6 Nisan 2015 Pazartesi

felak


Bismillâhirrahmânirrahîm
1,2,3,4,5.De ki: “Yarattığı şeylerin kötülüğünden, karanlığı çöktüğü zaman gecenin kötülüğünden, düğümlere üfleyenlerin kötülüğünden, haset ettiği zaman hasetçinin kötülüğünden, sabah aydınlığının Rabbine sığınırım.”
[dailymotion=x9yzfo]
[dailymotion=x9yzc4]
FELAK SÜRESİ (113) NEFİS HASTALIĞI VE KAYNAĞI (drmavi, 2005)
1-De ki ben, varlığa çıkmış her şeyin rabbine sığınırım
2-Yarattığı varlıkların şerrinden
3-Gece karanlığı basmış varlığın şerrinden
4-Ve düğümlere üfleyenlerin şerrinden
5-Ve haset ettiği zaman hasetçinin şerrinden
Nüzûl sebebi:
Yahudilerden bazıları, nazar değirmek için Peygamberimize gelip elin yüzün ne güzel demeye başladılar sonra bu sûreler nazil oldu şeklinde görüş bildirenlerin yanında en çok kabul gören görüş, Lebid isimli Yahudinin Peygamberimize büyü yapmasıdır. Peygamberimiz bir iki gün bunun sıkıntısını yaşamış, Cebrail gelerek büyünün bulunduğu kuyuyu bildirmişti. Kuyudan tarak, kıl, düğümlü ip, iğne batırılmış mum kukla bulunmuştu. Felak ve Nas süreleri okundukça, düğümler çözülüp, iğneler çıkarıldıkça Peygamberimizde rahatlama oluyordu. (Buhari,Tıb,39; Tirmizi, Daavat,21; Ebu Davud,Edeb,98).
Peygamberliğin sihirden etkilenme ile ters düşeceğini savunanlar bu hadisin, delil olamayacağını savunurlar. Oysa, Peygamberimiz, Kur’an gibi (15/9) Allah’ın koruması altındadır (5/67) ve Vahiyde emîndir. Ve Peygamberimizde bir beşer olarak, diğer insanların maruz kaldığı hastalıklara da maruz kalmış, savaşta dişi kırılmış, Hayberde zehirlenmiş, biri iki olayda unuttuğu da olmuştur. Fakat Allah’ın gözetimi altında seçilmiş bir elçi olduğundan Allah onu bu hallerden biri içinde bırakmaz, mutlaka uyarır. Üstelik söz konusu sihir olayında Peygamberimizin aklı etkilenmemiş, sadece bedeninde etkisi görülmüştür denmektedir.(Yazır,10/134).
Peygamberimiz Felak Nas ve İhlas sûrelerini rahatsızlık duyduğunda ve her gece ayrıca yatarken okur, ellerine üfleyerek başına ve yüzünden başlayarak, vücudunu meshederdi ve bunu arka arkaya üç kez yapardı (Buhari,Megazi,8; Müslim,Selam,51). Peygamberimiz, muska, nazarlık ve okutup üfleterek şifa arama konusunda uyarıda bulunur, olumsuz yönlerini nazara vererek yasaklar. Bunun yanında şifayı sadece Allah’tan bekleyerek dua ettiğini, dua tavsiyesinde bulunduğunu ve kendi avuçlarına ve bir kaç örnekle başkasına nefesle okuduğunu, okuyanlara ruhsat verdiğini biliyoruz. (Yazır,10/163), (İ.Canan, Hadis Ans.Sihir:c,7/180-198; Nazar:11/113-121).
İlk iki ayet, iki süredeki bütün mefhumları içermektedir(10/148). İki sûre, özellikle insanın Nefis-Ruh hastalıklarıyla doğrudan ilgilidir.
İnfilak ettirilmiş, çatlatıp yarılarak belirtilmiş demektir. Bir çekirdeğin fıtratında çatlama özelliği vardır, onun infilak ve inkişaf ettirilmesi sonucu, tomurcuğu, yaprağı ve meyvasıyla ortaya çıkış yolunda oluşuna “Felak” denir(Yazır,10/143). Buna göre Felakın Fâlikı Allah’dır. Şu ayet bu konuya açıklık getirmektedir:
“Daneyi ve çekirdeği yarıp çıkaran şüphesiz Allah’dır. O, ölüyü diriden çıkarır, diriden de ölüyü…İşte Allah budur!..Nasıl oluyor da O’ndan yüz çeviriyorsunuz?..Karanlığı yarıp sabahı çıkaran da O’dur…”(6/95).
Rabbül-Felak:
Çekirdek gibi varlık alemine çıkarılan her varlığa, terbiye ederek, ona en elverişli durumu ve bütün varlıkla uyumu kazandırma demektir. Bu, in san olunca, bu varlık durumundan ve varlıkla uyumundan farklı olarak varlık üstü konumundan ve ebedi misyonundan bahsetmek de ye- rinde olur.
Çekirdek kavramı, anlaşılacağı üzere, varlık adına çarpıcı bir örnek ve ölçü olmaktadır. Varlık aleminde bulunan her varlığı bununla kıyaslayabiliriz. Bir ölçü olarak Kur’an, ölüden dirinin diriden ölünün, karanlıktan da aydınlığın çıkarılmasını göstermektedir.
Biz çekirdeğin yerine insanı; daha bedeniyle ölü hale gelmemiş yaşayan insanı; insanın Ruhunu, Fıtratını, Sadrını, Nefsini, Benliğini, Enesini, Egosunu koyarsak, konuyu daha iyi kavrayabiliriz.
Varlığın şer yönü:
Yarattığı şeylerin şerrinden. Allah’ın yarattığı her şey hayırdır. Ya bizzat kendisi hayırdır ya da neticesi itibariyle hayırdır. Ya hayır üretir ya da hayrın üretilmesi için alternatif üretir. İnsanların ve cinlerin mahiyetlerine verilenler ve varlık aleminde bulunan şeyler, hayır yolunda kullanılması amacıyla yaratılmıştır. İns ve cinin iradesi, hayra elverişli olan şeylerin şerre dönüşmesine, şer olarak yaratılmasına sebep olur.
Anlaşılıyor ki insan, iradesini şer yerine hayır üretme yolunda kullanabilmesi için, Allah’a sığınmaya muhtaçtır. Çünkü ölüden diriyi, diriden ölüyü çıkardığı gibi Allah, hayır zannedilenden şerri, şer zannedilenden de hayrı çıkarabilir.(2/216).
Şer ve Nefis hastalıkları:
İnsanın sebep olduğu, iç ve dış dünyasına zarar verecek her şey şerdir. İnsanın, dış dünyasından daha önemli konumda olan iç dünyasında şer hastalıkları tohumlarının çatlayıp çekirdek gibi gelişmesinde, kendi sûi-istimallerinin büyük rolü vardır ki “Nefis-ruh hastalıkları” kavramı bu noktada yerini bulmaktadır. Ayet, kötülük adına size gelen şeyler “Nefsinizdendir!” diyerek bu hakikata işaret etmektedir(4/79).
Varlığın karanlıklaşması:
Gece karanlığının akıp basması gibi, şerden uzak varlık yavaş yavaş şerlerle karanlıklaşmaktadır. Çünkü devreye insanın Nefsi girmektedir. Nefsin yeme içme ve cinsellik yönüyle bedeni arzuları, Benlik-Ego, kibir, kıskançlık, kin, düşmanlık, inat, öfke, hırs gibi ruhanî duygu ve düşünceleri in-san ruhunu yönetmeye başlamaktadır. Karanlık kavramının bizde çağrıştıracağı anlamlar vardır. Bu belirsizlik demektir. Karanlıkta neyin nerden geleceği bilinmez. Bu açıdan insan son derece tedirgin olur. Şeytan ve nefsin hangi yönden ne zaman nasıl bir düzen ve tuzakla karşımıza çıkacağı da bilinmez, bilinse de güçlü taarruz olduğu için savunma zayıfsa karanlığa çekilebiliriz. Bu itibarla bilinmezliğe karşı hazırlıklı, taarruza karşı son derece güçlü olmak gereği ortaya cıkar.
Aydınlık olarak, nurdan bir parça gibi yaratılan varlık, maddeleşmeye yöneldikçe ve insan eli deymeye başlayınca, bu aydınlık vasfını yavaş yavaş kaybederek şer karanlığı içine gömülme istidadına sahip bulunmaktadır. İnsan da tertemiz fıtratıyla doğduktan sonra, bu temiz niteliğini inkar ve günah lekeleriyle karartmakta, kirletmektedir. Bu bozulmanın ve kirlenmenin önüne geçmek ve bundan korunmak için asıl yaratılışa, temiz fıtrata, hayır özü ne dönmek, dönmek için de Rabbe sığınmak gerekmektedir.
İlk ayette, Varlık şer vasfından uzak olarak, hayır ve güzellik üzere yaratıldığı için, Her varlığın Rabbi sıfatı kullanılmaktadır.
İkinci ayette, insan eli değmiş varlıktan söz ediliyor ki, şerre dönüşme ihtimali sebebiyle şerlerinden Rabbe sığınılmaktadır.
Üçüncü ayette ise, insanın kötü kullanmasıyla hem benlik hem de varlık, şerrin karanlık rengine büründüğü için Rabbe sığınılmaktadır.
İnsan Ruhunun ve benliğinin üç hali:
Bu ilk üç ayetin insan ruhunun-benliğinin üç yapısal özelliğine işaret ettiğini söylemek de herhalde mümkündür.
1-Ruhun-benliğin saf-temiz-fıtrî hali.
Nefsin doğuşla gelen fıtrat ve tövbe ile arınmış temiz durumu.
2-Ruhun-benliğin günahlarla kirlenmiş hali.
Nefsin kendine zulmetmiş-azmış durumu.
3-Ruhun-benliğin kararmış-bozulmuş hali.
İnkar sonucu kalbin mühürlenmiş, günahlarla nefsin bozguncu olmuş durumu.
Üçüncü ayet, özellikle Nefis-ruh hastalıkların konusunda bize açılım sağlamaktadır. Tefsirlerde, “Ğâsık” kelimesi ruha ve vicdana isabet eden manevî şer ve karanlık, gam, keder darlığı veren bir sıkıntı, kaygı ve musibet olarak da tanımlanır. “Vekab” kelimesi de bu duyguların hücumu anlamına gelir(Yazır,10/154).
Nefis-ruh hastalıklarının üç kaynağı:
1-İç kaynak.
İnsanın ruhunu, benliğini ve nefsini inkar ve günah karanlığına açık hale getirmesi,
2-Dış kaynak.
İnsanın ruhunu, benliğini ve nefsini, ağızlarıyla şer üretenlere açık hale getirmesi,
3-Dış kaynak.
İnsanın ruhunu, benliğini ve nefsini, gözleriyle şer üretenlere açık hale getirmesi
Yukardaki üç ayet daha ziyade iç kaynaklara, gelen iki ayet de iki dış kaynağa işaret etmektedir denebilir.
Ve ruh ve bedenin dışa açılan iki önemli ve tam etkili iki organı olan göz-bakış ve dil-ses,söz,nefes hastalık üretme vasıtası olarak ele alınmak tadır. Bütün günahların ve psikolojik nefis hastalıklarının oluşumlarının başlangıcında ve ilk basamaklarında bu iki ana organ, aktif olarak baş rolü oyna maktadır.
Duygu ve düşünceleri düğümleyenler, Nefes ve nazarla büyüleyenler:
Bilim çevrelerinin günümüzde, sihir ve nazar konularına çok sıcak bakmadıkları bilinen bir gerçektir. Halk içinde özellikle cahiller arasında yaygın olduğu şeklinde bir öngörü vardır. Aslında konu, ne önyargıyla bakılarak reddedilecek ne de sulandırılarak bir kötülük aracı olarak kullanılacak bir konudur. Ayrıca günümüzün ilim düzeyi, insanın ruhsal yapısıyla, beyin özelliklerini ve zihin etkinliklerini, ayrıntılarıyla anlamakta ve açıklamakta yeterli görünmemektedir. Maddi varlıkları olmayan cinler ve yetenekleri konusunda da durum bundan farklı değildir. Aslında maddenin temeli olan atom da enerjiden (Kuvant) farklı bir şey değil!..
Bu iki olgunun, Kur’an açısından inkarı mümkün değildir. Ayet ve hadisler, hem cinlerin varlığından ve sihir yaptıklarından hem de nazar-bakışla zarar dokundurma gerçeğinden söz etmektedir (2/102, 7/116, 20/66, 69/51). Ancak bilinmeli ki büyü yapmak da yaptırmak da dinimizce kesinlikle ha- ramdır. Şeytan cinlerin atası ilk cin varlık olduğundan cinlerin özellikleri konusuna girmiyoruz. Şeytanı tanımak bütün cin teşkilatını çözmek demektir.
Şu kadarını ilave edebiliriz: Saklanan, görünmeyen anlamıyla cin, (cenne), gecenin karanlığı gibi görünmeden insanı sarabilir(6/76), özellikle aynı nefis niteliklerini taşıyan insanlarla, farklı şekillerde birbirinden yararlanmak için dost olabilirler (6/128), sıra dışı sözlerle, özel simge ve işaretlerle bir birlerini eğlendirir memnun ederler(6/112), hatta cinlere ilah muamelesi yapanlar(6/160, 34/41), onlara teslim olanlar(72/6) şer işlerde onlardan oldukça yararlanırlar.
Kıyamete kadar izinli olan şeytanın ve onun komutasındaki cinlere, ihlaslı kullar ve küfürle mühürlenmişler dışında(15/40, 22/52), her insana özellikle, Allah’ı anmaktan uzak kalmış ve nefis hastalıkları içinde bocalayanlara(26/221, 43/36) yaklaşmasına fırsat verilir(34/20). Onların her insanda bulabilecekleri ve yararlanmaya çalışacakları uygun bir payları, bölgeleri ve nefis özellikleri mutlaka vardır(4/118).
Ruhu böyle telkine yatkın olanların bilinçaltlarına sürekli ses, söz, görüntü, mana yollayarak kendi kendilerine iç konuşma yapmaları sağlanır (6/121, 16/63, 17/53, 58/10), zihin karıştırılır, şaş kınlık(20/120, 6/71) ve unutkanlık(6/68, 12/42) verilir, evham, kuruntu ve kaygılarla sıkıntılar yaşatılır (4/120, 38/41), duygu ve düşünceler tahrik edilerek (7/200), kışkırtılarak(23/97) bir taraftan beşeri arzular coşturulur(22/52) diğer taraftan düşmanlık duyguları harekete geçirilir, kardeşler bile düşmanlaştırılır (12/ 100) ve karı koca birbirlerinden uzaklaştırılır(2/102).
Sihir anlamı ile şeytanın misyonu örtüşmektedir. Sihir bir şeyin aslını bozmak, akışını evirip çevirmek olumsuza yönlendirmek anlamına gelir. Şeytanın esas misyonu da budur.Yani insanın temiz fıtratını bozarak, yönünü Hak’dan cehennem yoluna çevirmektir. Şeytan, Allah’ın yarattığı şekli bo-zup değiştireceğini ayette açıkça belirtmektedir(4/119).
Ayette geçen “Ukad” kelimesi, düğüm anlamına gelen ukde”nin çoğuludur. Ayrıca kin ve öfke anlamını da içerir. Nefes üfleyenlerin kadınlar olarak belirtilmesi de duygu ve düşünceleri etkilemede doğal bir yanlarının bulunduğunu gösterir(Yazır,10/157-8).
Nefes üflemek, içte bulunan yoğun duygu ve düşüncenin bir hedefe yönlendirilmesinde, taşınmasında ve etkili olmasında; rüzgar gibi, kablo gibi, radyo ve televizyon frekansları gibi, ruhsal bir iletişim ve ulaşım aracı olarak görülebilir. Hz.Yakub’un kilometrelerce öteden Yusuf’un gömlek kokusunu işittiğine, Süleyman Peygamberin Belkıs’ın tahtını cisim olarak naklettiğine, hayvanlarla ve cinlerle iletişim kurduğuna ve özellikle cinlere hükmederek onları yapım işlerinde çalıştırdığına(34/12) işaret etmiştik.
Kıyamete kadar şeytana ait, en ileri teknolojik araçların üstünde bir iletişim ve ulaşım ağının bulunacağını rahatlıkla söyleyebiliriz. Şeytanın hem cinlerden hem de insanlardan oluşan bütün elemanları, kötülük postalamak isteyenlerin gönüllü baş kargo teşkilatı gibi çalışır. Postalanan şey ister bir duygu ve düşünce olsun, isterse bir söz, göz veya nefes olsun fark etmez. Belirtilen adrese anında ulaştırırlar.
Nazar konusu az farklıdır. Kimi insanlar, şeytanla bilerek veya bilmeyerek aynı frekansta buluşmadığı halde, ruhsal yapısı ve beyin özelliği olarak, bir kısım negatif enerji yayabilir ve istemeden özellikle çocuklara olumsuz etkide bulunabilir. Böyle bir gerçeği ilim şu anda yeterince anlayamamış olabilir. Fakat hipnoz ve hipnozla tedavi gerçeğini herkes kabul etmektedir. Çünkü bunun halk önünde uygulaması yapılmakta konuyla ilgili çalışmalar ve yayınlar takip edilebilmektedir.
Ayet, hasetçinin kötü nazarına işaret etmekte ve içteki olumsuz duygunun, dışa, söz ve nefes gibi göz ve bakış olarak da yansıyabileceğine dikkat çekmektedir. Peygamberimiz: “Göz değmesi haktır…”buyurur (Buhari,Tıbb,36; Müslim,Selam,42).
Şeytana yükselen habis kelimeler:
Güzel hayır dualarımızın Allah’a güzel amellerimizle yükselmesi gibi, kötü söz, ses ve nefeslerin kötü amellerle şeytana, şeytanın cin ve ins elemanlarına postalanmasını, havale edilmesini düşünemez miyiz?
Kur’an’daki “Kelime” kelimesini, konumuz açısından yorumlar ve yürekten kopan dille ifadelenen, söz ,ses ve nefes olarak anlarsak karşımıza şu yelpaze açılır: Çoğunlukla Allah’ın sözü olarak anlam kazanır. Şu iki ayet konumuza bir açı kazandırabilir.
1-”Tayyib-temiz ve Habîs-pis kelimeler:
Allah bir misal getirdi. Tayyib-güzel sözü kökü yerde sabit ve dalları gökte olan güzel ağaca benzetti Rabbinin izniyle her zaman da yemişini verir…Kötü sözün misali gövdesi yerden koparılmış, ayakta durma imkanı olmayan bir ağaca benzer” (14/24-26).
2-”Allah’a ancak tayyib-güzel kelimeler yükselir, onları da Allah’a ameli salih ulaştırır” (35/10).
Güzel kelimeler güzel hayırlı amellerle Allah’a yükseldiğine göre, kelimeler kötü olursa güzel ameller bunları yükseltme yecektir. Ya da güzel kelime de olsa, kötü amellerle yükselmeyecektir. Bu, inanan insan için bir kayıp sayılabilir, büyük çapta bir manevi zarar getirmese de…Fakat hem keli- melerin hem de amellerin kötü olması durumunda, o kelimelerin yükseleceği yüce bir makam bulunmadığı gibi, kötülerin onlara sahip çıkması emellerine alet edilmesi ihtimali yüksek demektir. Kaldı ki şeytanlar, meleklerin kalemlerinden çıkan sözleri bile hırsızlamak için gök casusluğunu yaparlar. Kötü göz söz, ses ve nefeslere balıklamasına atladıklarında kuşku yoktur.
3-Ayetlerde sıkça “Rabbinin kelimesi” kavramı geçmektedir.
Demek ki, bazı kelimeler var ki onlar Allah’ın kelimeleri olarak nitelendirilemez. Bir ayette de şeytanların bir kısım kelimeleri söylediklerinden, okuduklarından ve insanlara bunları sihir olarak öğrettiklerinden bahseder(287/102).
Felak süresinde anlaşılacağı gibi, insanın kendisine değişik şekillerde zarar verebilecek şeylerden Allah’a sığınması istenmektedir. Bu zarar ister insanın nefsinden gelsin, isterse doğrudan şeytandan gelsin veya dolaylı olarak sihir veya nazar yoluyla gelsin; hepsinde Allah’a sığınmak gerekir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder