6 Nisan 2015 Pazartesi

tebbet

yarışmış
Bismillâhirrahmânirrahîm
1. Ebû Leheb’in elleri kurusun. Zaten kurudu.
2. Ona ne malı fayda verdi, ne de kazandığı.
3. O, bir alevli ateşe girecektir.
4,5.Boynunda bükülmüş hurma liflerinden bir ip olduğu hâlde sırtında odun taşıyarak karısı da (o ateşe girecektir).
[dailymotion=x9z0k0]
[dailymotion=x9z054]
TEBBET SÜRESİ (111) BİR ATEŞ PORTRESİ
ATEŞLE PORTRELEŞEN KİŞİLİKLER (drmavi, 2005)
1-TEBBET SÜRESİNİN NÜZUL SEBEBİ
Peygamber Efendimiz, ilk vahyi almasından sonra üç yıl boyunca gizli davet yapmıştı. Açıktan davet emrini alınca (74/1-2), Safa tepesine çıkarak halka seslenmiş, yalan söylemeyen biri olduğunu teyit ettirdikten sonra, “Önünüzdeki şiddetli azabı haber veriyorum ” deyince, Ebu Lehep daha fazla dayanamamış, ortaya ilk atılan insan olmuş ve toplum içinde insanı aşağılayıcı şekilde şöyle demişti: “Ey Muhammed! Ellerin kurusun! Bizi bunun için mi çağırdın?” (İ.Canan,age,3/22)
Bu çıkış kesinlikle şeytanın, secde davetine karşı gösterdiği anlık içsel tepkiyi, ego patlamasını, kibir inat isyan düşmanlık gösterisini hatırlatmaktadır.
Nasıl ki şeytan, o bir anlık tavrıyla, insan düşmanı olarak, bir kısır döngünün düğmesine basmış ve kendini kıyamete kadar kötülüğe programlamıştı.
Orijinal adı İblis’di, sonra kendi Ene yasasını oluşturunca şeytan dendi.. Allah Ademe teveccüh isterken o hayır ben üstünüm demiş, ilk kanun maddesini ilan etmişti. Ardından da, “Secde etmiyorum, dört bir yanlarından sokulacağım, azdıracağım, cehennem dolduracağım”… şeklinde İblis kanunlarını ard arda sıralamıştı.
Aslında kendisine ikinci varlık kimliği oluşturuyordu. Bundan sonra Allah, onu ilahi yasalardan uzaklaşmış, kovulmuş, helak olmuş anlamına gelen şeytan adıyla, ikinci fıtratına uyan isimlendirmeyi yapmıştı.
Ebu Lehep de bütün ruhu, kalbi ve aklıyla Muhammed düşmanlığına adanmış ve açılmamak üzere kilitlenmiş oluyordu. Çünkü son derece inat biriydi. İnatçılık konusunda da şeytanla at başı yarışmış aynı karakterde buluşmuş oluyordu (22/2)
Kendisini, kesinlikle ikna olmamaya ikna etmişti.
Buna, bilinçaltının ilkeleşmesi, kemikleşmesi ya da ikinci kişilik, ikinci fıtrat, ikinci ben kazanmak diyebiliriz. Şeytanı gibi kendi bilinçaltı inat yasasını oluşturmak diyebiliriz. Ve şeytana yapıldığı gibi, Ebu Leheb’e ikinci fıtrat ve kimlik adı kondu: Bu aslında kendi ikinci ismi sayılan künyesiydi: Ateşin babası, Ebu Lehep!
Ve ebedi inat yasasına karşı ebedi cehennemlik tescil yasası…
Bilinçaltı bir olayı kaydederken, o anda hissedilen duygularla beraber kaydeder ve onu gerçek kabul eder, olayı her tekrar edişinde, duygularla beraber tekrarlar. Bu, davranışta otomatikleşme gibi inkarda otomatikleşme ve şeytanda olduğu gibi kısır döngünün oluşması anlamına gelmektedir.
Ruhta, kalp ve vicdanda bir iman ve tövbe patlaması yapılmadıkça, sadık hizmetkar olan bilinçaltı da sonsuza kadar bu inkar yasasını uygulayacak, inkarda inat insan modelini değiştirmeyecektir.
Beden dili de bilinçaltına itilmiş, zamanla kabullenilmiş olan inanç, duygu ve düşüncelerin, farkında olmadan tekrar edilmesi ve doğal yansımasıdır. Ebu Leheb’in ellerini kullanarak 'Yuh!' diye kaldırması, karısının boynunda inatla sürekli urgan taşıması, içte kökleşmiş inkarcılık ve inat duygusunun, bilinçaltında sürekli yenilendiğinin ve güçlendiğinin bir göstergesidir, tezahürüdür.
Önce bu konunun iyi anlaşılması gerekir. Çünkü Kur’an’da bir insanın ismi verilerek, hayatta iken cehennemlik olarak ilan edilmesi olayı sadece bu surede geçmektedir. Ve bu, olay kahramanları kadar, hikayeyi dinleyen her insanı da psikolojik olarak ilgilendirmektedir.
Ayrıca kader konusuyla da ilgilidir. Kader yazdığı için insana zorunlu olarak cehennemlik takdiri ve ilanı yapılmaz. Kader, iradenin tercihini ve kalbi onayını önceden bilir, bildiğini yazar, gerekli görürse ilan da eder..
Evrensel Kutsal bir kitabın, insanların iç dünyasını duygularını dikkate almaması düşünülemez. Olaya sadece zâhire göre yorum yapan akıl açısından bakılırsa, yetersiz bilgiye sahip olan vicdanlar konuyu yanlış değerlendirebilir. Hümanizm adına, Kur’an’da geçen bazı cezaî müeyyidelerin insanlık dışı olarak nitelendirilmesi gibi.
Kısa olmasına rağmen, Tebbet süresinde, biri erkek biri kadın iki insanın inkar ve düşmanlık psikolojisinin dev portresi, bir kaç fırça darbesiyle çizilivermektedir.
2-KARI KOCA LEHEB’LERİN EZİYET TAKTİKLERİ
Değişik rivayetlerde Ebu Leheb’in ve karısının üç şekilde Peygamberimize sürekli eziyet ettiği anlatılır.
a- Peygamberimizin yüzüne karşı toplum içinde yapılan hakaretlerdir ki çoğunlukla “Yuh olsun, elin kurusun!” şeklinde tercüme edilmektedir.
b- İkincisi, Peygamberimiz, Akabe denilen yere ya da çevre kabilelere ne zaman tebliğ görevini yapmaya gitse, arkasından takip edip hemen yetişir ve insanlara sürekli “onu dinlemeyin, o sihirbazdır” gibi sözlerle ya görüşmelerini engeller ya da görüşmüş olanların aklını karıştırmaya çalışırlardı (İ.Canan,age,3/23)
c- Peygamberimizin geçtiği yollara taş ve diken atıyor, ateş yakarak olumsuz şekilde etkilemeye, yıldırmaya çalışıyorlardı ki inkarda olduğu gibi, mücadelede inatla üzerinde durdukları uzmanlık alanları ateş operasyonları düzenlemekti…
Bu değişik sindirme taktikleri bir psikolojik savaş izlenimi vermektedir. Özellikle bir insana toplum içinde yuh çekilmesi, küçük düşürülmesi ne kadar güçlü olursa olsun muhatabı ve kamu oyu algısını etkileyecek bir davranıştır.
Peygamberimizin etkilendiği de oluyordu fakat bu psikolojik şahsî bir etkilenme ve bunalım yaşama şeklinde değil, Hakkı kabul etmemelerinden doğan manevi üzüntü olarak tezahür ediyordu. O kadar ki Allah, Peygamberimizi, “Neredeyse kendini telef edeceksin!” diye uyardığı da olmuştu (26/3)
Manevi hüzünlerin tamamına yakını, psikolojik bir rahatsızlık değil, aksine çoğu akıl ve nefis probleminin şifası bile sayılabilir. Kur’an taş gibi katılaşmış kalpten söz ettiği gibi kalp haşyetinden ve hüznünden, göz yaşından da sitayişle bahseder. Bu konu ayrıca irdelenebilir.
Her gittiğiniz yere, arkanızda bir gölge gibi sizi takip eden ve söylediklerinizi durmadan yalanlayan bir insana ne kadar katlanabilirsiniz? İki komşunun ya da iki sürücünün basit bir meseleden dolayı sinir patlaması yaşadıkları, cinayetlerin işlendiği sıkça dinlediğimiz, okuduğumuz haberlerdendir.
Peygamberimizin ve inananların karşısına her gün taşlarla, dikenlerle, ateşlerle çıkılmaktadır. Bu psikolojik muharebe taktikleri karşısında dayanmak, ancak Peygamber vasıflarından biri olsa gerektir.
Çağımızda inançla ilgili kitap okudukları ya da yurtlar kolejler açtıkları için nice temiz, vatan aşığı insanlar için; kelepçeler vurulmuş, karakollar kurulmuş, şakîler gibi takibe ve tehcîre maruz bırakılmışlardır.
Bu da Lehepleşen ellerde ayrı bir işkence ateşi uygulama taktiğidir.
Tebbet süresi kısalığıyla bize, böyle tekerrür edecek olan (Hz. İbrahim’den bu yana) tarihsel, uzun bir ateş savaşlarının resmini de çizmektedir.
3-EBU LEHEB’İN ATEŞ PORTRESİ
Gerçek ismi Abdüluzza (Putun kulu) dır. Yanakları ateş gibi kırmızı olduğundan ateşin babası anlamına gelen Ebu Leheb künyesi verilmişti. Eğer Müslüman olsaydı Peygamberimiz tarafından insan psikolojisine bir şekilde etkisi olabilen ismini mutlaka değiştirecek ona ateşten uzak bir isim verecekti.
Ne var ki, Ebu Leheb, son derece inat biriydi ve o nur kaynağının yakınında olmasına rağmen, o nurla onurlanamamış kalbinin, cehennem malzemesi olan taşlar gibi taş kesilmesine tüm ruhuyla, baştan onay verdiği için artık nur, nâra işlemiyordu. Ebu Lehep inadına, ruhundaki ateşle, bütünleşmiş, ateşten bir parça olmuş, bir düşman kesilmişti.
Bir psikologlar heyeti Ebu Leheb’i konuşturmuş olsaydı, büyük ihtimalle her tarafından yangın ve ateş sözleri fışkıracak onlar da; 'Literatürümüzde bununla ilgili bir kavram yok!' diyeceklerdi.
Daha dünyada iken böyle, dublörlerin alev topu içinde yanma rolü yaptıkları noktada o, bunu vicdanında, ruhunda, kalbinde, zihninde, bütün duygu ve düşüncelerinde gerçeğini bütün bütün yaşıyordu. Yatıyor ateş diyor kalkıyor ateş diyordu.
Böyle tepeden tırnağa adeta ateş kesilmiş bir insan için Kur’an, sadece durum raporu vermişti: “Zate Lehebin!”. Yani zaten ateşti o!.. Zaten Ateşteydi O'..
Ayetin bu ifadesi ilginç bir biçimde günlük konuşmalarımızda kullandığımız bir deyimi çağrıştırmaktadır. “Sen zaten yalancının birisin!” der gibi bir durum söz konusudur. O adam zaten leheb parçası, bir ateş parçası, alev topu haline gelmiş, hayatın içinde ortalığı yakıp yıkarak yuvarlanıp gidiyordu!..
Tebbet!..Bu bir kitap başlığı gibi müthiş bir tanımlamadır. İsmi gibi ruhu da ateşle ilgili anlamlar taşıyordu, İç dışı ateşleşmişti, ruhu bedenine taşmıştı,  kendini ateşe hazırlamıştı, o zaten ateşte yaşıyor, ondan zevk alıyordu. Adeta ateşten yaratılan şeytanın dünyadaki et-kemik izdüşümüydü.
Kader, şeytana yaptığı gibi sadece Leheplerin geleceğinin sayfasını göstermişi.
Bizim de rüyalarda gelecek sayfalarını gördüğümüz oluyor. O ateşten hayatının ateş sonunu, daha dünyada iken, eşler iki ellerindeki ateşten mühürlerle defalarca, çifler halinde, çifter çifter basarak tescil etmiş, "Biz ateşiz, biz ateşiz!" diye onaylayıp durmuşlar alemlere ilan etmişlerdi.
Oysa O Alemlere Rahmet muştusuyla gelmişti...
Tebbet!..Elleri kurusun!.. (Veya kırılsın! Helak olsun!) Eller, birinci olarak, Ebu Leheb’İn hayat felsefesini vurguluyor; tek uğraşı sadece Peygambere eziyet etmek, ellerini ateş hazırlamakta kullanmaktı.
İkincisi de Ebu Leheb’in ateşle özdeşleşmiş iradesini anlatmak içindir ki, o, odunlar yığarak dünya ateşlerini nasıl elleriyle hazırladıysa, ahiretteki ateşini de böyle kendi elleriyle, yani iradesiyle hazırlamış, kendine sunmuş oldu demektir.
Allah, kendine yönelen kulu Hz.İbrahim’i ateşler içinde güllerle ağırlarken, Habîb-i Edîbine ateş püsküren bir insanı güllerle karşılayacak değildir!..
Tebbet!.. Elleriyle ne yaptıysa boşa gitti, bir işe yaramadı. Malı mülkü ona bir yarar sağlamadı. Eziyet ettiği Peygambere de bir zarar veremedi Her yaptığı boşa çıktı. Ateşin her şeyi yiyip bitirdiği, kül ettiği gibi, hayat sermayesini ateşlerde yok etti. O ellerine, işine yarayan sadece bir fonksiyon kattı; Kendi elleriyle kendini ateşe attı!..
Yedâ: Kur’an Ebu Leheb’in iki elini bile bahse konu etmektedir. Burada, Velid b. Mugire’nin, Peygamberimize atacağı iftiranın, konduracağı yalan hükmün sıkıntısı içinde yüz hatlarındaki değişimi rapor etmesine benzemekte, beden diline dikkat çekilmektedir. Ebu Leheb’in elleri de ruh yapısının göstergesi sayılabilir.
Çünkü o Peygambere karşı iki elini kaldırmış, öfke duygusunu ve kinini söz diliyle ifade ettiği gibi, beden diliyle de “Yuh!” çekerek göstermişti.
Söz ve beden dilinin bütünleşmesi, ruhtaki facianın fotoğrafı olmaktadır. Bu durumda çehresinin aldığı abûs (çatık, asık, ekşi) şekli hayalen canlandırmak mümkündür.
Bir eli yerine iki elini kullanması, (sağ ve sol yanımıza hükmeden sol ve sağ) beynin içinin bütünüyle bozulduğunu gösterir.
Tebbet: Bu kelimeye farklı anlamlar da yüklenebilir. Bu farklı anlamların her biri, insanın farklı ruh halleri için birer tanım anlamına da gelebilir.
Peygamberimiz ve Müslümanlar adeta ateş üzerinde oturuyorlardı; ateş adamla ateş kadının, nerde ne zaman hangi ateş komplosuyla karşılarına çıkacakları belli değildi.
Böyle, yaşamlarını, Peygambere eziyet verme üzerine programlamış kişiler için, insan vicdanının yapabileceği tek şey, “Allah’ından bul! Ateşlere gelesin! Sen de yanasın!” demek, deşarj olmak ve duygularının dalgalanmasını böylece dindirmek olacaktır.
Kur’an, bu yönüyle gönülleri teskin edecek bir uslub kullanmakta, “Asıl senin elin kuruyacak diyerek!” vicdanların rahatsız olduğu konuda bir sonuç bildirerek tedirginliği gidermekte bir yönüyle öfkeyle kabaran sinelere su serpiş olmaktadır.
Çok sevdiği yavrusunun katiline verilecek cezayı bekleyen bir annenin, yaşadığı duygu yoğunluğunun, ikna edici cezayla sonuçlanmasıyla hafiflemesi gibi!..
Sınav sonuçlarını bekleyen insanlar da heyecan duyarlar ve sonuçların açıklanmasıyla heyecanları yatışır. Bir sonucu, vicdanlara uygun biçimde bildirmek tedirginliği gidermektedir.
Demek ki bu kelime bir taraftan bir dileği dile getiriyor vicdanlara tercüman oluyor, diğer taraftan da bir sonucu açıklıyor vicdanlara sükunet kazandırıyor.
Ve Tebbet!..Zaten kurudu da! Bu ifade ise tam bir yasal mantık onayı sayılabilir. Sebep sonuç ilişkisi arasındaki ilişkiye dikkat çekilerek, konunun vicdan hapsinde tutulmasına, duygusal yoğunluk içinde, temel esprinin ziyan olmasına izin verilmemiştir.
Vicdan tatmininden sonra sanki mantığımızın da ikna edilmesi sağlanmaktadır. Ebu Lehep hakkında bu hükmün verilmesi bir sonuçtur ancak bu hükme götüren sebepler gözden uzak tutulmadığında anlaşılabilecek bir sonuç!
Dilimizdeki “Eden bulur, sen bunu hak etmiştin!” gibi deyimler bu tarz bir mantıklı değerlendirmeyi ifade etmektedir. “Ateş olmayan yerden duman tütmez!” deyimi de konumuzla örtüşmektedir. Duman ateşin varlığına bir kanıt sayıldığı gibi, bu tarz davranışlar ruh yapısındaki cehennemî duyguların varlığına da bir işaret sayılır. Aynı şekilde bu duyguların ve sahibinin yerinin ancak ateş olabileceğinin ve bunun onaylanmasının gayet makul olduğunu gösterir ve vicdan onayı kabullenir.
4-KADININ ATEŞ PORTRESİ
”Tam dört-beş kelime!..İste Kur’an’ın dört-beş kelimeyle bir kadının psikolojisini tasvirindeki engin psikolojik uslup!..
a- Kadın öncelikle yukarda az portresini çizmeye çalıştığımız. Ebu Leheb’in, karısıdır (Ebu Süfyan’ın kız kardeşi) Ve adeta ateşten bölünmüş aynı yumurta ikizleri gibidirler. İnsanlar, genellikle söyleşilerinde mutluluk tablosu ve parmakla gösterilecek uyumlu ailelerden söz ederler. Ya da uyumlu eşler; sanatçı, araştırmacı, tiyatrocu çiftler diye örnek gösterilirler. Oysa inkarcılığı, öfkeyi, düşmanlığı ve işkence etmeyi bir aile saadeti ve karı-koca ilişkisi haline getirmiş kaç aileden söz edilebilir? Kur’an’da, organize suç örgütü gibi çalışmış, güzellik soluyan insanları yok etmek üzere ateş hattında ittifak kurmuş ikinci bir aile örneği görmüyoruz. Mesela, Nuh ve Lut Peygamberlerin eşlerinin yanında Firavun eşi, Musa yetiştiren bambaşka bir kadındır.
b- Kadın, soylu, zengin ve şûh birisidir. Kadınlar dünyasında, kuşkusuz seçkin bir yere, imrenilecek bir yaşam tarzına sahip bulunmaktadır. Ve kadınlığını ortaya çıkaracak ziynet eşyası, takıları vardır. Şimdi şu çelişkileri tespit edebiliriz:
Bir. Nasıl bir psikolojik kadın yapısıdır ki, soyluluğuna ve zenginliğine rağmen hamallık yapmaktadır. Kadınlar için bir hamallık mesleği var mıdır? Kadın zengin olur, yine çalışır da fakat güzel giysiler giyeceği yerde ya da pahalı elbiselerine rağmen, o odunları nasıl sırtlanır da taşır? Prestij ve sosyal statü kaygısı neden yoktur? Yok ki, genellikle fizikî gerçeğe bakarak, erkek mesleği olarak bilinen hamallığa soyunmuştur.Yemek pişiresi, kilim öresi, iş üretesi, ipek ve mücevher tutası o nazik elleri nasıl olur da; yorgunluk verici, yıpratıcı, bir açıdan da aşağılatıcı ve anlamsız bir çaba için kullanılır? Bu ruhsal değişime yol açan gerekçe nedir? Bir seferberlik hali var da genç yaşlı, çocuk kadın herkes kılıcıyla, nacağıyla odunuyla savaşa mı koşmaktadır? Bu, “Şu kadınları anlamak mümkün değil!” demekle geçiştirilecek bir konu değildir. Çünkü aynı aile fotoğrafı içinde Ebu Lehep de bulunmakta ve adeta aralarında ateş dansı yapma müsabakası cereyan etmektedir.
İki. Bir kadın modayı takip eder gibi, boynunda urganla neden dolaşır? Çoğu insanda aşağılık duygusu olabilir. Ucuz, eski ve modası geçmiş bir elbise ile, özellikle seçkin bir topluluk içine çıkmak, ezilmeden konuşmak zordur. İnsanın çok noktada kendini aşmış olması gerekebilir. Bu nasıl bir nefsini hazmetmişliktir ki kadın, çevresine aldırmadan, fakir oduncular gibi boynundaki odun urganıyla rahatlıkla dolaşır. Hatta belki de, fanatik futbol taraftarları gibi, övünç duyarak, göğsünü kabartarak, sloganlar atarak ve iftihar ederek gezer?
Öyle anlaşılıyor ki o urgan organı olmuş, onun kişiliğinin bir parçası, yaşam tarzı, ruh dünyasının işareti ve savaşının bir sembolü haline gelmiştir. Adeta kadının içi dışına vurmuş, sîreti sûret olmuş ki kimseye aldırmadan, utanmadan, hatta gurur duyarak içindeki ateşten urganın, tasmalı kölesi olmayı kabullenmiştir.
Üç. Kadınlar için saçın başka bir öneminin olduğu tartışma götürmez. Daha çocukken, anneler yavrularının saçlarını örer okula gönderirler. Nerdeyse her sokak başında bir kuaförün bulunması, vazgeçilemeyen reklamlar, kadın doğasının bu konudaki müşahhas teyitleridir. Fakat bir kadın görüyorsunuz ki, bütün kadınlık özelliklerine, servetine ve asaletine rağmen saçlarıyla hiç ilgilenmiyor, saçlarının yerine boynunda liflerden son derece sağlamca ve özenerek örülmüş bir urgan taşıyor.
Dört: Mücevherle süslenmeye layık güzel bir gerdan. Kur’an “fî-Cîd” kelimesiyle bu tanımlamayı aksettiriyor.”fî” harfi içinde anlamına gelir. Gerdanının içinde demektir.
Yukarıda urgana organ demiştik. Ayet daha ileriye derine götürüyor. Saçlar yılana eller urgana dönüşmüş; yetmemiş şinesindeki kalbi ve ruhu yılanlaşmış urganlaşmış.
Anlaşılıyor ki o urgan ve onun temsil ettiği mana, kadının gerdanının içindeki kalbini hakimiyeti altına almıştır.
Allah yarattığı kadın varlığının doğasını bize şerh ederken aynı zamanda, Ebu Leheb’in karısının inatçı ve inkarcı ruhunun fotoğrafını çekiyor.
Bir taraftan da her insanın tuhaf karşılayacağı bir çelişkiye parmak basıyor. “Ellerde güller kalemler, dillerde tatlı sözler, ve kitaplarla dolaşmak, etrafa mücevher gibi tebessümler ve selamlar saçmak varken, insanoğlu! sana ne oluyor ki, bıçakla, tabancayla, şişeyle, altın vuruş yapılacak şırıngalarla dolaşıyorsun!” demeye getiriyor.
“Bu güzel gerdana gerdanlık yakışır bacım, halat değil!” dedirtiyor.
Beş. Kur’an urgan için “Mesed” kelimesini kullanmaktadır. Bu çok özel malzemeden, son derece itina ile hazırlanmış liflerden yapılan çok sağlam kalın ip anlamına gelir ki biz genellikle urgan kavramını kullandık. Bu kelime bile o kadının ruh örgüsüne yeni bir doku kazandırıyor.
Kadının, protokoldeki yerine rağmen insanlardan çekinmeden, boynuna takıp dolaştığı bu urgan için özel bir çaba sarf ettiği anlaşılıyor.
Adeta çok özel bir düşman için çok özel hazırlanmış bir imha aracı gibidir. Kadın da silahını kuşanmış ortalarda ödül avcısı gibi dolaşan bir dişi kovboy!
Sanki hayatının vazgeçilmez bir aksesuarı ve mücevher takı kadar kıymetli bir eşyasıymış gibi, ona özel bir özen gösteriyor. Mücevher takılacak yere urgan asıyor!..
Bu durumuyla kadın, başındaki saçla, gerdanındaki ziynetle hoş olacak yerde ateş taşıyan urganıyla sarhoş, bir savaşçıya, hatta yılana dönüşüyor.
Mitolojideki yılan başlı, çıyan kollu kadın imajı burada hatıra geliyor, ya da amazonlar!..
Kadının hem gerdanı hem de saçları adeta urgan olmuş, urganlaşmış, belki de yılanlaşmış!.. Boynunda, gerdanında, bağrında urgan yerine yılan taşıyacak hale gelmiş.
Kur’an’da, Musa’nın elindeki odun parçası (Asa) nın (20/20) ve Firavun’un sihirbazlarının iplerinin ve odunlarının yılana dönüştüğü, Musa’nın Asa’sının hepsini yuttuğu anlatılır( 26/44-45)
İç dışa çevrilseydi kadın sanki ya urgana ya da yılana dönüşecekti! Aslında ateşe.
Ve sonuç olarak ayetlerle Kadın da, bütün bu duygu, düşünce ve davranışlarının, içindeki tercümesi olarak, ayetle tescilleniyor,  içli dışlı olduğu ateşle buluşturulmuş oluyor.
Altı: Ayette 'Hammallık' ifade eden kelime, kadına, mübalaga ism-i fail sıgasıyla sıfat yapılmış.
Normali bile bir kadın için acınacak şaşılacak yadırganacak bir durum iken, hem cürmün ağırlığı hem de sürekliliği açısından bu kadar aşırısı, pes dedirtiyor...
Sanki iki eş güneş ateşi olmuşlar da hücre yenilenmesi gibi içlerinde sürekli patlamalar yaşıyor cehennemî ateş hücreleri yenilenip duruyor.
'O adamın karısı!' diyor.
Hem kadın adeta adamlaşmış  o adam gibi taşlaşmış diye düşündürüyor, hem de tetikçilikte ateşlemekte erkeğiyle yarışa girmiş ondan geri kalmamış dedirtiyor. Karşılıklı tetikleşiyorlar, aynalık yapıyor birbirlerini harlatıyor, hararet ve alevlerini arttırıyorlar.
'Taşıdığı da odun!' diyor.
Eşini Evladını misafirini doyurmak için ekmek yapma amaçlı tutuşturacağı bir fırın odunu değil bu!
İnsan yakacak!
Hem de hangi insanı; insanlığın iftihar tablosu, Rahmetine alemlerin medyun olduğu O İnsanı!
Kalem artık ne yazsın ki!
5-CEHENNEMLİK İLANININ YAPILMASI
a- Öncelikle bu beyanın gelmesinin temel hikmeti, Peygamberimize yapılan zulüm ve baskıların had safhaya ulaşması, bir Peygamber yakınının bu konuda başı çeker hale gelmesi noktasında aranmalıdır.
Bu aile, akrabalık bağlarını hiçe saymış, o toplum içinde son derece önemli olan kabile, soy ve yakınlık ilişkilerini bir çırpıda kesip atıvermiş, boykot yıllarında hep aleyhte çaba göstermişti.
Bu aslında toplumsal bir suç sayılmaktaydı. Kamu vicdanını ret ve inkar etmişler, inkar ve inatlarını ilan etme hırsıyla, toplum örfünü ve geleneğini hiçe saymışlardı.
Ebu Lehep, baba yarısı sayılan amcalığını, -Amcası Ebu Talib'in yaptığının aksine-  o toplum içinde hiç görülmedik bir şekilde kötüye kullanmış aynı zamanda, Peygamberlikten önce Peygamberimizin iki kızıyla evlenen iki oğlunun, onları bırakmalarını da sağlamıştı.
Öyle anlaşılıyor ki gökler, bu duruma adeta dayanamaz hale gelmiş, Yüce Nebiye yapılanlar Semaları aşmış, semalar taşmış ve kalbi taşlaşmış bu ateş hattının en ön planındaki karı kocaya böyle bir ilahi beyan ulaşmıştır.
b- Ebu Lehep isminin Kur’an’da zikredilen tek isim olması, akla vergi ödemeyen yüzsüzler listesinin deşifre edilmesi giibi sosyolojik ve psikolojik boyutları da olan olayları hatıra getirmektedir.
Peygamberimizin, bir ara evlatlık edindiği azatlısı Zeyd’in de Kur’an’da anılan tek isim olmasının altında benzer sosyal ve psikolojik mesajlar bulunmaktadır.
c- Ebu Lehep, bir Peygamber amcasıdır. İslam dininde soy ve sınıf üstünlüğü yoktur. İnsanlık dışı davranış sergileyen hiç kimseye ayrıcalık tanınmaz, hak gizlenmez, haksızlık örtbas edilemez ve cezasız bırakılmaz. Bu bir Peygamber yakını da olsa! Kur’an bu evrensel mesajı vermiş olmaktadır
Kur’an, Peygamberimize yakınlığından ötürü, Ebu Leheb’i korusaydı, ya da cinayetinin bu büyüklüğüne rağmen ayetle deşifre edilmeseydi, Kur’an’ın hakkaniyetine, bu hakkaniyeti temsil eden Peygamberimizin hakkaniyetine gölge düşmüş olacaktı. Ebu Cehil, Velid b. Mugire de isim verilmeden, anlatılır.
d- Ceza amelin cinsine göre verilmiştir. Hayatları, akıl, kalp ve vicdanlarına varıncaya kadar ateşle dolu dolu geçtiği için, her şeyi bir tarafa bırakıp hep ateşle eziyet ettikleri için, eylemlerine göre dünya ve ahirette cezalandırılmış oldular.
Sonsuz inkar inancına ancak sonsuz cehennem cezası verilebilirdi. Ateşe ateş!..
Bu noktada bu ateş kişiliği şeytanla aynı kaderi paylaşmıştır: İkisi de bir daha küfür ateşinden dönmemek üzere bütün ruhlarını ikna etmiş, inat ve kibirle and içmişlerdir.
e- Özellikle kadın, yeryüzünde şeytanın küfür şebekesine bağlı olan kadın kollarının, genel başkanı olarak ilk kez tescil edildi. Ve Karı-koca ateşten militanlar olarak da ilk kez İslam’ın nurunu söndürmeye yönelik ciddi bir oluşumun cezası hayattayken, iradelerinin sonucu teyit edilmiş oldu.
6-CEHENNEMLİK İLANININ KİTLESEL-PSİKOLOJİK ETKİLERİ
a- Müslümanlara olan etkisi: Müslümanlığın ilk döneminde cihat yoktu, Medine’de ayetle bedir öncesi izin verildi. Bu olayla o güne kadar Müslümanların içindeki, psikolojik hınç ve keder birikimini boşaltmış oldu. Gençler dayanamayıp oluşumu zarara uğratabilecek fevrî davranışlar sergileyebilirlerdi. Nitekim Ebu Zer bu konuda uyarı almıştı. Bu olayla binlerce insan hem teskin oldu hem de imanı şahlandı. İlahi teyidatla sükunet ubludular Cehennemden de Allah’a sığındılar.
b- Müşriklere olan etkisi: Müşriklerin yüreğinde de ürperti hasıl etti. Peygamberimiz bedir zaferini ve bazı müşriklerin nerede öleceklerini haber vermiş aynısı çıkmıştı. Bu da çıkınca Muhammed haklı demeye ve küfürden korkmaya başladılar. Kuranın ve peygamberin sıdkına mühür basılmış oldu Tergib ve Terhib etkisiyle inanmaya başladılar. En azından içlerinde bir şüphe ve tereddüt hasıl etti.
Kur’an, insan kitabıdır, İnsanın ruhunu, kalbini, bütün duygu ve düşüncelerini açıklayan, açıkladığı kadar da şifa hidayet ve Rahmet sunan bir kitaptır. Kur’an Ebu Lehep ve karısı için bir Engizisyon mahkemesi kurmuş, lanetlemiş ve küreğe mahkum eder gibi ateşe mahkum etmiş değildir. Sadece, mazi sığasıyla kendi geleceklerindeki kabullenişlerine tercüman olmuş, inkar ateşini çok seven iki insanın, sevdikleri ateşlerle beraber olacaklarını, aslında kendi öz ateş kimlikleriyle, özleriyle buluşacaklarını önceden ilan etmiş; kendi söylediklerini aslında sadece tekrar etmiştir.
TEBBET SÜRESİ…ATEŞ PORTRELERİ (drmavi)
Ateş tutan o eller, bir gün neden kurudu,
Güller yerine o eller, her gün ateş olurdu.
Gül Nebi hâlesindeydi, direndi güller değildi derdi,
Gül bahçesindeydi, gül yerine hep dikenleri derdi.
Derdi Gül’e: “Ellerin kurusun!”, ne inat biriydi,
“Tebbet!” der okursun, kuruyan kendi elleriydi.
.........................
Şeytanla İnsan, toprakla ateş ne kadar anlaşır,
Ateşleşir de bir insan, ancak bu kadar şeytanlaşır!
Fayda vermedi malı mülkü, her şeyi kül olmuş gitmişti,
Orada ateşe girecekti çünkü burada ateş, içine girmişti.
“Zâte Leheb!” dedi Kelam, yaslanacak dedi ateşe iki eş,
Zaten ateşti onlar, öyle yaşadılar ki solukları ateşe eş.
.......................
Hangi aile sevgi bilmez, nefretle kucaklaşır,
Şefkat tütmez bir yuva, düşmanlıkla ocaklaşır.
Ebu Leheb’le eşleşmiş, ateşten bir eş,
Kor ocakta birleşmiş, ateşle ateş.
Yanıbaşlarındaydı cennet, yitirmişler inatla o şansı,
Ruhta cinnet, kin ve nefret; alev topunda ateş dansı.
...........................
Hangi kadın ateşle yatar, koynunda yorgan yakar,
İnciden gerdanlık yerine, boynuna hep urgan takar.
Nerde zerafet, hani asalet, öldü mü evlat taşıyan analık,
İşi gücü bırakıp, yakışır mı kadına hiç ateşe hammallık.
Saçlar yerine urganlar örmüş, kadın merhametten kesilmiş,
Ruhunda cehennem görmüş, tepeden tırnağa ateş kesilmiş.
............................
Kinle ömürleşmiş, fırın olmuş dolmuş nârdan; köz üstüne köz,
Benlik kömürleşmiş, kalmamış ruhta, nurdan hiç bir iz ve öz!
Ateş kimliği benimsenmiş, sadece ateşle yazılmış, ömürlük sicil,
Cehennemlik demiş, kabullerini onaylamış sadece, ilahî tescil.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder