye sahip olduğu anlaşılacaktır. Evet su ve ışık, bir ağacın kök ve damarlarına kadar nüfuz eder., Ruh ağacımızın; vicdan, kalp, akıl, bilinç, bilinçaltı, nefis, beden ve duyular gibi bütün dallarına ulaşarak, bu iki cümle gibi tesirli olacak, daha etkili bir telkin ve motivasyon cümlesi belirlemek mümkün görünmüyor.
Özellikle Fatiha süresindeki Allah ile insanın birbirine muhatap olması, karşılıklı konuşmaları ve bir bakıma bir mübadelede bulunmaları, yarı yarıya fatihayı paylaşmaları da insanın ruh dünyasında, telkin ötesi derinlikler ve huzur meydana getirecektir. Bu sûre adeta istemeyi öğrenme süresi gibidir. Bu yüzden namazda günde en az 40 kez Allah’tan yolun doğrusu istenmekte, unutmadığımız unutulmak da istemediğimiz ifade edilmektedir.
2-Hamd ve insana etkisi:
el-hamdü lillahi Rabbil-alemin…
“Hamd, sadece övgüye en layık olan alemlerin Rabbi Allah ‘a mahsustur”.
Birinci aşamada korunma, ikinci aşamada başlama, bu üçüncü aşamada da insanın ruh dünyasında coşması ve koşması söz konusudur. Duygu ve düşünce planında adeta Allah ile kulun bir muhabbeti görülmektedir. İnsan Allah’a teşekkür eder, ona bağlılığını dile getirir. Önemlisi Rabbini unutanlardan olmadığını arz eder. Allah da O’nu huzurlu olacağı yola sokarak unutulmuşlardan olmadığını göstermiş olur. İnsanın kendine telkini,Allah’a duası ve ruhunun aydınlanması adına, Fatiha süresiyle olumlu şeyler düşünebilir, hissedip yaşayabilir. Ezberlenen şarkı sözlerinin, neşe içinde söylerken, insanın psikolojik tutumunu etkilediği düşünülürse, Allah sözünün, insanın ruhunda değişimler meydana getirmemesi düşünülemez.
Sübhanallah, Allahüekber gibi Elhamdülillah şeklinde insanın tekrarladığı sözler, ruhtaki değişimle beraber duygu ve düşünceleri, dolayısıyla davranışları da etkileyecektir. Çünkü Hamd ederken, nefsin bile hiç bir beklentisi yoktur, ivazsız ve garazsızdır, sırf, saf bir iç oluşumudur. Bu yüzden üzüntü, stres hatta depresyon gibi rahatsızlıkların giderilmesinde, yararlı olduğu söylenebilir. Peygamberimiz, yoksul olup da zenginler gibi hayır yapamayan Sahabenin yakınmaları ve üzülmeleri karşısında, günde beş vakit farzlardan sonra bu üç kelimenin 33′er kez söylenmesini istemiştir. Başka seferin- de kızı Hz.Fatıma’nın, ev işlerinden ciddi yorulduğunu söylemesi ve hizmetçi tahsis etmesini istemesi üzerine Peygamberimiz: “Kızım! sana daha hayırlısını tavsiye edeyim mi demiş, bu kelimelerin söylenmesini salık vermiştir.
Teşekkür, ikram karşısında yapılır. Her ikram insanı etkiler. İkramın değeri ve ağırlığı, ikram sahibinin kimliğine, ikramın miktarına, sürekliliğine ve zamanına bağlı olarak değişir ve teşekkürü doğrudan etkiler. Rabbimizin bize lutfettiği nimetleri saymakla bitiremeyiz (16/18).Alemlerin Rabbi olarak da, karşılıksız peşin verdiği sayısız nimetleri adına da Hamde, en layık olan sadece Allah’dır (14/8). Şükrün devamı ise, insanın sahip olduğu nimetlerin devamını ve artmasını sağlar (14/7). Bu hamd ile daha yoğun olacak demektir. Çünkü Hamd,sadakat ötesi iç derinliği ve ihlasla karşılık beklemeden yapılırsa, bu, hiç bir karşılık beklemeden nimetler yağdıran Allah’ın, bu icraatına denk düşmüş olur.
Hamdetmenin ruhtaki derecesi, Allah marifeti sevgisi ve saygısıyla doğru orantılı olmaktadır. Çok iyiliğini ve sevgisini gördüğümüz, canımız gibi sevdiğimiz birisine gösterdiğimiz ilginin sıcaklığı ve içtenliği, gözümüzdeki parıltıdan, yüzümüzdeki tebessümden ve davranışlarımızdaki heyecandan, kolaylıkla fark edilebilir, Hamd’de, böyle bir tatlı iç koşusu vardır. Gözle beraber gönlün, kalple beraber aklın, nefisle birlikte ruhun, bütün üniteleriyle insanın Allah’a doğru çağlayarak akışı ve yürüyüşü söz konusudur. Hamd, ruhun bütün mekanizmalarıyla derin ve coşkulu bir iç duyuşu ve bu duyuşunu, bütün varlık alemleri adına, en layık olana, Allah’a sunuşudur.
Ruhun Hamd sunumu-manifestosu şöyle olabilir.
Ben bir alemim. Var olan bir alem!..Var olduğunu düşünen bir alem!.. Düşünüyorsam varım. Varsam düşünmeliyim. Beni, düşünen alem yapanı düşünmeliyim. Düşünmeli ve var edenimi düşündüğüm için hamd etmeliyim…
Ben bir alemim!..Alemleri içinde taşıyan bir alem!..Beni yoktan var eden Allah, bütün alemlerin Rabbi!..Allah, içimdeki alemlerin de Rabbi!.. Allah benim de Rabbim!..Beni, alemlere denk tutan Rabbime hamd etmeliyim.
Alemleri düşünmeliyim: Ruhlar alemi, melekût alemi, misal alemi, melekler ve cinler alemi, hayvanlar ve bitkiler alemi… Bütün alemlere fihrist olduğumu, onlardan birer örnek taşıdığımı düşünmeli, alemler takvimine baş sayfa yapıldığıma hamd etmeliyim.
Alemlerdeki varlık mertebelerini düşünmeliyim. Melekler alemine açık halime bakmalı, maden, taş, toprak, hayvan, bitki olarak bırakılmadığıma akıl ve vicdan sahibi insan kimliğimle alemlere sultan yapıldığıma, şerefle taçlandırıldığıma hamd etmeliyim.
Bana ben demeyi, benle 0’na ermeyi öğreten, Kendisini tanımada ve alemlerinin sırlar hazinelerini açmada, kullanacağım bir anahtar olarak, beni, bana lutfeden Rabbime hamd etmeliyim
Rab ismiyle bütün alemleri disipline alan, meşimen aleminde bir kan pıhtısıyken benimle alâka kuran; anamın eliyle, Kelamının diliyle, alemlerin nuru Nebisinin sözüyle beni de, bütün alemler gibi terbiye eden Rabbime hamd etmeliyim.
Fatihasıyla namazlarıma can, ruhuma heyecan katan, Dünya ve ahiret adına Rahmaniyetiyle varlığıma, Rahimiyetiyle irademe, Allah ismiyle de gönlüme kapılar açan, avuçlarıma halis kulluk ve dua feyzinden nurlar saçan Rabbime hamd etmeliyim. Yolların kesişme noktasında ruhuma hidayet ve istikamet lutfeden, kalbimin kaymasını, aklımın sapmasını önleyen, nimetlerini verdiği, denge, ölçü ve temsil topluluğunun aydınlık yoluna, fadlî olarak iten Rabbime hamd etmeliyim.
Her insanda bulunan bir duygu vardır. Övülmek takdir edilmek, onaylanmak isteriz. Bizi dinleyen , sıkıntılarımızı paylaşan ve anlayan kişiyi bel ki de yakınlarımızdan çok severiz. Bu süreyi şuurla hissiyatımızla okuduğumuzda, bambaşka duygular yaşayabiliriz.
3-Rab eğitimi ve insan
Rabb’ül-âlemîn:
Ayetten, var olan bütün varlıklar, özellikle akıllı varlık alemleri (176) anlaşılabilir. Ayetlerin bütününü dikkate alarak, insanın, kainatın örneği ve özeti olduğunu düşünürsek, her biri kainattaki alemler kadar önemli olan insan ruhunun alemleri, ruhunun mekanizmaları olarak anlamak da mümkün olabilir. Kainat gibi insan da (bilgisayar sistemindeki gibi) alem içinde alemlerden oluşmaktadır. İrade, vicdan, akıl, kalp, bilinç,nefis bilinçaltı, beden, organlar…her biri, içinde başka alemler taşıyan birer alem gibi düşünülebilir.
Rab:
En üstün vasıfları ve sonsuz gücü olan, terbiye için gerekli bütün özelliklere sahip bulunan terbiyeci anlamına gelmektedir(Yazır,1/77). Bu mükemmel terbiye, evrende tedrici gelişen her olayda, sözgelimi embriyoda ve ağaçta görülebilir. Allah, yaptıklarının bir sanat eseri olduğunu, son derece sağlam ve mükemmel yapıldığını (27/77), her şeyin yaratılışının güzel olduğunu (32/7), insana çok güzel suret ve biçim verdiğini belirtir (40/64, 64/3). Allah, yerin göklerin ve ikisi arasında bulunan her şeyin Rabbidir (26/24), insanların Rabbine sığınırım (114 /1) beyanları yanında, pek çok ayette de “Senin Rabbin!”, “Sizin Rabbiniz!” cümleleri geçer…
İlk nazil olan ayetlerde Allah’ın Rab olarak, tam bir terbiye uyguladığını görebilirsiniz. Adeta bir öğretici gibi, ”Oku!” der, kalemden, öğrenmekten bahseder (96/1-5).
Biz atom ve hücreden, bitki ve hayvanlara ve gök cisimlerine; özellikle de mükemmel varlık insanın iç ve dış yüzüne kadar neye bakarsan bakalım, şöyle demek zorunda kalırız: “Her şey ne kadar da terbiyeli!..Ne güzel terbiye edilmiş!..”.Tıpkı Peygamberimizin secdesine bakıp da “Allah ne güzel de tecelli ediyor!” dendiği gibi…
Bir farkla ki, insana irade ve dünyadaki imtihan sorumluluğu verilmesi sebebiyle, bire bir onun terbiyesi, anne babaya, eğiticilere, yöneticilere topyekün topluma bırakılmıştır. Bu arada Rahmetiyle, terbiyenin gerçek kılavuzu Kur’an’ı ve terbiyenin gerçek öğreticisi Peygamberi göndermiştir.
Allah’ın kainatta gösterdiği terbiye sistemine, Kur’an’da anlattığı, örnek gösterdiği Nebisiyle (33/21 ) uygulattığı terbiye prensiplerine ve kurallarına uymamaya biz, terbiyesizlik diyemez miyiz?.. Demeyelim!..Evrende işleyen ekolojik dengeyi bozma gibi, varlıkta Rab ismiyle Allah’ın işlettiği terbiye dengesini altüst etme diyelim. Allah’ın beden terbiyesi için lutfettiği yiyecekleri avuçlayarak yutarken, kalp ve ruh hayatının dengesi adına, sema sofralarından gönderilen namaz ve oruç terbiyesine ilgisiz kalma diyelim.
Mide-bağırsak ilişkisi adına, bir dişimizin sızlamasıyla doktorlara koşarken, irade ve vicdan terbiyesi adına okumaya, dinlemeye ve düşünmeye yabancı kalma diyelim. Allah’ın mükemmel yarattığı ve terbiye ettiği insanı, kâmil yapacak yerde, günah hâmili haline getirmek diyelim!..Benzer değerlendirmeyi, ideal insan yetiştirme, huzurlu toplum oluşturma, o toplumu muasır medeniyetleri aşacak ekonomiye bilim ve teknolojiye sahip kılma gibi konular için de yapabiliriz.
Bunun için, Evrende işleyen terbiye sistemi çok iyi araştırmalı ve bilimsel verilere ulaşmalı, Kur’an’ın elmas prensipleri çok iyi incelenip terbiye prensipleri belirlenmeli ve psikolojik bir hassasiyetle insana uygulanmalıdır. Öz bir deyişle söylemek gerekirse: Rabbin terbiyesi Rabbânî yapar, Rabbânî olan da Rabbi gibi, her işini evrensel terbiye sistemine uygun olarak mükemmel yapar.
Ruh, evren gibi çok alemlerden oluşur demiştik. İrade, vicdan, akıl, kalp, bilinç, nefis, bilinç altı, beden, organlar…gibi. Bu alemlerin her birinin kendine özgü, yaratılış amacı olarak, terbiye için belirlenmiş amaçları, görevleri, yapıları, özellikleri, dilleri ve ihtiyaçları vardır. Hem fonksiyonlarını mükemmel yapmaları, hem de mutlu olmaları için, bu yönleri terbiye edilmeli, görevleri öğretilmeli ve uygulamaları için rehberlik yapılmalıdır.
Bir işletmede veya dairede personel, görevlerini hakkıyla yaparsa başarı ve mutluluğa ulaşırlar. Ruhumuzun da mutlu olması ve bizi hem başarıya ulaştırması hem de psikolojik bir kısım rahatsızlıklardan uzak kalması için, Kur’an ve kainatta ortak yürütülen evrensel terbiye içinde insana mutlaka yer verilmesi ve bütün varlık ünitelerimizin terbiye edilmesi gerekmektedir. Bunun için de yetkin psikologlar ve pedagoglar, ilahiyatçılarla müşterek mesai kurarak, Kur’an ışığın da prensipler geliştirmelidir.
4-Sırat-ı Müstakîm eğitimi ve insan
Sırat-ı müstakim:
En doğru olan, Allah’ın razı olduğu yol, İfrat ve tefritten uzak mutedil olan, dengeli ve ölçülü olan, sadece olumlu,iyi ve güzel olanın yaşanması, en isabetli olan; uygulama tarzı, yaklaşım biçimi ve çözüm şekli gibi manalara gelmektedir.
Bu kavram da, “Rab” kelimesi gibi insan psikolojisini doğrudan ilgilendirmektedir. İnsanın inançlarını, duygularını, düşüncele rini ve davranışlarını yönlendirme açısından son derece önemli manalar içermektedir.
“Sırat” kelimesi öncelikle ayetlerin bütünlüğü içinde ele alınırsa; bu yol müstakimdir, doğruluk onayı verilmiştir, ilahî ölçülere uymaktadır.
İkincisi alemlere ve insana en güzel terbiyeyi veren Rab’den, yani Hamde en layık olandan, ve terbiyeyi en güzel verenden istenmektedir.
Üçüncüsü “ihdinâ” kelimesiyle, iyiye doğru tam kılavuzluk, rehberlik yapılmasının istenmesidir ki, (Yazır,1/121) başka ayet örneklerini de vererek, “Maddi ve manevi gücümü bereketlendir, iç ve dış duygularımı, irade ve aklımı güçlendir” gibi anlamlara geldiğini belirtmektedir. Buna göre “inanç, duygu, düşünce ve davranışlarımızda dengeli ve ölçülü olma yolunda rehberlik yap!” talebi söz konusudur.
Dördüncü olarak bu yol, Allah’ın nimet olarak verebileceği, razı olduğu tek bir yoldur ki en başta Peygamberler yürümüştür (4/69).
Beşincisi de bu yoldan ve Allah’ın rızasından uzak kalıp da, öfkeye uğramış veya sapkınlık içine girmiş olanlardan yapmaması isteniyor. Ayetlerde gazaba uğramış sapkınlığa düşmüş Yahudi ve Hıristiyanlardan sıkça söz edilmektedir (2/61, 5/77).
Altıncısı, insanın iç dünyasında da alemler olduğundan ve bütün yönleriyle insanın terbiye edilmesinden bahsettiğimize göre; Sırat-ı müstakimi, insanın akıl ve kalp dünyasının eğitilmesi, bir denge ve ölçü kazandırılması olarak yorumlayabiliriz. Çünkü gadaba uğramış toplumlar daha ziyade kalp dünyalarını ihmal edip, maddeyi, dünyayı ön plana almış, akıl ve düşünce yönüyle de inhiraf etmiş topluluklardır (bir örneği Yahudiler). Dalalete sapmış toplumlar da daha ziyade akıl dünyalarını ihmal edip, manayı, ruhu ön plana almış, kalp ve duygu yönüyle de inhiraf etmiş topluluklardır (bir örneği Hıristiyanlar).
Nitekim birinde Yaratıcı düşüncesi, millîleştirilmiş bir millete özel kılınarak sığlaştırılmış (tefrit), diğerinde ise tanrısal güç, bölünerek farklı güçle re taksim edilmiştir. Peygamber görüşünde de aynı akıl-kalp yanılgısı gözlenir. Birinde Peygamberlere sıradan insan muamelesi yapılmış, günah işlettirilmiş hatta öldürülmüş, diğerinde ise Peygamber olan bir insan alınıp tanrılaştırılmıştır.
Yedincisi, sırat-ı müstakim, Allah’a giden yol birdir. Bu bütün Peygamberlerin getirdiği aynı esasları ihtiva eden Tevhid yoludur. Ayet bu tek yol anlayışına dikkat çeker: “Bu benim dosdoğru yolumdur (sırâtî müstakîmen) ona uyun, başka yollara uymayın, onlar sizi Allah’dan uzaklaştırır!” (6/153).
Peygamberimiz bunu, “Benim ve Ashabımın üzerinde olduğu yol!” şeklinde çerçevelendirir. Bu ilkeye bağlı kalarak şu söz de başka bir gerçeği ifade eder: “Allah’a giden yollar, mahlukatın solukları sayısıncadır”. Ehl-i Sünnet dediğimiz Hak daire içinde oluşan mezhepleri de, tasavvuf hareketlerini de, günümüzde, yeryüzündeki cemaatlerin oluşumunu da ele alacağımız, orta yol bakışıyla değerlendirmek gerekmektedir.
Şimdi işleyebildiğimiz kadarıyla şu üç ana temayı birleştirebiliriz:
İnsan ruhunun birbirinden farklı boyutları, görevleri ve ihtiyaçları olan çeşitli alemleri vardır.
Varlıktaki alemleri olduğu gibi insanın mahiyetindeki bu alemleri en iyi terbiye eden Rabbimizdir.
Rabbimizin terbiyesine ve en doğru yol olarak bize anlattığı Kelamına başvurarak hayatımızı, mutluluk veren Sırat-ı Müstakim içinde dengeli ve ölçülü bir şekilde yönetme disiplinini elde edebiliriz. Ayetlerden yararlanarak, Sırat-Müstakimi üç şekilde açmak, tanımlamak ve uygulanabilir prensipler halinde takdim etmek istiyoruz.
İFRAT VE TEFRİT ARASI ORTA YOL
Kur”an ‘da sadece bu ayette “Orta yol” kavramı geçmektedir: “Onlar harcadıklarında ne israf ederler ne de cimrilik; ikisi arasın da orta bir yol tutarlar” (25/67). Ayetin geçtiği sürenin ismi Furkan’dır ki, hakla batılı, doğru ile yanlışı iyi ile kötüyü birbirinden ayıran Kur’an’ın diğer bir adıdır.
İfrat, vasatın üstü, tefrit de altıdır. İkisinde de haddi aşma, ileri gitme ya da geri kalma söz konusudur.
Kur’an, bir inanç ürünü olarak, bir duygu, bir düşünce ve bir davranış biçimi olan israf etmeyi aşırı (ifrat) bulduğu gibi, cimriliği de diğer aşırı (tefrit) bir uç olarak görmekte, orta yolu bu ikisi arasında göstermektedir. Bu yaklaşım şekli basit, objektif ve genel bir ölçü olarak, anlayış ve bilgi seviyesi ne olursa olsun her insan tarafından kolaylıkla anlaşılabilir.
Vicdan muhakemesi, israf ve cimrilik sınırının genel çerçevesini çizebilir. Sağduyu, ilim irfan sahibi insanlar da bu konuda uyarı yapabilirler. Yine de İslam bilginleri konuyu irdelemiş, insanların anlayışına uygun hale getirmişlerdir. Konunun daha iyi anlaşılması ve akılda kalıcı olması için temel bazı mekanizmalar halinde aşağıda sistematik bir şekilde sunmaya çalışacağız.
RUH MEKANİZMALARIMIZDA AŞIRILIKLAR VE SIRAT-I MÜSTAKİM
(İfrat-Tefrit ortası, orta yol)
İFRAT – olumsuz ileri gitme olma aşırılığı, normal üstü mertebe-derece-uç noktası
TEFRİT – olumsuz geri kalma olmama aşırılığı normal altı mertebe-derece-uç noktası
SIRAT-I MÜSTAKİM, vasat orta yol, itidal, normal olan, yaratılış amacı, gereken en iyi noktada duruş
VARLIK ALANLARIMIZ: Vicdan, Kalp, Akıl, İrade, Hayal, Dil, Göz, Nefis, Öfke, Doğa-Toplum…
VİCDAN:
İFRAT: Vicdanın aslında ifratı olmaz. Çünkü her fonksiyonu doğrudan Allah’a bakar,lekesizdir. Şu düşünülebilir. Her konuda aklı mantığı dev re dışı bırakıp,sadece vicdanımın sesini dinlerim demek doğru olmayabilir. Çünkü herkes her zaman vicdanının özüne inemeyebilir. Ciddi sürekli manevi bir eğitim gerekmektedir.
TEFRİT: Vicdanın alanı olan kalbi inançsız bırakmak sadece akıl ve duygularla hareket etmek eksik ve etkisiz kalır.Nefsin zevklerini yaşamak, vicdan için en tehlikeli durumdur,Yolları kapanır,karanlıkta kalır. Akmayan su gibi yosun bağlar. İnkarda ise,elmas vicdan özü, kömürleşir, mahiyet değiştirir
SIRAT-I MÜSTAKİM: Kalp derinliğindeki saf öz, kalbin kalbi.Asla kir bulaşmaz ve bozulmaz. Sadece işletilmeyince, deniz dibi hazinesi gibi karanlıkta kalır. Arada sızlanır. Allah’ı gösteren dört ana kanıttan (Kur’an,Peygamber, Evren ve İnsan) en gizemli olanıdır. İyi ile kötüyü ayırmada kullanılsın, irade ile çalışıp insanı güzel yönetsin diye verilmiştir.
KALP:
İFRAT:İşporta malı satar gibi, kalbini her inanca ve her sevdaya açar. Kalbini merhamete boğdurunca adalet yok olur. Kalbini nefsi adına işletir.Sadece geçici dünya sevgileriyle, mecazi sevgilerle doldurur, böylece güneşi bırakıp, cam parçalarındaki yansımaya sarılır. Kalbini hayra karşı soldurur.
TEFRİT: Allah’a imanla nurlandırmaz, Taş gibi kaskatı sevgisiz merhametsiz bırakır. Kalpsiz gibidir, dünya sevgilerine bile ilgisizdir.
SIRAT-I MÜSTAKİM:Allah’a iman etmek,sevmek, saygı duymak ve onun namına,dünyayı ve insanları sevmek içindir.Sonsuz Allah sevgisi için yaratılmıştır. Ancak O’nunla tatmin olabilir.Fani,geçici ve elemli zevkler onu tatmin etmez.Kalbi, hakiki sahibi hesabına nurlandırır ve hayırlarda işletir.
AKIL
İFRAT: Aldatıcı zekasıyla hakkı batıl, batılı hak gösterir,yalanla kandırır,doğruyu yanlış gösterir (cerbeze-diyalektik-yanlış mantık) Mantığını aldatmada kullanır.
TEFRİT: Boş kafa taşıyor gibidir, basit meseleleri bile anlamaz,mantığını hiç kullanmaz. Hep sorar,söyleneni yapan robot gibi dir. Sadece yaşadığını bilir.
SIRAT-I MÜSTAKİM: Allah’ı bulması,iyi ve kötüyü seçmesi için verilmiş elmas gibi alettir.Görevi vahyin ışığında yürümek, hikmetleri kavramak, yararlı işlerde kullanmaktır. Hakka uyar, batıldan kaçar.Üç kitabı çok iyi okur ve anlar.Hizmetin hâdimidir. Mantı ğını inançta, doğru işlerde kullanır.
İRADE
İFRAT: İradesini kötülüklere ve günahlar için kullanır. Gönüllü olarak nefsin hizmetlerine koşar
TEFRİT: İradesi felç olmuş gibi, karar veremez içinde bulunduğu zor bir durumdan çıkmak için çaba sarf etmez,ümitsizlik içinde kaderine değil şeytana ve nefsi ne teslim olur.
SIRAT-I MÜSTAKİM: İrade sınırlı hayatta, verilen ruh sermayelerini iyi kullanıp,dünyada yararlı işler yapmak ve cenneti kazanmak içindir Vicdanın en samimi dostudur. Daima canlı ve güçlüdür
HAYAL
İFRAT: Aklına gelen, gördüğü veya şeytanın attığı her görüntüyü filim macerasına dönüştürür. Çok düşününce, gerçekleştirme arzusu doğar ve nefsine yenik düşebilir.
TEFRİT: Hayali, elektriği kesilen sinema perde si gibidir, ölü gibi, manken gibi dolaşır. Hiç bir güzel görüntü onda çağrışım yap maz uyur gezer ayaklı mezar gibidir. Hayalsiz kuru kuru yaşar!
SIRAT-I MÜSTAKİM: Bir saati bir yıl nafile ibadet sayılan Tefekkürün ilk basamağı, tetikleyicisi, yakıtı gibidir, Boş,anlamsız hayallere kapılmaz bilinçaltı denetimi yapar, fikir üretir, not alır, sorun çözer,hizmet kurar!
DİL
İFRAT: İnkarcılık,küfür,yalan,hakaret,alay,dedikodu,lafazanlık gibi yanlış şekillerde kullanır. Dil lezzetlere tutkun olunca, mide yi şişirir, kalbi küçültür,hep lezzet rüşveti yedirir.
TEFRİT: Ağzına kilit vurmuş gibi, konuşmaz, haksızlık karşısında bile susar. Yediğinin pek anlamı olmaz, bismillah ve elham dülillah delmez.
SIRAT-I MÜSTAKİM: Allah’ı anar, anlatır, insanlara yararlı ve güzel sözler söyler.Gönül alır,sorunlar çözer,bilgi taşır,ilim ve ahlak anlatmak için kullanır. Allah’ın nimetlerine şükür için tadıcısıdır,nimetlerin müfettişidir.
GÖZ
İFRAT: Sürekli cinsel malzeme arar, zararlı şeyler okur. Kötü niyetle, öfkeyle, alaycı, küçümseyici bakar
TEFRİT: Hep uyuyormuş gibi gözü kapalı dolaşır, bir şey okumadığı gibi, çevresinde olup bitenin de farkında değildir, bakar görmez, görür anlamaz, anlar hissetmez,
SIRAT-I MÜSTAKİM: Haram bakışlarda kullanmaz,göze çarpanları göz kapaklarıyla karşılar. Allah’ın doğadaki sanatlarını inceler. Kitap okur, bazen Allah saygısından ağlar, hayırlı hizmetlerde kullanır.
NEFİS
(Cinsellik, yeme içme)
İFRAT: Haram helal ölmek doymak nedir bilmediğinden,zevk veren her şeye oburca dalar,akıbetini hiç düşünmez. Şeytanla çok iyi anlaşır, onu hep dinler. Fuhşa,evlilik dışı haram ilişkiye açıktır. Haram veya helal, israfı çok sever.
TEFRİT: Ruhbanlıktaki gibi helal cinsellikten bile kaçar, kendini aç bırakır. Nefsinin ailesinin üzerindeki haklarını düşünmez.
SIRAT-I MÜSTAKİM: İnsanın yararlı olanı elde etmesi ve yaşaması ve neslini çoğaltması için verilmiştir. Helal evlilik dışında aramaz. Ömrü boyunca iffetli yaşar, tövbe hataları temizler. Arınınca Allah’ın razı olduğu sevgili bir varlığa dönüşür.
ÖFKE
İFRAT: Her şeye öfkelenir, inkar eder, cam gibi kalp kırar.Vicdanı,iradeyi, kalbi, zihni dinlemez. Her kötülüğe açık durumdadır.
TEFRİT: Hiç bir şeye öfke duymaz. Kendine veya başkasına yapılan zulüm ve haksızlıklara ses çıkarmaz.Vicdanı rahatsız olmaz.
SIRAT-I MÜSTAKİM: Adalet ve hakların savunulması, düşmana karşı konulması için verilmiş.Kötülüklere ve kötülere karşı, kontrollü, kuralına uygun kullanır.
-DOĞA-EVREN-TOPLUM
İFRAT: Her şeyi maddeden ibaret görür, doğa, kendi kendine veya tesadüfen oldu der. Maddi zevklere gömülür, ahİreti düşünmez. Yoğun iliş kileri olsa da bunları hayır yolunda değerlendirmez.
TEFRİT: Kainata kapalı, bilimlere uzak yaşar. Evreni, Kur’an gibi Allah’ın bir kitabı olarak algılayıp araştırmaz.Sadece ruh veya bağırsak haya tına gömülmüş kalmıştır. Bireysel bir hayat yaşar.
SIRAT-I MÜSTAKİM: Allah’ın sanat eserlerinin teşhir edildiği saray.Allah’ın güzel isimlerini yansıtan ayna. Bilim dalları, Allah’ın eserlerini anlatan diller.Kur’an gibi Evreni de okur araştırır. Bilim olimpiyatlarında madalya alan öğrenci yetiştirme yolunda çalışır.
Bu mekanizmalar ve duygular iptal edilemez yok sayılamaz bu tefrit olur. Fakat yaratılış amacı dışında kullanmak da yanlış ve ifrat olur.Yaratılışta bu güçlere sınır konmamış, Allah, imtihan için ve insanın yararına bu güçlere sınırlar koymuş, güzel kullanma yollarını da göstermiştir. Yaratılışımıza konan ruh mekanizmaları hoşa gitmese de olsa, belli hikmet ve gayeler için konmuştur. Bunlar olumlu yolda kullanılmalı, yüzleri hayra yararlı işlere cevrilmeli, kanalize edilmelidir.
Olumsuz gibi görülen yanlarımızdan bile hayırlı ve güzel sonuçlar elde edebiliriz. Bunun için, akıl sağlıklı bilgiyle, kalp de güzel inançla donatılmalı, aydınlatılmalı ve güzel arkadaşlarla olunmalı, güzel ahlakın pratiği yapılmalıdır. Allah’ın üç kitabı vardır: Kur’an, Evren ve İnsan. Üçüne de aynı hassasiyeti göstermeli; okumalı, yazmalı, düşünmeli, araştırmalı ve prensiplerini aynı ölçüde uygulamaya çalışmalıdır. Bunun gibi, bütün ruh ünitelerimize de gereken önemi gösterip her birisinin kendine özgü ihtiyaçları karşılanmalıdır.
OLUMLU ANAHTAR KAVRAMLAR:
Orta yol kavramının işlendiği ayet, aslında bize bir başka ölçü daha vermektedir. O da verilen inanç, duygu, düşünce ve davranışların zıtlarını dikkate alma ölçüsüdür. Ayet israf yapma derken, cömertlik yapmamızı, cimri olma derken de iktisatlı, tutumlu olmamızı istemektedir. Ve orta yol her iki zıt ve benzer karakter kelimeler için de geçerli olmaktadır. Bir farkla ki oluşan dörtlü kelime grubu içinde, o grubun gözdesi diyebileceğimiz, bir de lokomotif, anahtar, birincil bir kelime göze çarpmaktadır. Bu anahtar kelimeyi kullanarak, olumsuz duygu ve düşünceleri, benzerleri olumluya çevirebilir ve duygular arası dengeyi sağlayabiliriz.
Aşağıdaki ve benzeri oluşturacağınız cümleleri, dua niyetiyle, Fatiha süresindeki gibi Allah’a takdim ederseniz, kuşkunuz olmasın, yüreğiniz ve diliniz dua muamelesi görecek, bereketi size fazlasıyla geri dönecektir. Bu cümlelerde insanın kendini ikna etmesi, durumunun farkına varması, halini önce kendine, sonra Allah’a açması, hem kendini ikna etmesi hem de dua ile yardım iste mesi gerçekleşmektedir.
Cömertlik olumlu bir (anahtar) kelimedir. İsraf ise olumsuz bir kelimedir. İkisi birbirinin benzeri davranış biçimini temsil etmektedir: Vermek!..
Tutumluluk olumlu bir kelimedir. Cimrilik ise olumsuz bir kelime. Bu ikisi de birbirinin benzeri davranışı anlatır: Vermemek!..
Bu kelimeler grubunu, duygu ve düşünce dünyamıza kazandırabilmek için, bilinçaltına empoze etmekle işe başlamak gerekebilir. Bu amaçla şöyle bir telkin sloganı ve dua cümlesi üretebiliriz. Dilimizle sık tekrar etmek daha güzel olmakla beraber, zihnimizde tekrar etmemiz de yararlı olacaktır.
“Ben Rabbimin inayetiyle cömert olmalıyım, olacağım da! Bu arada cömertliğe benzeyen israfa da girmeyeceğim.
Fakat cömertliğimin yanında, tutumlu biri de olmalıyım!..Tabi, tutumlu olayım derken cimriliğe de düşmeyeceğim!..”
Öncelikle İki olumlu güzel karakteri tercihle,iki olumsuz karakteri dışlamış oluyoruz.İki olumlu kelimeden birini de lider yaparak onunla bütünleş meye çalışıyoruz. Cömert kelimesini her kullandığımızda diğer üç kavram da zihnimizde belirecek,olumlu olanı ayırıp bizi en ideal olan davranış biçimine yönlendirecektir.Tek bir sırlı anahtar kelimeyle, dört ahlaki tutum ve davranış arasından dengeli ve ölçülü orta yolu bulmak için gayret gösteriyoruz.
Burada duygu ve düşünceler arasında dengeyi sağlayan faktör, amaç ve niyetle, gözlem ve ortaya çıkan sonuçtur.
Şöyle ki: Durmadan para veren iki kişiden birisi cömert diğeri savurgandır. Bunları tefrîk (ayırmak) için niyetlerine bakılır. Niyetlerin yeri kalp ve zihin olduğundan bunu anlamak zordur, sû-i zan da olabilir. Bu durumda harcadıkları yer ile ortaya çıkan sonuca bakılır. Hak adına dağıtmakla nefis adına dağıtmak arasındaki fark, bazen kolay fark edilir. Parasını elinde tutan iki kişi için de aynı değerlendirmeler geçerlidir. Sadece nefsi için tutan hatta bazen kendi için bile harcamayan insanlar vardır. Bir de tutan ama yeri zamanı gelince, insanlık yararına hizmet için tamamını vermeye hazır bekleyen insanlar vardır. Biz de verirken ya da elimizde tutarken, hangi niyeti beslediğimizi iyi sorgulamalıdır. Peygamberimizin, “Ameller niyetlere göredir” sözü bize rehber olabilir. Bir sözü daha var ki konumuz için çok gereklidir: “Cömert olan insan günahkar da olsa cennete girer”.
Öncelikle elimizden geldiğince cömertliğe yoğunlaşmalıyız. Ve en önemlisi niyetimizi çok sağlam tutmalı, riyadan uzak kalarak tamamen Allah rızasına kilitlenmeliyiz ki buna ihlas diyoruz. Biz bu altın karaktere sahip olmaya başlayınca, olay kendiliğinden çözüme ulaşacaktır. Hem israftan uzak kalmış olacağız hem de cimrilikten. Özellikle, insanlığın inanç, ahlak ve bilgi açlığına bakarak, cömertliğimizi bu yöne organizeli biçimde teksîf edersek, üç karakteri birden denetim ve yönetim altına almış oluruz. Cömertliğin harika bir öfke ve üzüntü ilacı olduğunu hatırlatmak isteriz.
Bu yaklaşım biçimiyle, kendinizde en çok olmasını istediğiniz olumlu bir duygu, düşünce veya davranış biçimini, ya da en çok rahatsız olduğunuz bir duygu, düşünce ve tutum belirleyip, bu formüle göre dörtlü kelime grubu (birbirinin zıddı iki olumlu kelimenin karşısına birbirinin zıddı olan iki kelime koyarak) oluşturabilirsiniz. Dört karakteri birden taşımak zor olabilir. Ama olumlu veya olumsuz baskın birini seçerseniz, o diğer duygu ve düşüncele- re de lokomotif olacaktır. Bir şartla ki olumsuz kelime seçerseniz mutlaka, benzeri olumlusunu önüne koymalısınız. Anahtar kelime daima olumlu ve baş ta olmalıdır ve içtenlikle ve sürekli dua ederek Allah’a yönelmelisiniz.
Bu konuda olumsuz duygulara da örnek bulabiliriz. İnsanlar çoğunlukla üzüntü, öfke ve korkudan şikayet ederler. Bu üç olumsuz duygunun karşısına benzeri olumlu kelimeleri koyalım: hüzün-üzüntü, vakar-öfke, temkin-korku. Kelimeler tükenmez, farklı olumlu kelimeler de kullanılabilir.
Şimdi üzüntümüze dört kenarı olan yeni bir pencere açabiliriz, ya da çerçeve oluşturabiliriz.( Üzüntü ile ilgili yazımıza da bakabilirsiniz)
“Ben, hüzünlüyüm ama bunu zorla üzüntüye çevirerek, hem kendime hem de çevreme zarar vermek istemem
Ben, aynı zamanda sevinmesini de bilirim fakat kesinlikle kalbimi kahkahalarla boğmak da istemem!..!
İki olumsuz gibi görünen durumdan daha az zararlısına geçiş yapıyorsunuz; üzüntüden hüzne… Sonra bunu tatlı bir sevince dönüştürüyorsunuz. Öbür taraftan kahkahanın kalbi öldürme riskinden de korunmuş oluyorsunuz. Kahkaha kalbi öldürebilir, sevinmek ise besler.
Hüznün Peygamberimizin yüzü olduğunu biliyor muydunuz? Bir de Hz.Meryem annemizin yüzüydü!..Küçük yavrusu İsmail ile çölde tek başına kalıp, su aramak için sağa sola koşturan Hacer annemizin yüzünü nasıl tasvir edersiniz? Siz Allah’tan gönlünüzce isterseniz, hüzün, güzün gülü gibi, yüzünüzde üzüntü gülüne dönüşecek, ardından da hüzün ücreti olarak sevinçlere misafir olacaksınız. Çünkü üzüntüyü kabullenmiyorsunuz, onu olumsuz olarak nitelendiriyorsunuz, kabullenebileceğiniz hüzne çeviriyorsunuz; diğer taraftan bilinçaltınız (bilgisayara yeni bir cihaz tanıtma gibi) olumlu olarak tanıttığınız hüznü benimsiyor. Hüzün daima tebessümün ikiz kardeşi gibidir. Birinden diğerine zihin geçişi kolay gerçekleşir. Üzüntü ve kahkaha aşırılıkları ise hem kalbi hem de zihni ezer ve üzer. Çok kahkaha atanın üzüntüsü de çok olur. Hüznü olanın ise sevinmesi, tebessümü çok olur.
Burada psikolojik durumunuzu sorguluyorsunuz. En azından kendinizin farkına varıyor, kendinize yöneliyorsunuz. Bu az kazanç mıdır? Çoğu insan üzüntü, öfke gibi duyguların etkisiyle kaybetmiyorlar, kendilerinin farkına varamadıkları, unuttukları, üzüntüye teslim oldukları, kendileriyle söyleşemedikleri ve ilgilenmedikleri için kaybediyorlar. İnsan hiç bir zaman asla yalnız olamaz, kendisiyle söyleşisini duyan var!..Şöyle söyleşebiliriz:
“Ben ciddi ve vakur biriyim bazen sert baksam da asla öfke girdabına kapılıp da kendimi kaybetmem, kendime ve çevreme zarar vermem, ciddiyetimin maskeleşmesine, üzerime öz kimliğimden başka bir öfke-kişilik elbisesi giydirilmesine izin veremem.
Ben, aynı zamanda neşeli ve esprili bir kişiyim de…Fakat gergin durumumu dengede tutup öfkeye kurban etmediğim gibi, bu neşeli halimi de sulandırmayacağım, dini görevlerimde ve insan ilişkilerimde laubaliliğe düşmeyeceğim.
Bu gibi, halini kendine ama sonra da Yaratıcıya açma, olumlu kişilik repertuarımızı zenginleştirecektir. Öfkeden kurtulma çabası içindeyken, aynı zamanda vakarla da tanışmış olacağız. Bu sevecen kararlı hali olan dostu önceden niye tanımadım ki diyeceğiz.Çünkü hüzün gibi bu da Peygamber yüzlü bir karakterdir.O’nun yüzünde daima Allah’a ait mana desenleri gözlenmekteydi. Çiçeklerin Allah’tan kaptıkları anlamlarla renklenmeleri gibi, yüzünüzün insanlara güzellik ve anlam yansıtan bir ayna olmasını istemez misiniz?
Makyaj yapanlar yüzlerini nasıl korurlar!..Biz de öfke, manevi ve lahutî yüz makyajımızı ve doğal güzelliğimizi bozar diye düşünmeliyiz”. Masrafsız, risksiz, en anlamlı ve etkili tebessüm ve neşe makyajıyla güzelleştirdiğimiz, Allah’ın bir sanat tablosu olarak parlattığımız, çiçeklerin kıskandığı şu yüzümüzü neden öfke çamuruyla karartalım, kirletelim!” diye kendimizi ikna etmeliyiz. Her çiçek, rengi ve kokusuyla öfkeyi yatıştırır, üzüntü ve korkuya da iyi gelir. Her gün demet demet evinize taşımanız, duvarlara resmini yapıştırmanız da gerekmez. Kendinizi Hz.İbrahim gibi öfke, üzüntü ve korku ateşlerinin içine düştüğünü hayal etmeniz yeterlidir. Anahtar kelimeniz ise: şöyle derinlerden kopup gelen bir “Rabbim!” sözü olacaktır. Güller arasında dolaştığınızı hissederseniz şaşırmayınız!..Dişçi koltuğunda bile bir Peygamberle söyleşebilirsiniz, Mesela Hz.Eyyüb ile…
Bu tarz iç söyleşi ve dualarla oluşturacağımız iç duygu ve düşünce denge mekanizması, neşemizin şımarıklığa dönüşebileceği durumlarda da otomatik olarak devreye girecektir. Vicdanımız ve onun olumlu bakar hale gelen dış gözü bilinçaltımız, bizi uyarmak için hazır durumda bekliyor olacaktır Tabi gül bahçesine dönen bilinçaltımızın melek misafirleri de…
Şimdi korkuyla ilgili iç söyleyişimize geçelim:
“Ben aslında sabırlı, temkinli, tedbirli, hesaplı, planlı biriyim. Aceleyi sevmem, bekler, düşünür sonra bilinçli hareket ederim. Bu, korkak olduğum anlamına gelmez. Kaldı ki korku fıtratımıza tehlikelere karşı korunmamız, suçlardan ve günahlardan uzak kalmamız için konmuş bir avantaj bile sayılabilir. Üstelik bir maya gibidir, çalışmaların içine girince, standardı ve başarıyı arttıran bir öğe oluverir. Hatta ben onu seviyorum, çünkü bana uyanık olmayı, hazırlıklı bulunmayı öğretiyor. Korkumu tırnak keser gibi kesip atamam, ama onu güce dönüştürür tırnaklarımla pekala başarılara ulaşabilirim.
Ama ben aynı zamanda azim, israr, sebat ve aksiyon sahibiyim. Tedbirlerimi aldıktan sonra durmaz harekete geçerim. Hatta öylesine koştururum ve lezzeti içinde olan hizmet yorgunluğu içinde kalırım ki, korkumun tatlı bir heyecana dönüştüğünü görürüm.
Tabi böyle dışa dönük aktif tavırlar sergilerken, kabadayılık yaparsak, korkusuz ve bıçkın biri olduğumu kanıtlama sevdasına kapılıp başkalarına zulüm yapacak da değilim. Bu tarz kapsamlı düşünce tatbikatlarıyla aslında farkına varmadan farklı yetenek lerimizin gelişmesini de sağlarız.
İnanç, bilgi ve aksiyon bütün korkuların yok edici ya da eğitici güçleridir. Çünkü bu üç unsur güven kaynaklarıdır. Bu gibi telkinlerle de bu duygu ve düşünce bilinçaltımızdan çıkıp bilincimizle bütünleşir; hatta korkularla yüzleşerek onları derinleştirmenin, yeni korkular üretmenin ötesinde, bu yolla onların yüzlerine gülücük kondurur hale bile gelebiliriz. Gök gürültüsüne tebessümle teşekkür ettiniz mi hiç?
Gök gürültüsü korkusunu, varsa, bir anda kesip atmanızı sağlayacak bir düşünce ve bilgi sunmak isteriz. Elektrik yüklü bulutların çarpışması ile ışık (şimşek) ve gök gürültüsü aynı anda oluşur. Hızlı olan ışık önce görülür, yavaş hareket eden ses arkadan duyulur. Esas korkulacak olan, çarpan yıldırımdır. Oysa o çoktan düşmüş gitmiştir. Siz onun arkadan gelen sesini duydunuz. Yıldırım size çarpsaydı gök gürültüsü sesini duyamayacaktınız. Bu yönüyle gök gürültüsü, bir geçmiş olsun müjdesi, yaşama ümid ve sevinci getirmiş olmaktadır. Tebessümle yüzünüzü gökyüzüne çevirmeli, sese; sesin gerçek sahibine teşekkür etmelisiniz. Gök gürültüsünün bir tarafında korku ve duygulara ihtar varsa, diğer tarafında düşüncemizin başına, ümit renkli sevinç çiçekleriyle gök kuşağı gibi bir tâc örülmektedir.
ALTERNATİF SEÇİM GÜCÜMÜZ
Ayet: “Rabbinin yoluna hikmet ve güzel nasihat sözleriyle davet et ve onlarla en güzel şekilde mücadele et!” Rabbin kendi yolundan sapanları en iyi bilendir. O, hidayete ulaşıp en doğru olanı bulanı da en iyi bilendir” (16/125). Sırat-ı müstakimi, orta yolu, en isabetli doğru yaklaşım biçimini belirleme konusunda, alternatifi üretme fikrini bu ayet ilham etmektedir.
Bazı durumlarda duygu ve düşünce belirsizliği yaşarız. Çoğu duygularımızı, kendimizi salıverdiğimiz olayların akışına uyarak yaşadığımızdan problemle karşılaşıyoruz. Düşünce eğitimli ve bilgi alt yapılı değilsek, bir bilene sorma fırsatını bile bulamadan, kendimizi olumsuz düşünceler arenasında buluveririz. Doğal olarak bu kaos davranışlarımıza da yansır.
Bir davranış biçimini sergilemekte de tereddüt ederiz. Mevcut duruma ve şartlara en uygun davranış biçimini belirlemede zorlanırız. Acele karar vermek ya da gecikmek ise bazen bize ya da başkasına zarar da verebilir. Esas olan meşverettir, istişaredir, büyüklere ve bilenlere danışmaktır. Kendimiz diş çekemeyiz. Bu konuda uzmanına başvurduğumuz gibi, ciddi bir konu olmasa bile aile bireyleriyle, dost ve arkadaşlarla, konunun uzmanı ehil insanlarla görüşmek, fikir almak aslın da, Allah’ın bizden istediği bir davranış biçimidir (2/159, 42/38)Bu sürenin ismi de danışma anlamına gelen şûrâdır.
Bu gibi hallerde alternatif seçim gücümüz devreye girmeli ve duruma en çok uyan isabetli davranış biçimini en uygun zaman da, en uygun mekanda, ve muhatabın durumuna uyum sağlayarak en uygun biçimde belirleyebilmeliyiz. Çok bilinmeyenli denklem gibi bir davranış çıkmazında olduğumuzun farkındasınızdır. Aslında tablolar halinde örnekler verdiğimiz ilk iki yaklaşım şekli, çoğu problemimizin hallinde yardımcı olacaktır kanaatindeyiz.
Bu madde ise, ciddi bilgilerle donattığımız beynimize, bu bilgileri en kısa zamanda kullanma ve pratik çözümler üretme yeteneğini geliştirmede yardımcı olabilir. Ve ilk iki maddede halledilememiş konuların halledilmesi için alternatifler geliştirmemize katkıda bulunabilir.
Örnek verecek olursak, bir vali veya komutan makamında ciddi davranır. Fakat aynı davranışı evine gelen misafirlere göstermesi yanlış olur. Düğün yerinde ağıt yakma, cenazede halay çekme isteği asla kabul görmez. Askeri tatbikatta ya da mahkeme salonunda gülmek, sohbete dalmak en hafif ifadesiyle yakışık almaz. Duygusal bir yoğunluk yaşayan çocuğumuza, öfkelenmek mi gerekir, yoksa mantıklı nasihatler vermek mi? Ya da umursama dan kendi haline bırakmak mı?..
Eğitici, öğretici veya yönetici sıfatınızla çok insanı yönlendirmede başarılısınızdır fakat eşinizle ve çocuklarınızla ciddi sorunlar yaşıyor olabilirsiniz. Belki de diyalogunuz bile yoktur. Çocuğunuzun ağlaması, öfkelenmesi, saldırgan bir tutum sergilemesi, okulundan sürekli şikayet almanız, onunla diyalog kuramamanız sizde panik etkisi yapabilir. Kitap okur seminerlere gidersiniz ve olumlu-olumsuz konuşma, sen-ben dili, aktif-pasif dinleme, kazan-kaybet yöntemiyle sorun çözümü gibi iletişim kurma bilgilerinizle başarılı da olabilirsiniz. Bunlar yararsız değildir. Ve aslında her yeni bilgi bizim yeni alternatifler üretmemiz adına bir avantaj sayılabilir ve bize yeni farklı bir bakış açısı kazandırabilir.
Farklı alternatif üretmek ve uygulamak için bilgiye ihtiyaç vardır. Kur’an ve Peygamberimizin sözleri bu konuda zengin örnekler sunmaktadır. Peygamberlerin hayatlarında okumanızı da tavsiye ederiz.
Ele aldığımız ayette şu hususlar göze çarpmaktadır:
1-“Davet et!”. Bu kelime Kur’an’da, bazı ayetlerde “Rabbe dua et, iste!” şeklinde, bir kaç ayette de Allah tarafından Peygamberimize“Davet et” biçiminde emir olarak kullanılmıştır. Bu Peygamberimizin şahsında bütün Müslümanlar için belirlenmiş bir kulluk görevidir. Hem dua, hem de tebliğ!
2-“Allah’ın yoluna “ çağır denmektedir. Başka bir ayette ise bir yol yerine karşımıza pek çok yollar çıkarılmaktadır:”Bizim için mücadele edenlerin karşısına pek çok yolumuzu çıkarırız.”(29/69) Anlaşılıyor ki, sıratı müstakim çerçevesi içinde kalmak şartı ile, pek çok olumlu alternatif yol ve yöntem üretme imkanı bize verilmektedir.
Olumlu yollar diyoruz, zira: “Bu benim dosdoğru yolumdur, bu yoldan ayıran başka yollara uymayın!”(6/153) uyarısıyla, olumsuz yollardan uzak kalmamız isteniyor. Bu yollar arasında insanın şaşkınlığa düşmemesi için de, elimize sanki (gece görüş dürbünü gibi) özel iç gözü verilmektedir: “De ki benim çağırdığım bu Allah’ın yolu basîret üzere olan yoldur” (12/108). Basireti, baş gözümüzün akıl ve kalple beraber görmesidir diye özetleyebiliriz.
Bunun keskinliği ve isabetli oluşu, vicdan ve bilgi kültürünün zenginliğine de bağlıdır. Gözümüz zayıfsa, gözlük kullanırız. Kalp ve zihnimizi zayıf hissediyorsak, güçlü kalbi ve bilgisi olan, iç güzelliği yüzüne nur gibi vurmuş dostları kendimize basiret arkadaşı seçebilir, yolun güzelini bulmuş oluruz.Yolun en güzelinde olanlar konusunda ölçümüz: Çağımıza uygun İslam dinini, evrensel çapta en güzel şekilde temsil etmektir.
Çünkü kendi başımıza, okuduğumuz kitaplarla, isabetli seçemediğimiz dost ve arkadaşlarla, en güzel davranış biçimini belirlemek zor olabilir.
3-“Hikmetle davran!”. Mide gibi insanın kalbinin aklının diğer bütün mekanizmalarının da ihtiyaçları vardır, ve her birinin anladığı dil farklıdır. Akıl ve mantık hikmetten, eşya ve hadiselerin altındaki gizli anlamlardan lezzet alır ve aldığını kalp ve diğer komşularıyla paylaşır. Onlar da kendilerine göre istifade ederler.Yediklerimizin veya ilaçların organlara göre farklı etkisinin olması gibi…Üreteceğimiz çözüm şekilleri insanın aklına hitap edebilmelidir. Bu alanda daha çok ciddiyet hakimdir, tebessüme de yer olabilir.
4-“Güzel nasihat”. Bu da kalp ve duygularımıza hitap eden yaklaşım tarzlarına işaret etmektedir. Bazı insan mantıklı düşünmeyi bazısı da duygusal algılamayı ister. Her insanın kişilik yapısına alternatif çözümler ve denge ve ölçü prensibi olabilmektedir. Güzel nasihatta, mütebessim çehre, yumuşak ve tatlı söz büyük rol oynamaktadır. Bu alanda ise daha çok tebessüm hakimdir, ciddiyete de yer ayrılabilir.
5-“En güzel şekilde mücadele”: Bu ayetle kapsam genişlemektedir. Akıl ve kalp yoluyla yaklaşımdan sonra, çok güzel alternatifler karşımıza çıkacaktır. Bu ise, güzel yaklaşım biçimleri, iletişim tarzları, ölçü ve denge prensipleri içinde en güzel olanı seçme ile karşı karşıya kalacağımız anlamına gelmektedir.. Zannederiz bu noktada, en başarılı insan Hz.Peygamberimiz ve diğer Peygamberlerdir. Sonra Kalp derinliğine vicdan hassasiyetine, zeka seviyesine, bilgi zenginliğine ve takvasına göre diğer insanlar gelir. Bu noktada kalan insanlar da, ayetin emrine dayanarak (16/43) bilenlere sormakta- dırlar. Güzel duygu, düşünce ve davranışlara yönelme ve onlara denge ve ölçü kazandırma konusunda şu yaklaşımlar uygulanabilir.
DUYGU, DÜŞÜNCE VE DAVRANIŞLARDA, OLUMLU ZIT ALANLAR DENGESİ
(Zıt Duygu, düşünce ve davranışlardaki denge)
SEVGİ, AŞK
OLUMLU ALAN: AŞK VE SEVGİ DOLU OLMALIYIM
İlk önce kalbimin gerçek sahibi Allah’ı sevmeliyim. Bütün seveceğim her şeyi, herkesi, O’nun adına ve muhabbeti namına sevmeliyim. Sevdiğim her şeyi, canımı ve malımı cennet karşılığında Rabbime satmalıyım. Güzel ahlakı sevdiğim her insana ulaştırmak için güzel hizmetler yapmalıyım.
OLUMLU ZIT ALAN: AKIL VE MANTIĞIMI DA KULLANMALIYIM
Aşk ve sevgi duygu yoğunluğum, akıl ve mantığımı kullanmamı engellememeli. Nerde mantıklı nerde duygusal davranılması gerektiğini iyi belirlemeliyim. Sevgimi bilgi ve ilgiyle pekiştirmeliyim. Sevgim hak ve adaleti gerçekleştirmeme engel olmamalı. Aklımın, vahiy ışığında doğru görmesini ve düşünmesini sağlamalıyım. Çok okumalıyım, yazmalıyım, dinlemeli, sormalıyım. Akıl aletimi vahyin ışığında, bilen güzel insanların eşliğinde çok iyi değerlendirmeliyim. OLUMSUZ ALAN
(Pozitif Dengesizlik):
AŞK-SEVGİ GÖZÜMÜ KÖR ETMEMELİ: Kalbimi yol geçen hanı gibi, her önüne gelene açmamalıyım. Sevgimi işporta malı satar gibi ortalığa saçmamalıyım. Sevgiyi saplantıya dönüştürmemeli, intiharı aklımdan bile geçirmemeliyim Sevgimi kötüye kullanmamalı, sevgim adına günahlara girmemeliyim. OLUMSUZ ZIT ALAN
(Negatif Dengesizlik):
AŞK-SEVGİ YOKSUNU DA OLMAMALIYIM. Kalbimi kitlememeli, ak ve sevgiden yoksun bırakmamalıyım. Katı kalpli olmamalıyım. ilgisizlikle sevgimi öldürmemeliyim.Kalbim, Allah’a ve yaratılana sevgi için yaratılmış, boş bırakırsam, başka kötü sevgiler gelip kalbimi doldurur ve burada ve orda mutlu olamam.
CESARET
CESUR OLMALIYIM.
İman insanı insan eder, kainata sultan eder, hakiki imanı elde eden insan, dünya top olsa patlasa korkmaz. Her işin üstesinden gelebilirim, hiç bir engelden hele düşmandan asla çekinmem. Sadece Allah karşısında eğilirim..
PLANLI DA OLMALIYIM.
Atak olmakla beraber plansız yola çıkmamalıyım. Sistemli olmalıyım. Yapay cesaret gösterisin de bulunmamalıyım. Bilenlerle hareket etmeliyim.
KABADAYI OLAMAM.
Kimsenin kalbini kıracak sertlik yapamam, Tedbirsizce güç gösterisinde bulunamam.
KORKAK DA OLAMAM.
Korkaklık ruhu kemiren hastalıktır. Başarıyı da etkiler. Allah korkusu, saygısı bütün korkulardan emin kılar.
SABIR, AZİM, SEBAT
SABIRLI OLMALIYIM.
Sabır imanın yarısı sayılır. Dünyada, cennet için imtihandayız. Allah sabredenleri sever. Olgunlaştırır, sorunları en etkili çözüme ulaştırır. PRATİK DE OLMALIYIM.
Görevleri zamanında en iyi şekilde, düzenle yerine getirmeli, yarına bırakmamalı. Aksatmadan, yardım da alarak, becerilerimi azamî şekilde kullanmalıyım.
DUYARSIZ KALAMAM.
Hak ve görevlerde kayıtsız, ilgisiz kalmamalı, günah ve kötülüklere duyarsız olmamalıyım.
ACELECİ DE OLAMAM.
Sabırsızlık, plansızlık, düşünmeden atılan adım sorun getirir. Fikir danışmalı,iyi araştırmalıdır.
TEVAZU-ALÇAKGÖNÜLLÜLÜK
MÜTEVAZI OLMALIYIM.
Hz.Adem topraktı tevazu içindeydi. İletişimde en etkili yoldur, kendini beğenenleri kimse sevmez. Tevazunun zirvesi ve insanı zirveleştiren secdedir.
ONURLU DA OLMALIYIM.
Hakkımızın çiğnendiği yerde, düşmanın karşısında alçak gönüllü olamayız. Millet, aile, kendi adımıza elde ettiğimiz başarılarla onur, övünç duyarız, bu kibir değildir. Başarılarımı iyi niyetle paylaşmalı, coşkumu ihlasla sürdürmeliyim.
KİBİRLİ OLMAMALIYIM.
Kibir şeytandandır,Allah sevmez. Kendini beğenen, gerçek bir dost bulamaz, çevresinde kimse kalmaz.
ALÇALMAMALIYIM DA.
Menfaat için kimseye el açmamalıyım, el etek öpmemeliyim. Haksızlık karşısında boynumu bükmemeliyim. Dilencilik yapmamalı, istiğnâ etmeliyim
DOĞRULUK
HER ZAMAN DOĞRU KONUŞMALI VE DAVRANMALIYIM
Allah doğrularla beraberdir. yalancıları ve insanları aldatanları sevmez. İnsanlar da sevmez. İçim dışım doğrulukta birbirine ayna olmalı, bir olmalı. Doğruluk iyiliğe o da cennete götürür, Allah katında doğrular listesine kaydettirir, cennete götürür.
HER DOĞRUYU HER YERDE HER ZAMAN HERKESE DE SÖYLEMEMELİYİM
Her söylediğim hak olmalı fakat her hakkı her hakkı her yer de söylemeye hakkım yok diye düşünmeliyim. Ata ot verilir, et verilmez. Bin düşünmeli doğruyu bulup bir söylemeliyim.
DOĞRUYU GİZLEYEMEM.
Doğruyu gizlemekle bizim veya başkasının hakkı çiğ nenmiş olabilir, Adalet sarsılır.Vicdan azabı çekeriz
YALAN DA SÖYLEYEMEM.
Yalan, Allah’ın yapmadığı bir şeyi yaptı gibi göstermek, ona iftira atmak, evren kanunlarını yalanlamaktır. Güvenim sarsılır dostum olmaz. Şaka yalandan da kaçınmalıyım,zira insanı esas yalana alıştırabilir, güveni azaltır.
CİDDİYET
CİDDİYET CİDDİ OLMALIYIM.
Bilgi ve her iş önem verme ve ciddiyet ister. Başarı güven ve kalıcı İlişkiler için ciddiyet gerekir. Ciddiyet insanın, nefsin kötü arzularına karşı durmasını sağlar. İbadet buna alıştırır. Güzel hüzün de ciddiyete ayrı bir anlam ve güzellik verir.
NEŞELİ DE OLMALIYIM.
Her zaman ciddiyet bizi de başkasını da sıkar. Aşırısı stres yapar. Çevremize olumlu elektrik yaymalı, yerinde espri yapmalı, tebessüm saçmalı. Tebessüm sadaka sevabı kazandırır.
KATI OLMAMALIYIM.
Sert, kaba, asık suratlı, bağırıp çağıran, huysuz, geçimsiz, hakaret eden, düşmanlık yapan biri olmalıyım. İlişkileri bozar. Kalp kırmak kul hakkına girer
SULU DA OLMAMALIYIM.
Neşenin dozunu ayarlamalı, laubali, şımarık, yaramaz olmamalı başkalarını rahatsız etmemeli. Aşırı gülmeler kalbi ağlatır, günahlara açık yapar.
ÜMİT
ÜMİTLİ OLMALIYIM.
Allah’ın Rahmetinden asla ümit kesmem. Ümit kesmek inanmayanların özelliğidir (12/87). Ne kadar günahım olursa ol sun, tövbe ile Rabbim hepsini affeder, günahlarımı sevaba çevirir. Ümit coşkusu beni hayırlı işlere koşturmalı.Her başarısızlığı bir ümit kamçısı gibi görmeli, yeniden denemeli, hayır yolunda başaracağıma inanmalıyım.
KORKU DA BESLEMELİYİM.
Ayette ümitle korku yan yana beraber ele alınır (7/56,32/16). Allah’ın azabından,ahirette hesap vermekten kork malıyım. Ve günahlara uzak durmalıyım.Özellikle Allah’ın af etmediği kul hakkından yılandan kaçar gibi kaçmalıyım . Ümidim Allah’a şevkle yönelmemi, korkum da günahlardan kaçmamı sağlamalı…
UMUDUMU YİTİREMEM.
Korku amaçsız ve bilinçsiz olmamalı.Allah adına olmaz,dünya sıkıntılarından kaynaklanırsa, ruh hastalıklarına yol açabilir. İman ışığı bütün geçmiş ve geleceği aydınlatır, Korku ve endişeleri alır.
GEVŞEKLİĞE DE DÜŞEMEM.
Günah tekrarı, tövbe tekrarıyla silinse de, alışkanlık haline gelince, duyarlılık azalır, alışkanlık terk edilemeyince tövbe terk edilir. Her günah, zevk alarak rahatlıkla işlenir hale gelir. Günah ruhu hasta, insanı mutsuz eder.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder